20 Nisan 2024
  • İstanbul14°C
  • Ankara21°C

HOCAM AHMET NAHMEDOV’LA AZERBAYCAN SOHBETİ

Önder SAATÇİ

28 Aralık 2017 Perşembe 10:00

Kendinizi bize kısaca tanıtır mısınız?

27.7.1957 Bakü doğumluyum. İlk ve orta eğitimimi 1974 yılında Bakü’de Türk (Azerbaycan) okulunda bitirdim. O yıllarda Rusya’nın en iyi üniversitelerinde diğer cumhuriyetler için kontenjanlar ayrılmıştı ve ben 1975 yılında Petersburg Üniversitesi (o zaman Leningrad Devlet Üniversitesi) Şarkiyat fakültesi Türk Filolojisi bölümünü kazandım. Rusça’m zayıftı. Aslında buna hiç yoktu diyebilirim. Okulda yabancı dil statüsünde bir Rusça görmüştüm. Bu yüzden ilk yılım çok zor geçti. Şarkiyat fakültesini zamanında Kazan Üniversitesinden getirtilen hocalar kurmuştu ve burada onların de öğrencileri olan tanınmış Türkologlar ders veriyordu. Ben de bunların son temsilcileri olan A.Kononov, S. İvanov, S. Klyaştornıy, V. Guzev, V. Kondratyev gibi hocalardan ders aldım. Türkolojiyi ve araştırmayı bana sevdiren ilk onlar oldu. Birinci sınıfı bitirdikten sonra ilk yaz tatilimde rahmetli Ebülfez Elçibey’le tanıştım ve milliyetçi, Türkçü düşüncelerimin oluşmasında onun büyük rolü var. 1980 yılında mezun olup Bakü’ye döndüm. Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsünde çalışmaya başladıktan sonra da arkadaşlığımız devam etti.  Bu enstitüde çalışmaya başlamamın da ilginç bir öyküsü var. Tayinim Bilimler Akademisi’ne çıkmıştı ama enstitü belirtilmemişti. Personel müdürüyle görüştüğümde bana “Edebiyat müzesinde Arapça uzmanı kadrosu boş. Seni oraya verelim.” dedi. Ben de alaylı bir şekilde “ Aynı başarıyla beni matematik enstitüsüne de verebilirsiniz.” deyince adam sinirlendi ve “Git, kendine yer bul, öyle gel.” dedi. Benden bir sene önce mezun olmuş ve Şarkiyat Enstitüsünde çalışan arkadaşım Hüsameddin Mehmetov (Karamanlı)’un aracılığıyla o zaman enstitü müdürü olan Ord. Prof. Dr. Hamid Araslı’yla görüştüm. Hocayla görüşmeye giderkenki hâlimi, giyimimi hatırladıkça hâlâ utanıyorum: uzun saçlar, daracık gömlek, İspanyol paça kot pantolon, yalın ayağa giydiğim sabo tipi terlik… Hiç bozuntuya vermedi, benimle 10-15 dakika güzelce konuştu ve “Git, oğlum, personel müdürüne söyle tayinini buraya versin.” dedi. Beni başkanı olduğu Türk Filolojisi bölümüne aldı ve hak dünyaya intikal ettiği 1983 yılına kadar aynı bölümde çalıştık. 1992 yılına kadar bu enstitüde çalıştım, doktoramı yaptım, evlendim ve iki çocuğum oldu.

Türkiye’ye göç etmenizin ardında ne gibi sebepler yatmaktadır?

Göç etmek diye bir şey yok. Sovyetler Birliği’nin dağılması, Azerbaycan’ın bağımsızlığına kavuşması ve Ebülfez Elçibey’in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni bir dönem başlamıştı. Azerbaycan hızlı bir şekilde bağımsızlığının gereklerini yerine getirmeli, ordusunu kurmalı, sınırlarını kontrol altına almalı, parasını basmalı, ekonomisini rayına oturtmalı ve en önemlisi dış temsilciliklerini kurmalıydı. Ben de Türkiye’de görevlendirilen diplomatik ekibin içindeydim. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük yardımlarıyla Büyükelçiliğimizi kurduk, tam da işleri yoluna koymuştuk ki malum darbe oldu ve Elçibey görevden uzaklaştırıldı. Ben de istifa ederek Bakü’ye döndüm; ama eski çalışma yerim dahil hiçbir kurum beni işe almadı. İktidar değişmişti ve eski iktidarın elemanlarına bütün kapılar kapalıydı. Türkiye’ye döndüm ve 1994 Şubatında Muğla Üniversitesinde çalışmaya başladım. Muğla serüvenim 2006’ya kadar sürdü. 2006 Eylül ayından Aydın’da Adnan Menderes Üniversitesinde çalışmaktayım.

Azerbaycan’ın Sovyet dönemindeki genel durumunu siyasi, sosyal ve kültürel açıdan karşılaştırmalarla özetler misiniz?

Aslında bu konuda gerek bilimsel gerekse de popüler açıdan pek çok yayın yapılmış. O dönemin olumlu veya olumsuz yönlerinden bahsederken eski cumhuriyetlerin politik ve ekonomik açıdan söz hakkına sahip olmayan birer Sovyet sömürgesi olduğu unutulmamalı. Sovyet dönemi söz konusu olduğunda kültür ve sanat alanında, özellikle müzik, tiyatro, opera, sinema, resim ve edebiyattaki gelişmeler öne sürülmektedir. Oysa bu alandaki gelişmeler daha önceki dönemlere aittir: Müzik ve edebiyat çok eski, çağdaş tiyatro ve basın 19.YY., opera ve sinema 20.YY. başları vs.  Sovyet döneminde ise bunlar genelde hâkim ideolojiye hizmet etmekteydi. Bu ideolojiye ters düşen bilim ve sanat insanlarının Stalin terörü yıllarında nasıl yok edildiği herkesçe bilinmektedir. Tabi, olumlu gelişmeler de vardı. Edebiyat ve müzik tür açısından zenginleşti, basın hayatı canlandı, çokça gazete, dergi yayınlanmaya başladı, devlet her alanda kitap basımını destekleyerek insanları okumaya teşvik etti ve tek şart ideolojinin sınırları dışına çıkmamaktı. Eğitime önem verildi ve okuma yazma oranı %100’lere çıkartıldı. Sağlık alanında herkes devlet güvencesindeydi ve parasız sağlık hizmetlerinden yararlanabilirdi. Özellikle Kruşçev döneminde küçük, kutu gibi bile olsa daireler yapılarak insanların barınma ihtiyacı karşılanmaya çalışıldı. Tabi ki bütün bunlar bedava değil, Azerbaycan’ın sömürülen petrol ve diğer doğal zenginliklerinin cüzi karşılığıydı.

Azerbaycan’da Sovyet öncesi ve sonrasında tarihe bakış ve tarih öğretimi hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Çok geniş bir soru. Burada divan edebiyatı geleneğinden gelen tarihlerden tabi ki bahsetmeyeceğim. Türk tarihine bilinçli ve bilimsel yaklaşım 19.YY. maarifçileriyle başlar ve ilk örneği Abbaskulu Ağa Bakıhanov’un Farsça kaleme aldığı “Gülistan-ı İrem” eseridir. Daha sonra Azerbaycan’ın Ali Merdan Bey Topçubaşı, Ali Bey Hüseyinzade Turan, Mehmet Emin Resulzade gibi büyük düşünürlerinin makale ve kitaplarında Türk ve Azerbaycan tarihi Türklük şuuru içerisinde ele alınmış, Türk birliği, bağımsızlık fikirleri işlenmiştir. (Bu arada Prof. Dr. Nesib Nesibli’nin editörlüğünde daha yeni yayınlanmış “Azerbaycan Türklerinin Önderleri” Berikan Yayınevi, Ankara, 2017 kitabını okurlarınıza tavsiye etmek isterim. Sadece Azerbaycan’ı değil bütün Türk Dünyasını ilgilendiren 19 büyük insan hakkında ilginç bilgilere ulaşacaklarına eminim.) Sovyet döneminde doğal olarak durum değişti, Türkleri vahşi, göçebe, kültürü olmayan bir halk, Rusları ise bunlara medeniyet getiren bir kurtarıcı gibi gösteren sahte tarihler yazılmaya başlandı. Okullarda ve üniversitelerde Rusya tarihi üzerinde duruluyor, özellikle Komünist parti ve parti liderlerinin faaliyetlerine ağırlık veriliyordu. Eski tarih konularında Avrupa merkeziyetçi fikirler hâkimdi. Şöyle ki günümüzde Türk oldukları şüphe götürmeyen İskitlerin, Hunların Hint-Avrupa kavimleri olduğu kanıtlanmaya çalışılıyor, arkeolojik ve diğer bilimsel araştırmaların bulguları Avrupa (dolayısıyla Rus-Slav) kültürüne mal ediliyordu. Türk tarihi üzerine araştırmalar yok denecek kadar azdı, mevcut olanlar da resmî ideolojinin dışına çıkamıyordu. 1980’li yıllardan sonra durum giderek değişmeğe başladı ve özellikle daha genç nesil Türk tarihini ve Türklerin eski Ön Asya kültürleriyle (Sümer, Mitani, Manna, Hurri vs.) ilişkilerini araştırmaya başladılar. Bağımsızlıktan sonra okul ve üniversiteler için tarih kitapları yeniden yazılmış, Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü 7 ciltten oluşan “Azerbaycan Tarihi” kitabının ilk ciltlerini yayınlamıştır (Şimdiye kadar kaç cildin yayınlandığını bilmiyorum.).

Sovyet rejimi, dini resmen reddeden bir rejimdi. Bundan dinî hayat Azerbaycan’da nasıl etkilendi?  

Komünist rejim dini inkâr eden, halk için zararlı olduğunu düşünen bir ideolojiye sahipti. İlkokuldan başlayan üniversitede devam eden ateizm dersleri çocukları ve gençleri dinden uzaklaştırmayı hedeflemekteydi. Camilerin çoğu ya yıkılmış ya da farklı amaçlarla kullanılmaktaydı. Hatırladığım kadarıyla Bakü’de ibadete açık sadece iki cami vardı. Bütün Sovyetler birliği için Müslüman din adamları ancak Buhara ve Semerkant’ta, devletin sıkı kontrolünde yetiştiriliyordu.  Bunların da sayısı az olduğundan pek çok eğitimsiz, yüzeysel dini bilgileri olan sözde “mollalar” türemişti. Öğrencilerin ve devlet kurumlarında çalışan kişilerin camiye gitmesi, namaz kılması, oruç tutması vb. kesinlikle yasaktı. Ama bu durum insanların dini vecibelerini aile içinde yerine getirmelerini engellemiyordu. İnançlı kişiler evlerinde namaz kılıyor, fark ettirmeden oruç tutuyor, dini bayramlarını kutluyorlardı. Erkek çocuklar okul yaşına varmadan sünnet ediliyor ve “küçük toy/düğün” denen ziyafetler veriliyordu. Günümüzde baskılar kalktığından isteyen her kes serbestçe dini vecibelerini yerine getirmektedir.

Azerbaycan’daki Türkçülük (milliyetçilik) faaliyetleri, bunların edebiyata ve diğer sanat dallarına yansımaları ve bu alanda öne çıkmış belli başlı isimleri tarihî bir perspektif içinde bize sunabilir misiniz?

Yukarıda da söylediğim gibi, Türkçülük fikirlerinin edebiyata girmesi 19. YY sonlarında başlar ve 1920 yılında Azerbaycan’ın Bolşeviklerce işgaline kadar devam eder. Bu dönemde çok değerli eserler yazılmıştır. Hüseyin Cavid, Ahmed Cevad, Abdulla Şaig, Cafer Cabbarlı, Yusuf Vezir Çemenzeminli ve birçok şair ve yazarın milliyetçilik ruhunda yazmış oldukları eserler Sovyet döneminde eleştirilmiş, yok edilmiş ve unutturulmuştur. Zaten bu yazarların büyük kısmı da Stalin terörü yıllarında ya kurşuna dizilmiş ya da Sibirya’daki esir kamplarında ölüme terk edilmişler. Örneğin, Sovyet döneminde daha çok çocuklar için yazdığı eserlerle bilinen Abdulla Şaig “Araz’dan Turana” şiirinde şöyle der:

                                   Evet, qara buludlar almış yurdu, qardaşım,

                                   Ne yaşarız, ne güler çemenlerim, dağ daşım.

                                   Böyük Türk’ün sevdiği yekta dünya gözeli,

                                   Qan ağlasın, qoynuna girsin yabancı eli?

                                   Turan’da yüz milyonluq Türklük buna gızmaz mı?

                                   Gızmazsa bu hain el yasamızı bozmaz mı?

                                                                         

Müsavat Partisine ithafen yazdığı “Marş” şiirinde de:

                                     “Birleşelim Türk oğlu, bu yol millet yoludur,

                                     Ünle, zeferle, şanla tarihimiz doludur.

                                     …

                                               Dalğalanır üstümde şanlı Turan bayrağı,

                                     Alovlanır qelbimde Ergenekon ocağı!

                                     Haydi, yola çıkalım – haksızlığı yıkalım,

                                     Turan’da gün doğunca zulmetle çarpışalım.” demektedir.

 

Stalin terörü kurbanlarından Hüseyin Cavid Sovyet döneminde yazdığı “Azer” poeminde (destansı şiir) şöyle demektedir:

                                      

       “Ne acaip sürü yahu bunlar

                                       Önde rehberlik eder maymunlar.

                                       Raksı talim ediyor aksaklar,

                                        Azamet düşkünüdür alçaklar.

                                        Zevke bigâne sefiller bol bol,

                                        Şiir ü sanatta arar bir yeni yol.

                                        Sadedil hisse uyan aptallar,

                                        Hep siyasi kesilip at nallar.

                                        Bir yığın kör kılavuzluk yaparak,

                                        Gösterir zulmeti aydın, parlak.

                                        Yurdu sarmış kabalık, yaltaklık

                                        Yükseliş varsa sebep alçaklık.

 

                    Stalin’in ölümü ve Kruşçev’in iktidara gelişiyle edebiyat üzerindeki baskı kısmen kalktı ve yazarlar insan odaklı beşeri konulara değinmeye, millî değerleri ele alan eserler yazmaya başladılar. Daha sonra “altmışlar nesli” denen genç şair ve yazarlar ortaya çıktı. Ferman Kerimzade, Anar, Çingiz Hüseynov, Mövlud Süleymanlı, İsa Hüseynov gibi yazar ve Bahtiyar Vahabzade, Ali Kerim, Fikret Koca, Halil Rıza (Ulutürk), Musa Yakub, Sabir Rüstemhanlı vs. gibi şairler edebiyata yön vermeye başladı.

Azerbaycan’da Nazım Hikmet’e karşı bakış nasıldır?

Her ne kadar Türkiye’de Nazım Hikmet’le ilgili farklı fikir ve yaklaşımlar olsa da Sovyet Türkleri, özellikle Azerbaycanlılar için Nazım Hikmet Anadolu Türklüğünün ve Türk milliyetçiliğinin bir sembolü olmuş; şairleri derinden etkilemiştir. Şair defalarca Azerbaycan’ı ziyaret etmiş ve – eğer o dönemin istatistiklerine bakılırsa – ne kadar çok çocuğa Nazım ve Hikmet isimlerinin verildiği görülecektir ki bu da onu olan sevginin bir göstergesiydi.

Azerbaycanlıların Türkiye’ye bakışı ve beklentileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?  

“Bir millet iki devlet” anlayışının kökleri aslında çok derin. “demir perde” döneminden önce Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ilişkiler çok sıkı olmuş ama Sovyet döneminde bıçak gibi kesilmiştir. Neredeyse “Türk” demek bile yasaklanmıştı. 80’li yıllarda bir dergi benden makale istemişti. Ben de “Türk sineması” adlı bir yazı yazıp verdim ama aylar geçmesine rağmen yayınlanmadı. Sebebini sorduğumda derginin baş redaktörü olan arkadaşım başlıktaki “Türk” kelimesini değiştirirsem yayınlayabileceklerini söyledi. Ben değişmedim ve makale yayınlanmadı. Rejimin bakış açısı böyleydi. Halk ise Türkiye’yi seviyor ve 1918’de Azerbaycan Türklerini Bolşevik-Ermeni çetelerin katliamından kurtaran Türk ordusunu minnetle hatırlıyor, şehitlerin mezarlarına sahip çıkıyordu. Ben Bakü’lüyüm ve katıldığım yas merasimlerinde istisnasız Türk şehitlerin hatırlandığına ve ruhlarına Fatiha okunduğuna bizzat tanıklık etmişim. Rahmetli babaannem, Türk ordusu Bakü’den ayrıldığında köyümüzden (Digâh köyü) pek çok gencin bu orduya katılarak Anadolu’ya geldiğini ve Kurtuluş Savaşı’na katıldığını anlatırdı. O gençlerden hiçbirisi geri dönmemişti.

Irak Türkmenleri hakkındaki ilk bilgilerinizi nereden ve nasıl edindiniz? Irak Türkmenlerinden tanıdıklarınız var mıdır? 

      Daha okuldayken (70’li yıllar) Gazanfer Paşayev’in “Altı Yıl Dicle-Fırat Sahillerinde” kitabını okumuştum. 130 bin tirajla yayınlanan bu kitap o yıllarda çok ilgi görmüştü. Daha sonra yazarın “Kerkük Folkloru Antolojisi” yayınlandı. O yıllarda “Türkmen” deyince ilk akla gelen Türkmenistan Türkleriydi fakat bu kitapları okuyunca Irak Türkmenlerinin dillerinin Azerbaycan Türkçesine daha çok benzediğinin farkına vardım.  Yıllar sonra Türkoloji üzerine araştırmalar yaptığımda Prof. Dr. Hidayet Kemal Bayatlı’nın “Irak Türkmen Türkçesi” kitabıyla o ilk tespitimin ne kadar doğru olduğunu anladım. Irak Türkmenlerinden ilk tanıştığım kişi rahmetli İhsan Doğramacı’ydı. Büyükelçilikte çalıştığım zaman tanışmıştık. Her konuşmasında Azerbaycan’a olan sevgisini dile getirirdi.

Irak Türkmenlerinin yakın geçmişte yaşadıkları sıkıntıları nasıl değerlendirebilirsiniz?

Ben bu konuya daha geniş açıdan bakıyorum. Türk dünyasının neresinde sıkıntı yok ki… Doğu Türkistan, Karabağ, Güney Azerbaycan, Kerkük, Bayır-Bucak… Hep de Fuzuli’nin şu beyti akla geliyor:

                               Dost bî-perva, felek bî-rehm, dövran bî-sükûn

                               Derd çok, hem-derd yok, düşman kavi, tale zebun.

 

Şimdilik düşmanlarımız güçlü, dostlarımızın da umurunda değiliz. Ama tabi ki böyle devam etmeyecek ve bir gün durumlar bizim lehimize değişecektir. “O günü” bekleyerek değil, çalışarak, mücadele ederek yaklaştırmamız lazım.

Azerbaycanlılar Irak Türkmenlerini ve bilhassa Kerkük’ü ne derece tanımaktadır? Bu bölgeye karşı yaklaşımları nasıldır? Azerbaycan’da Irak Türkmenleri ile ilgili dil, kültür ve edebiyat çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?

Azerbaycan’dan ayrılalı neredeyse 25 yıl olmuş. Oradaki gelişmeleri yeterince takip edemiyorum. Muhalefetin yayın organları olan “Musavat”, “Azadlıq” gazetelerinde sıklıkla Irak Türkmenlerinden bahsedildiğini biliyorum. Ayrıca elektronik ortamda yayımlanan pek çok sitede (olaylar.az, minval.az, medeniyet.az, diaspora.az, oxu.az, birlik.az  vs.vs.) Irak Türkmenlerinin tarihi, dili, kültürü ve günümüzdeki problemleriyle ilgili makaleler gördüm. Burada, her fırsatta bu konuyu dile getiren Azerbaycan Parlamentosunun milletvekili Ganire Paşayeva’nın faaliyetleri de gözardı edilemez. Dil, kültür ve edebiyat çalışmaları ile ilgili bilgilerim ise eskimiştir, diyebilirim. Bu alanda en verimli çalışmalar yukarıda bahsettiğim Gazanfer Paşayev’e aittir. Yazar “Irak Türkmen Folkloru”(1992), “Kerkük Dilinin Fonetiği”(2003), “Kerkük Folklorunun Türleri”(2003), Irak Türkmen Ağzı”(2004) monografilerinin yanı sıra “Kerkük Bayatıları”(1968/1984 2.Baskı), “Kerkük Mahnıları”(1973), “Irak-Kerkük Ata Sözleri”(1978), “Kerkük Bilmeceleri”(1984) ve “Kerkük Folkloru Antolojisi”(1987/1990 2.Baskı) gibi kitapların da düzenleyicisidir.

Irak Türkmenlerinin yaşadıkları acıları Azerbaycan, Türkmenistan Kırgızistan ve Kazakistan gibi kardeş Türk cumhuriyetlerine anlatmak, Türkmenlerin sesini oralara duyurmak için neler yapılmalı? Irak’ta kendi topraklarında insanca yaşamak isteyen Türkmenlerin davasına kardeş Türk cumhuriyetlerinden destek almak için Türkmenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

      Maalesef, bu konuda çok az şey yapılıyor? Bunun müsebbibi bir taraftan Türk aydınlarıysa diğer taratan da Türk cumhuriyetlerindeki iktidarlardır. Daha geçenlerde sosyal medyada Türk milliyetçiliği propagandası yaptığı ve “Karabağ’a Özgürlük” programına katıldığı için Kazakistan’da tutuklanan gencimizi hatırlayalım. Bazı şeyler “devlet erki” olmadan olmaz. Öncelikle Türk devletleri arasındaki politik, ekonomik ve kültürel bağlar kuvvetlendirilmeli. Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasında “dostluk” ilişkilerinden bahseden siyasiler anlamalılar ki bizlerin arasında ancak “kardeşlik” ilişkileri olabilir ve çıkar kaygısı olamaz. Ayrıca, emin olun ki gerek Azerbaycan gerekse diğer Türk cumhuriyetlerinde halk iktidarlardan farklı düşünüyor. Biz de yılmadan her platformda Irak Türkmenlerinin haklı davasını desteklemeli, problemlerini dile getirmeliyiz.     

 

                Azerbaycan Anayasası’nda devletin dili “Azerbaycan dili” şeklinde yazılıdır. Sizce bu terim doğru mudur? Mesela, Güney Azerbaycanlılar, İran hâkimiyeti altında olmalarına rağmen kendi dillerine “Türkî” diyorlar; oysa müstakil Azerbaycan kendi dilini “Türk” kavramıyla tanıtmıyor. Bunda eski Sovyet rejiminin dil politikasının rolü var mıdır?

Tabi ki doğru bir terim değil. Rahmetli Elçibey döneminde anayasada yapılan ilk değişikliklerden birisi de “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet dili Türkçedir” maddesiydi. Haydar Aliyev iktidara gelince bu madde “AZERBAYCAN DİLİ” şeklinde değiştirildi. Zaten Sovyet  rejiminin amacı – özellikle Stalin döneminde – Türkleri birbirinden ayırmak, aralarındaki tarihî ve kültürel bağları koparmaktı. İlk yapılan da ortak Latin alfabesi yerine Rus Kiril alfabesi temelinde farklı alfabeler oluşturmak, Kazak dili, Azerbaycan dili, Tatar dili gibi terimleri yerleştirmek olmuştu. Bu politikaların sonucudur ki hâlâ Türk Cumhuriyetleri kendi dilleri için bu terimleri kullanmakta devam ediyorlar. Latin alfabesine geçişlerde de sorunlar yaşanmaktadır. Türkmenistan ve Özbekistan alfabelerine çok farklı işaretler ekleyerek ortak alfabenin dışına çıktılar. Latin alfabesine geçiş kararı alan Kazakistan’ın nasıl bir yol izleyeceği meçhul. Kırgızistan daha karar bile almadı. 90’lı yıllarda Latin alfabesine geçiş kararı alan Tataristan Meclisi Rusya engeline takıldı ve karar Duma tarafından iptal edildi. 

 

Azerbaycan’da Rusça’nın hâkimiyeti hâlâ devam ediyor mu? Bu hususta halk ve aydınlar nasıl bir tutum içinde?

Resmî olarak Azerbaycan’ın devlet dili Azerbaycan Türkçesi. Yazışmalar bu dilde yapılıyor. Ama üst düzey memurların hâlâ inatla Rusça konuştuğunu da söyleyebilirim. Hatırlıyorum, Elçibey döneminde insanlar Rus okullarındaki çocuklarını alıp Türk okullarına vermeğe başlamıştı. Şimdi süreç tersine dönmüş. Özellikle Bakü’de Rusça eğitim alanların sayısı giderek artmaktadır. Muhtemel sebep de mevcut iktidarın Rusya’ya daha yakın olması. Aydınlar zaman zaman basında buna itiraz etseler de pek etkili oldukları söylenemez.  

       Azerbaycan’da Latin alfabesine geçilirken sıkıntılar yaşandı mı? Geçmişte Kiril harfleriyle yazılmış bazı önemli eserler -bu arada, Irak Türkmenleriyle ilgili olanlar- Latin alfabesine aktarıldı mı?

Aslında Azerbaycan’da Latin alfabesine geçiş “aşağıdan” başladı. Devlet daha karar almadan halk bu alfabeyi uygulamaya başlamıştı. Tabi, bazı işaretlerle ilgili farklılıklar vardı ama genelde günümüzde kullanılan alfabe temel alınıyordu. Elçibey hükûmetinin kararıyla 1992 yılında 1. sınıfa başlayanlar eğitimlerini yeni alfabeyle sürdürüyordu. Diğer sınıflar da tedricen bu alfabeye geçtiler. Bazı sıkıntılar yaşanmadı değil. Özellikle yaşlı nesil yeni alfabeyi kabullenmekte ve öğrenmekte zorlandı. Kiril alfabesinin kabulünden sonra geçen 50 yıldan fazla sürede yüzbinlerce kitap yayınlanmış. Bunların hepsinin Latin alfabesine aktarılması çok zor ve zaman ister. Şimdiye kadar çeşitli alanlarda bir kısım kitabın yeni alfabeye aktarılarak yayınlandığını biliyorum. Ama Irak Türkmenleriyle ilgili olanlardan haberim yok.

Azerbaycan’ın Türkiye dışındaki diğer Türk cumhuriyetleriyle ve Güney Azerbaycanlılarla olan ilişkilerini Sovyet dönemi ve sonrası itibariyle değerlendirir misiniz? Güney Azerbaycan’dan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne 1992 sonrasında kayda değer bir göç yaşandı mı?

Sovyet döneminde sadece harita üzerinde sınırların olduğu tek bir devlet anlayışı vardı. Bütün ilişkiler merkezden yönetiliyordu. Cumhuriyetler de ilişkilerini Moskova üzerinden yürütüyordu. Bazı kültürel etkinlikler olsa da genelde cumhuriyetlerin özellikle Türklerin çok fazla yakınlaşmalarına izin verilmiyordu. Bağımsızlıktan sonra Azerbaycan diğer Türk Cumhuriyetleriyle diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurdu. Fakat Çarlık ve Sovyet rejimlerinin “ayır-buyur” siyaseti burada da etkili olduğundan süreç ağır çalıştı. İlk zamanlar Rusya’nın büyük etkisinde olan bazı Cumhuriyetler daha Türklük bilincinden çok uzaktı ve birbirlerine mesafeli davranıyorlardı. Son yıllarda gerek bölgesel gerekse de uluslar arası platformda bir yakınlaşma hissediliyor. Bu yeterli mi diye sorarsanız kesinlikle hayır. Tarihi, dili, kültürü, gelenek ve görenekleri aynı olan bu devletlerin daha etkili bir birlik kurma potansiyeli bulunmaktadır. Ancak o zaman “Çin Seddi’nden Adriyatik’e” uzanan bir nüfuz alanından bahsedebiliriz.  Güney Azerbaycan meselesi bizim bir yaramız, diyebilirim. Aynı halkın ikiye bölünmesi iki asırdan fazladır devam ediyor (Bahtiyar Vahabzade’nin “Gülistan” şiiri bu trajediyi en iyi yansıtan eserlerden biridir. Okumanızı tavsiye ederim.). Dünyada bu durumda olan çok az halktan biriyiz. Çarlık döneminde hâlâ gidiş gelişler devam etse de Sovyet rejimi, sınırları “demir perde”yle kapattı. Güney’den Kuzey’e son göç 1945 yılında Rus-İran işbirliği sonucu Pişeveri hükûmetinin yıkılmasından sonra oldu. İdamlar, tutuklamalar ve baskılardan kaçan binlerce soydaşımız Kuzey Azerbaycan’a göç etti. Sonraki yıllarda ilişkiler minimuma indi. Ben buna “lirik dönem “ diyorum; çünkü aydınlar sadece müzik, şiir ve edebiyat aracılığıyla özlemlerini, duygularını dile getirebiliyordu. Sovyet döneminde yasaklı konulardan olan Güney Azerbaycan meselesi bağımsızlıktan sonra daha sık konuşulmaya başladı. Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey iki Azerbaycan’ın birleşme meselesini bir devlet politikası olarak görüyor ve her fırsatta dile getiriyordu. Bence Halk Cephesi iktidarının çok kısa sürede yıkılmasını hızlandıran etkenlerden birisi de buydu. 1992 sonrası büyük bir göçün yaşandığını söyleyemem ama her iki yönde gidiş gelişler arttı, özellikle Bakü’ye yerleşen Güney Azerbaycan’lı soydaşlarımızın sayısında bir artış oldu.

Irak Türkmenlerine söylemek istediğiniz son sözünüz nedir?  

                Zor günler geçiriyoruz. Türk dünyasına baktığımızda problemsiz hiçbir yer yok. Doğu Türkistan’da Çin mezalimi,  Karabağ’da Rus-Ermeni işgali, Güney Azerbaycan’da Fars şovenizmi, Suriye’deki iç savaş ve Türkmen katliamları, Rusya’da Türklere karşı uygulanan asimilasyon politikası… Tabi, en kötü durumda olan, iç savaş, hain komşuların baskıları, sinsi politikalar sonucu evini yurdunu terk etmek zorunda kalan veya bu ağır şartlarda mücadele eden Irak Türkmenleri… Tüm Türk dünyasının gözünü diktiği Türkiye’nin de durumu pek iç açıcı değil. Bu zorlu coğrafyada “eski müttefikleri” büyük devletler tarafından yalnız bırakılan Türkiye her an savaş tehdidi altında bulunmaktadır.  Ama Atatürk’ün dediği gibi, en zor şartlarda bile mücadele etmeliyiz  çünkü  “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!” Irak Türkmenleri diğer Türk kardeşlerinin onları unutmadığını, her zaman arkalarında olduğunu bilsinler. 

dsc_0292[1]-001.jpg20170602_105547-001.jpg

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.