- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
CAHİT ZARİFOĞLU VE HAMA
Eyyüp AZLAL
05 Mart 2018 Pazartesi 08:58
Ruhumuzun kıyılarına vuran derin acılarla kıvranıyoruz. Biliyoruz bu dünya sürgün evi. Bu sürgün evinde teselli arıyoruz. Yüreklerimizde sevda, yerini çoktan kor ateşlere bıraktı. Beyhude bekleyişler, savurdu hüzün sandallarımızı. Şüphenin ve maddenin kıskacında serazat bakışlarla günahlarımızı kovuyoruz.
Hama’yı, şehit Hama’yı böyle günlerde unuttuk. Bu şehir şarkılarımızda kaldı, türkülerde, ağıtlarda kaldı. Yaşamak, Hama için yasak. Hama, ziynetleriyle toprağa gömülmüş bir dilber… Bütün sevgileri, aşkları ve mirasıyla toprağa gömülüp gitti. Hama iki defa yok olup gitti. İlk çocukluk yıllarımda ve büyük olduğum zaman.
İlk çocukluk yıllarımda Hama ile dertlenen bir şairimiz vardı. Hama: Sımsıcak diye başlıyordu şiir. Gençlik yıllarımızda okuduğumuz şiir, bu şiirdi Hama hakkında.
“Hacc yolunda bir merhale
Kalbin ve cesedin azık yeri
Tekkeler zaviyeler medreseler ve ulema
Yemiş yüklü ağaçların kolları ve kökleri
Saf ve seven bir göz gibi bakan şehir
Şimdi tüller arkasına geçmiş şehir”
Şiir böyle devam ediyordu. Cahit Abi de şiirini Hama için yazıp göçtü bu dünyadan. Şehit Hama’dan hemen sonra. Acılara dokununca teni, giymişti gömleğini kara haberlerin. Kısacık ömrüne büyük acılar, büyük feryadlar dolanmıştı. Hama ise alnının ortasına değen bir kurşun gibiydi. Cahit Abi, Hama’yı bir Hacc menzili olarak biliyordu. Ki öyleydi. Sabır ya seydi diyordu Hamalılar için.
Cahit Abi, bir gün Hama’yı Ahmet Polat Hocaya sormuştu. Hama, Halep ile Humus arasında Asi Nehri üzerinde kurulan bir şehir. Nehrin iki yakasına da yerleşmiş. Ruhen ve madden sıcak oluşu sebebiyle aldığı “Hama” ismini yıllarca korumuş mübarek bir belde. Şehir, tarihin sahnesine Millat’tan önce iki binli yıllarde çıkmış. Esas tekamülü Hz. İsmail evladından Arap Ebul Fida’nın eliyle gerçekleşti. Hz. Ömer döneminde İslam devletine katıldı.
Hama bu halde iken Hicretin beşinci asrında büyük İslam âlimi Abdülkadir Geylani’nin ahfadı Bağdat’tan gelip buraya yerleşmişti. Şehir, yine bu zatların hizmetleri neticesinde manevi bir iklimin etkisine girmişti. Hama, bir yandan Asi Nehrinden besleniyordu. Diğer yandan ise vahiy ve risaletin ışığında yükseliyordu. Şehir’de Geylanî ve Şazeli tarikatlerinin varlığı camilere sığmayan bir cemaatin var olmasına vesile olmuştu.
Hamalılar, şehirlerini çok severlerdi. Bu şehrin İslam’la şereflenmesi dışında başka bir şeye izin vermezlerdi. Bu yüzden Esat ailesiyle hep sürtüşürlerdi. Adeta Asi nehri gibi asi kesilirlerdi. Şehir, ortasından geçen Asi Nehri gibi Hicaz Demir yolu üzerinde de bulunuyordu. Bu demiryolu ülkemiz tarafında Osmaniye, Islahiye son duraklarıydı. Suriye tarafından da Halep ilk Hama da ikinci durağıydı.
Bu şehrin vadilerinde yer alan gül bahçeleri, buraya madden ve manen güç verirdi, ilham verirdi. Şehrin Halep yönünden girişiyse buranın asrımızda görmek mümkün olmayan bir yapıya sahip olduğunu, bambaşka bir âleme geldiğini hemen onlar hissederlerdi. Müslüman gençlerin tebessüm ve sevgileriyle karşılaşırdınız. Tekkeler, zaviyeler, sofilerin çilehaneleri Asi Nehri boyunca uzanıp giderdi. Nehir üzerinde şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüler vardı. Bunlar Müslümanların medrese-tekke irtibatını temin eden mevcut kutlu yollar gibiydi.
Cahit Zarifoğlu döneminde Esat böyle bir beldeyi vurmuştu. Esat’tan önce İsrail de bu beldeyi bombalarla yerle bir etmişti. İlginçtir İsrail Suriye kavgasında hiç de askeri bir merkez olmayan Hama neden bombalanır. Sorular…sorular….
Ve iki binlere geldiğimizde Hama tümden yok edildi oğul Esat tarafından. Bir gün Hama yeniden ayağa kalkacak, otellerindeki Abdülhamit Han tabloları yeniden asılacak.
Merhum Cahit Zarifoğlu’nun “Hama: Sımsıcak” şiirinin devamını ekleyelim. Gözyaşlarımız dinmişse eğer. İyi okumalar efendim.
Büllbül yolar dudağını Bakınca kara aklın batağına
Yetmişbin şehit Sayısınca billur kâse Öyle bir sarsan ses
Gür gümrah dalmış Hak'la yarenliğe İçinden akan nehir
İki yakayı çatan nehir
Ak durmadan ak Yetmişbin kola ayrıl beş kıt'a ak
Sarıklar kan oldu Ak sakal kan oldu
Demek bitmedi kerbela Hama kerbelası dehrin
Nasıl kuru dudakları devlet olduysa Hüseynin
Şehit ağzını değdir üstüne ölü kalbimin
Bülbüller anıp susar sesini Nice tevhit çekti dillerin
Ve üstüm başım perişan benim
Elim hayret kısa kamalarım kayıp
De şehit nefesini değdir üstüne ciğerimin
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.