19 Nisan 2024
  • İstanbul16°C
  • Ankara24°C

FAHRİ TUNA: İŞKODRA; TARİHİN KOYNUNDA SAKLI BİR GÜZEL ŞEHİR

İtiraf edelim ki bütün Balkan şehirleri güzeldir. Hemen her birinin içinden nehirler akar.

Fahri Tuna: İşkodra; Tarihin Koynunda Saklı Bir Güzel Şehir

17 Temmuz 2019 Çarşamba 13:57

Hemen her birinin sırtı bir dağa dolayısıyla bir kaleye dayalıdır, hemen her birinin ayakları bir ovaya uzanır; yeşil mavi berekettir Balkan şehirleri. İşte Prizren, işte Üsküp, işte Filibe. Daha niceleri.

‘Gezdiğiniz onlarca Balkan şehirleri içerisinde en güzel üç şehri sayın?’ diye bir istekte bulunsanız benden, hiç düşünmeden en başa İşkodra’yı yazarım.  

İşkodra adı, Latince Scutari’den gelirmiş. Manası da ‘kalkan ile silahlanmış’ demekmiş. Fatih Sultan Mehmed Han’ımız anlaşmayla almış Scutari’yi, Türkçeye ‘İşkodra’ diye telaffuz edip armağan etmiş, hem şehri hem kelimeyi. Fatih’in fethinden ve ‘dokunulmazlık sözleşmesi’nden sonra Venedik’e kaçmış halk. Anlaşmaya rağmen korkudan. Bir daha da gelmemişler. Bir asır sonra gidenlerin torunlarının çocukları, bakmışlar ki bu Türkler sözünün eri millet. Dönmüşler geriye. İşkodra böyle böyle gelişmiş. Böyle canlanmış.

Bir insan bir şehirde ne ister Allah aşkına. Sorayım size, kadim bir şehirde neler görmek, bulmak, yaşamak istersiniz siz? Tarih mi dediniz, var: Alın size Rozafa Kalesi. Ve tarihî çarşılar, dükkânlar, asil ve soylu bir mimari… Hepsi bol bol var İşkodra’da.  

Başka ne istersiniz? Yeşil ile mavinin vuslatını, bileşimini, evliliğini mi? Alın size İşkodra Gölü. Alın size Buna Nehri. Alın size, kalenin eteklerinden itibaren göz alabildiğince ova. Yani düzlük, yani bereket, yani yeşillik.

iskodra-kursunlu-camiik.jpg

Osmanlı’da yani bizdeyken tarım kadar ticaret şehri de olmuş İşkodra. Eyalet merkezi yapmış İşkodra’yı Derssadet. Huzur ve mutluluk şehri yapmış. Otuz bir cami ile medreselerle külliyelerle donatmış. Tekkelerle terbiye etmiş. Ama Enver Hoca Komünizmi (adı Enver soyadı Hoca ve adam Komünist, ne yaman çelişki değil mi?) ve ataizminden canını zor kurtarabilen bir tek Kurşunlu Camii olmuş. Denildiğine göre, Aziz Stefan Katedrali üzerine Fatih Sultan Mehmed Han yaptırmış onu da.

Gittik gördük, kale eteğinde bitap ve harap hâlde. Kubbesinden dolayı halk Kurşunlu Camii deyip çıkmış, adına. Kâh sel felâketine uğramamış camimiz, kâh insanın gaflet ve dalâletine. Bugün mü? Kör topal ayakta ama ibadet imkânı yok. Zaten metruk hâlde.

Ben Ebubekir Camii’ni çok sevdim şehir merkezindeki. Yeni, nevzuhur, zıpçıktı mimarisinden ötürü değil elbette. O tarafı öyle de. Ben en çok adını sevdim bu caminin. Düşünün dört buçuk asır İslâm şehri olan güzeller güzeli İşkodra’da, bir asırlık bozgundan sonra iki cami kalabilmiş ayakta: Biri Fatih Sultan Mehmed (Muhammed) Han (Kurşunlu), diğeri Ebubekir. Bu isimler bile size bir şeyi, - ne bir şeyi, çok şeyi-, medeniyetimizin birinci ve ikinci büyüğünü hatırlatmıyor mu? ‘Kişi düştüğü yerden kalkar’ demiş atalarımız. İşkodra bu iki ismi merkez alarak, bu iki ismin etrafında şekillenecek; neşvünema bulacak, diriliş yaşayacak yeniden, inanıyorum.

Neşvünema dedim de, aklıma neşe, neş’e, neşve geldi: Bir yaz akşamı yürüyorum İşkodra sokaklarında. Ebubekir Camii taraflarında. Bir kır kahvesinde bir sokak konserine rastladım; aman Allah’ım, o da ne: O neşveye, bizim İstanbul Harbiye Açık Hava Sahnesi’ndeki konserlerde bile şahit olamadım ben: Sokak şarkıcısı dediysem, altmış beşlerinde bir beydi, mızıkası elinde çalan. Çalan ve söyleyen. Ağzında dişlerinin yarısı yoktu şarkıcımızın. Ortadan kısaca boylu, buğday benizli, zayıfça, uzunca yüzlü kara kaşlı kara gözlü bir sanatçıydı. Değerinin farkında değildi. Yahut farkındaydı da parasızlık sokaklara mahkûm etmişti onu. Üç beş turist neşeleniyor, üç beş kuruş atıyordu ayrılırken şapkasına, o kadar. Öyle titizlik, öyle ses, öyle vecd. Abartmıyorum. Çarpılmış, acımış, üzülmüş, ama gerçek bir sanata, gerçek müziğe şahitlik etmenin sevincini de yaşamıştım.

İşkodra bende en çok hak ettiği değerini bulamamış bir sokak şarkısı, bir sokak şarkıcısıdır. Garip, fakir, mahzun.

Bir de damadır benim zihnimde İşkodra. Geniş büyük yemyeşil bir parkta, ağaç altlarındaki masalara serili mukavva kâğıtları üzerinde heyecanlı dama partileri gelir aklıma. Üç gidişimde de bizzat kendi gözlerimle gördüm: Ben diyeyim on beş masa, siz deyin yirmi. Her birinde dört oynayan, üç dört de heyecanla onları seyreden orta yaşlı insanlar. Altmışlarında. Bisikletleri de yanlarında. Ak saçlı Komünist elbiseli yani fabrikasyon adi kalitesiz kumaştan üniforma gibi duran tek desen tek düze çoğunlukla gri veya mavi renk elbiseli, ununu elemiş eleğini asmış adamlardı bunlar. Hüzün sağanağı bakışlı adamlardı. Heyecansız oynuyorlardı, düşüne düşüne. İçlerinde yaşıyorlardı sanki yenilmeyi de sevinmeyi de. Nasıl bir dama partisiydi bu böyle; hâlâ da anlayabilmiş değilim gördüklerimi.     

İki de heykel demekti benim için İşkodra. Daha doğrusu, birisi heykel birisi de anıt.

Arnavut millî kimliğinin sembolü durumundaki Rahibe Teresa’nın şehirdeki heykeli, onlar için İşkodra’nın olmazsa olmazıdır. Papa dahi İşkodra’ya gelmiştir o sebepten. Arnavutlar dindar olmasalar da Rahibe Teresa’ya millî bir ruh ile sahip çıkarlar; Teresa onlar için hem dinî hem millî hem de ırkî bir şeydir. Üçünün bileşimi. 

iskodra-1911.jpg

Bizim içinse İşkodra Hasan Rıza Paşa’dır. 1912’nin İşkodra Valisi Hasan Rıza Paşa’mız. Yiğit mert ahlâklı paşamız. Tek kurşun atmadan İttihat Terakki’nin bütün Balkanlardan çekilme kararını tanımayan vatanperver paşamız. Günlerce emrindeki askerlerle şehri teslim almaya kalkışan çapulculara direnen eyvallah etmeyen paşamız. Kahramanlığın destanını yazan son paşa, son vali.  II. Meşrutiyet Mebuslarından Arnavut Esad Toptani’nin tuzağıyla 30 Ocak 1913 günü şehit edilen güzel paşamız. Ki o Toptani, Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indiren ekipte de karşımıza çıkmıştı. Bütün bir Rumeli’yi, bütün bir Anadolu’yu, Trakya’yı; Yemen’i Hicaz’ı Bağdat’ı; Horasan’ı Buhara’yı Taşkent’i; Hoca Ahmed Yesevi’yi, Yunus’u, Sarı Saltuk’u; ezanı hilali ay yıldızı temsilen, bir parkın bitişiğinde, ziyaretine gelen Müslümanları ağırlıyor yüz altı senedir Hasan Rıza Paşa. Her zamanki tevazuu, hoşgörüsü, misafirperverliğiyle. Ay yıldızı başında. Besmelesi Fatiha’sı İhlas’ı dilinde. ‘Beni hilafete bağlılıktan hiçbir güç ve politika vaz geçiremez’ sözü hâlâ dilinde pelesenk hâlde. Gelen gidene Dersaadet’i yani Payitahtı soruyor, ‘Sultan Abdülhamit’den, Sultan Vahdettin’den haber yok mu’ diyor. ‘Şehzadeler milletiyle bir olup işgalcileri atmadılar mı daha yurttan?’ diye sualler ediyor bizlere.

İşkodra bizim için yiğitler yiğidi, kahramanlar kahramanı, paşalar paşası Hasan Rıza’dır, onun anısı, onun anıtıdır en çok.

İşkodra’nın koynunda bir güzel yiğit yatar, evet.

İşkodra tarihtir en çok, tarihîdir en çok, tarihçedir evet.

İşkodra göldür nehirdir şehirdir en çok, evet evet.

Mavi kadar yeşil, dün kadar bugün, geçmiş kadar gelecektir.

İşkodra; tarihin koynunda saklı bir güzel şehirsin sen.

Aynen öylesin.

Eksiksiz fazlasız.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.