26 Nisan 2024
  • İstanbul18°C
  • Ankara28°C

MAHİR ADIBEŞ: TURANA DOĞRU (7)

MÜZE ŞEHİR: BULGAR

Mahir Adıbeş: Turana Doğru (7)

28 Ekim 2015 Çarşamba 09:40

Bu gün 4 Ekim 2015 günlerden Pazar, Kazan’a gelişimizin dördüncü günü. Sabah erken kalkıp kahvaltıya indik. Aynı masadayız İbrahim Ulvi Yavuz, yüzü asık; dün küçük bir rahatsızlık geçirmişti, ondan olmalı. Ben takılıyorum, “Başkanım öz gardaşlarımızdan ayrılacağımız için üzgünsün sanırım?” Beni iyi tanır. Gülümsedi, “O da var tabi.” “Bu gün nasılsın?” Çatalı sağ eline aldı, “Akşam erken yattım, dinlendim. Sabah kalktığımda bir şeyim yoktu.” İran’dan İsmail ve Çılgın Muhammed, beraber geliyorlar, selamlaşıyoruz aynı masada oturuyoruz. Azerbaycan’dan Ekber Qoşalı her zamanki gibi gülümsüyor. Faik Balabeyli, yanında hediyeler getirmiş, bir kutu İran çayı veriyor. Küçük bir şiir kitabı uzatıyor, “Bu kitap benim balamın, askere yeni gitti…” Kitabı alıyorum. Rast gele bir sayfa açıyorum, “Her geden ardında bir gözleyen buraxar./Bazen/gözle meni/deyer…/bazen de/gözleme heyatınadevam et deyer…” Bu bölüm Tural Balabeyli’nin “Bütün Kişileri Men Bileceksen” adlı şiir kitabından.

Bu gün hava güneşli ama gece ayaz varmış dışarısı soğuk. Otelin önünde iki otobüs bizi bekliyor. İdil kıyısında bekleyen gemiye kadar getiriyorlar. Aslında bu araç daha çok ilkel bir deniz otobüsüne benziyor, oldukça uzun. Arka bölüm mazot kokuyor bizi öne alıyorlar. Arka ve ön bölüm arasında üç metre boyunda açık bir alan var orada sigara içiliyor. Oraya çıkanlar biraz sonra soğuktan titreyerek içeri girip camdan güneş alan bir köşeye büzülüp uyumaya başlıyorlar.

Yolculuk kısa sürecek gibi değil biz de o boşluğa çıktık. İdil’e baraj yapıldığından düz arazide dolgu yüzlerce kilometre uzaklara gitmiş, nehrin üzerinde koca gemiler yüzüyor. Bizim aracımız oldukça hızlı. İdil’in iki kenarı ormanlarla kaplı, yeşil, seyre dalıyoruz.

İçeride sohbet koyulaşmış! Kadir Karaman, Ferhat Koç, Hicabi Kırlangıç, İbrahim Halil Çelik, Bekir Soysal, Metin Önal Mengüşoğlu Şiir ve müzik faslını başlatmışlar ben de onlara katıldım. “İdil üzerinde türkü muhabbeti” dedik. Kadir Bey önce şiiri okuyor sonra türküsünü söylüyor, herkes şaşkın. Sözler ve beste kendine ait. Sonra rast makamında bir şarkı, “Geçmiyor günlerin hep adını anarak” diyor. Kadir Karaman’ı böyle kimse bilmiyordu. Meğer neler varmış neler…

İdil’de yolculuğumuz iki buçuk saat sürüyor. Bulgar şehrindeyiz. Şehir İdil Nehri’nin kıyısında... Aslında ortada bir şehir de kalmamış ya. Sovyetler döneminde aşırı baskılar sonucu şehir boşaltılmış. Şimdi beş bin kişi oturduğu söyleniyor ama çok dağınık, hatta yakın köylerde.

Güney Kapı’dan şehre girdik. Rehberimiz Zülfiye genç bir Tatar kızı. Bulgar şehri Tatarlar için önemli, ilk millet olma temellerini burada atmışlar. İlk gezimiz yedi katlı müzeden başlıyor. Girişte Kul Ali’nin heykeli. On üçüncü yüzyılın başlarında yaşamış. Kul Ali önemli bir şair. Biz geçmişimizi Kul Ali’nin şiirlerinden öğreniyoruz. Bulgaristan’ı kuran Türklerin buradan gittiğini söylüyorlar. Hatta Macar Türklerinin buralı olduğunu burada anlattılar. Daha doğrusu bu müzede çok bilgi var. Hatta atın bu topraklarda ehlîleştirildiği söyleniyor.

Tatarlar ’a İslam dini ilk olarak 922 de burada gelmiş. Gelen ilk sahabeler törenle karşılanmış. Yalnız sahabeden buraya gelenler olduğunda buradaki Türklerin İslam dininden haberleri olduğu kesin. Bunun da tüccarlar vasıtasıyla önceden bilindiği anlaşılıyor. Hatta ilk sahabeden gelenlerin geldiğinde burada ezanlar okunduğu bile söylenenler arasında.

Moğollar bu topraklara akın ettiğinde her tarafı yakıp yıkmışlar. Sonradan Timur da aynı şeyi yapmış. Altınordu Devletinin yıkılmasından sonra onun devamı olarak küçük hanlıklar kurulmuş, Kırım Hanlığı, Kazak Hanlığı gibi.

Bu arada müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Bir ördek ve anlamadığımız şeyler karşımızda; Zülfiye anlatıyor: Her taraf su, dünyada kara parçası yok. Ördek suyun altından toprak çıkarıyor ve ada kuruyor. Sonra adada yumurtluyor, yavru çıkarıyor, hayat devam ediyor.

Müzenin duvarlarında bu ülkenin geçmişi inceden inceye işlenmiş. Tarih burada taşa kazılmış.

Bu şehir hamamlarıyla ünlü. On ikinci yüzyılda şehirde merkezi ısıtma mevcut. Hamamlar o dönemde yalnız yıkanmak amaçlı kullanılmıyor. Birçok işin yapıldığı, yazışmaların bile buradan yapıldığını biliyoruz.

Buraya Hristiyanlık (Ortodoks), İslamiyet’ten yetmiş iki yıl sonra gelmiş. Şimdi karışık yaşıyorlar. İki dinin bayramlarını da ortak kutluyorlar. O yüzden oldukça fazla bayram ve tatil oluyormuş.

Hemen her yerde kiliseyle cami yan yana ya da karşı karşıya kurulmuş.

Eski yazılar ve resim müzesini geziyoruz. Üst katında çok büyük bir kuranı kerim sergileniyor.

Şehir UNESKO tarafından koruma altına alınmış. Kazılar yapılıyor. Yaklaşık üç-dört metre toprağın altından kalıntılar çıkmaya başlamış. Şehirde yeni yapılanmaya müsaade etmiyorlar.

Büyük Meşit (Ulu Cami) on dördüncü yüzyılda Moğol istilasında yıkılmış. Tamamen ortadan kaldırılmış. Şimdi yeri işaretlenmiş. Minaresinin yerine o nsekizinci yüzyılda kilise yapılmış. Camiye bir minare yapılmış ve etrafı duvarlarla çevrilmiş. Sadece cami yeri olduğu belli olsun diye bunlar yapılmış.

Zamanında Müslümanlar Rus lideri Vilademir’e gidip, Müslüman olmasını istemişler. “Olur” deyip şartlarını soruyor. Her şeyi kabul ediyor. Sıra şarap içme, meselesine gelince “işte o olmaz” deyip vazgeçiyor.

Bulgar şehrinde bir sahabenin olduğu söylenen bir türbe mevcut. Sahabenin Emeviler zamanında öldürülecek endişesiyle buraya göçtüğü söyleniyor. Şehir koruma altına alındığından her tarafı ziyarete açık değil. Çoğunu uzaktan görüyoruz.

Akmescit Bulgar şehrinin yakınında. Çok büyük ve Tac Mahal örnek alınarak yapılmış. Yakınında fazla yerleşim yeri yok. Sorduk, “Çok eskiden burada şehir varmış, bu caminin yapıldığı yer de eskiden de camiymiş,” dediler. Akmescit, alabildiğince uzanan düzlüklere beş vakit ses veriyor…

Vedat Güneş “Müdür müdür müdür” kitabını uzatıyor. Kişisel gelişim kitabı. Bekir Soysal hazırladığı, “Dede Korkut Anıt Duvarı” tanıtım kitabını veriyor. Bütün hikâyeleri adeta taşlara kazımışlar. Çok hoş bir çalışma. İyi bir ekip çalışması yapılmış.

Kazan’dayız, elimde not tuttuğum defter ve kalem bir şeyler karalıyorum. Beni bu şehire bağlayan bir sebep var ama bulamıyorum.

“Keşke anlatmasaydın ihtiyar falcı;

Neyi çok gördümse sırtımda sancı,

Açma yaramı, yara derinde bacı,

Ellerim sende kalsın,

Bana yalan söyle ihtiyar falcı.

Elimde, avucumda ne varsa al, senin olsun.

Yüreğimde karanlık tek nokta bırakma,

İşte sen o noktanın içinde yaşıyorsun…

Geleceği sakın anlatma, acı,

Bana yalan söyle ihtiyar falcı.”

(M.Adıbeş,Falcı/2 Ekim 2015/Kazan-Tataristan)

Türkiye’den katılımcılar arasında TYB’nin Kahraman Maraş, Erzurum, Trabzon gibi bazı şubelerinden temsilci olmadığının farkına vardım. Hadi hepsi neyse de Maraş’ta şair yok kimse diyemez. Bir buçuk yıl önceki “Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı” gezimizde Maraş’ta tam bir şiir şöleni olmuştu. Tadı hepimizin damağında kaldı. Sorduğum kişilerden cevap alamadım…

Turana doğru bir adım daha attık Kazan’da, olumlu mu olumlu. Şölene katılanlar birbirlerini gördü, tanıdı, konuştu ve anlaştılar. Edebiyat bütün Türkler arasında ortak dil ortak kültür, ortak sevda “Kültür Birliği”. Sanırım bu amaç, hedefe bir adım daha yaklaştırdı. Orada geçen dört gün, şölene katılan yirmi ülkeden şairler tarafından bütün Türk Dünyasına “dilde, işte, fikirde” birlik mesajları verdi. Türkiye’yi görmemiş olan millettaşlarımız bir an önce gelmek için can atıyorlar.

Gece yarısı çoktan geçmiş, Kazan uykudayken biz sessiz sedasız şehirden ayrılıyoruz. Kazan’ın ışıkları gerilerde kalıyor.

 

BİTTİ

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.