19 Nisan 2024
  • İstanbul15°C
  • Ankara24°C

HALUK CEMİL BEY

Haluk Cemil Bey

02 Ekim 2018 Salı 14:14

"O gün, dükkânın buğulu camlarının ardından seyrettiğimiz kar, dışarıda bembeyaz bir gelinlik giyinmiş sokağın eski Arnavut kaldırımlarına, elektrik direklerine, apartmanların kırmızı kiremitli çatılarına, isli bacalarına değil, usul usul tıpkı bir nur sağanağı gibi kalbimizin çorak topraklarına yağıyor, ruhumuzu baştan aşağıya yıkayıp arındırıyordu sanki." Harun Selvi*
Haluk Cemil Bey ile tanışmam İstanbul'un o meşhur seksen yedi kışının sonundaki karlı bir pazar gününe rastlar. Beyoğlu'nun ara sokaklarından birinde, Çitlenbik sokaktaki eski Aynoroz Pasajı'nın girişinde yer alan Cezmi Kitabevi'ne uğradığım o pazar günü, dükkanın ıhlamur çayı kokan dünyasına sığınmış, yeni çıkan kitapların bulunduğu raflardan yükselen mürekkep kokusunu içime çekiyordum.
 
O soğuk kış günü, bir taraftan lapa lapa yağan karın eşsiz güzelliği, bir taraftan da kitapçı Hulûsi amcanın ikramı çayların beni kendime getiren o muhteşem kokusu eşliğinde vakit geçiriyor, geçen o saatlerin, o tatlı dakikaların verdiği derin huzuru yaşıyordum.
 
Ama diğer taraftan da, kalbimi saran gizli bir merak duygusuyla hareket ediyor, kitap yığınları arasında dolaşırken dikkatimi çekiveren, dışarıda yağan karın altında bir heykel gibi dikilmiş, soğuktan donmuş vaziyette gözlerini dükkânın tozlu vitrininde gezdiren bir adamı seyrediyordum.
 
Üzerindeki paltosunun yakalarını kaldırmış, tıpkı bir roman kahramanı gibi saçları darmadağın bu zavallı adamın, dükkanın o eski dükkanlara mahsus zarif kapı tokmağını usulca çevirmesiyle birlikte ise, işte tam o an, içeriye sadece iliklerimize kadar işleyen dondurucu mart soğuğu değil, o muhteşem kar kokusuna eşlik ederek bizleri büyüleyen ve sanki yüzyıllar öncesinden bugüne gelmiş gibi başımızı döndüren naftalin kokulu kitapların, mecmuaların, gazetelerin ve mektupların kokuları da giriyordu.
 
Sanki eski zamanların kendine mahsus büyülü dünyası, seyahatnamelerin, menkıbelerin, mitolojilerin ve hatıraların kılığına bürünmüş, o an içeriye bir gölge gibi süzülüveren ve kim bilir ne zamandır Beyoğlu'nun karlı sokaklarında dolaşarak üşüyen bu insanın suretinde karşımıza dikilivermişti. Kitapçı Hulûsi amcanın, tıpkı bir kardan adamı andıran bu tuhaf ve gizemli adama da o sıcacık çayından ikram etmesiyle birlikte ise, akşamın geç saatlerine kadar sürüp gidecek olan ve bitmesini hiç istemeyeceğimiz koyu bir sohbetin de içinde bulacaktık kendimizi.
 
O gün, dükkânın buğulu camlarının ardından seyrettiğimiz kar, dışarıda bembeyaz bir gelinlik giyinmiş sokağın eski Arnavut kaldırımlarına, elektrik direklerine, apartmanların kırmızı kiremitli çatılarına, isli bacalarına değil, usul usul tıpkı bir nur sağanağı gibi kalbimizin çorak topraklarına yağıyor, ruhumuzu baştan aşağıya yıkayıp arındırıyordu sanki.
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.