25 Nisan 2024
  • İstanbul23°C
  • Ankara28°C

MERVE CAN DEĞERLENDİRDİ: “BUDALA” ÜZERİNE NOTLAR

Büyük üstad Dostoyevski’nin Budala romanını, çelikten bir empati gömleğiyle okumak gerekiyor. Zira ben kitabı zorlanarak okuyordum ta ki Prens Aglea ve Nastasya arasında bir uçurumda kalana dek.

Merve Can Değerlendirdi: “Budala” Üzerine Notlar

02 Ekim 2018 Salı 14:19

Oradaki keskin hatlara sahip ikilem beni satır aralarındaki gizli dehlizlere çekti.
 
Kitabın derinine inebildim. Kendimi hiç yapmadığım kadar Prens’in yerine koyarak okudum son sayfaları ve kitabın dört yüz sayfasının oluşturamadığı tesiri son yetmiş sayfa oluşturdu.
 
Empati kurmayı ve o dehlizleri fark etmeyi perdeleyen başlıca sebep, karakter isimlerinin ve olayların romanı çok bulandırması olabilir. İsimler çok uzundu ve karmaşıktı. Kimi zaman asıl isimler kullanılırken kimi zaman kısaltmalar tercih ediliyordu. Bu yüzden isimler, karakterler ciddi manada birbirine karışıyor. Kitapta hatrı sayılır derecede yol kat etmiş olmama rağmen hala kim kiminle evli, kim kime düşman, kim kime oyun oynuyor…
 
Bunları ayırt edebilmiş değildim. Bir süre sonra da ayrı ayrı karakterler ve kişiler hissi ölüp entegre olmuş tek bir karakter hissi diriliyor. Olay örgüsü birbiriyle örtüşüp tamamlanıyor ama gereksiz olaylar epey fazlaydı. Yani bir çok olay kitabın akışına ya da karakterlerin inşasına işçilik yapmıyordu. Kitap rafine edilse seksen doksan sayfalık kaliteli bir roman çıkabilir. Bu oturmamış demirbaşlarla sisli, puslu bir girdap etkisi yarattı Budala. Kitabın dili engelsiz ama karakterler ve olaylar sağlam bir zemine inşa edilmedikleri için akıcılık ve sürükleyicilik bir yerden sonra baltalanıyor. Kitabı elime alırken hissettiğim şey tam olarak şuydu; uçarı bir hızla dağın tepesinden iniyorum ve büyükçe bir nilüfer yaprağına atlayıp azgın suda yüksek hızla saatte bilmem kaç kilometre ivme alıyorum. Ama öyle olmadı.
 
Gerçekte olan şuydu; uçarı bir hızla dağdan indim ve yarıya kadar su dolu bir leğene atladım. Yani okuyucuyu alıp başka başka yerlere götürmüyor. Bazıları ‘bu sadece bir kitap, bu kadar şey beklemek mantıksızlık’ diyor olabilir ama şunu da belirteyim ben kendi kendime beklenti içine girmedim. Beni Suç ve Ceza’yla bu beklentiye Molla Dostoyevski soktu. Bir de kitapta zaman mefhumu çok eksik. Zaman sıkıntısı yaşatan yerler oldukça fazla. Şu an sabah mı, akşam mı, öğle mi, gece mi diye okuyucunun aklında sorular ürerken o an tamamıyla gölgeleniyor malesef. Bu puslu girdabın içinde, diri bir anlatımla gerçeklik çizgisine yakınlaştırılmış Prens’in hastalığı göze çarpıyor. Çektiği azap, vücudunun maruz kaldığı işkence, nöbet anları, rahatsızlığının psikolojisindeki etkisi güzel anlatılmış. Bunun da cevabı şu muhtemelen; Dostoyevski kendisi de sara hastasıdır. Bu yüzden gerçekçi ve etkileyici bir anlatımı, bu hastalıkta yakalamış olabilir. Daha sonra Prens’in etrafındaki herkesin, Prens’in yüzüne gülümseyerek arkasından onlarca dolap çevirmesi sarsıcıydı. İnsan güven halatını kimin yüreğine kamçılayacağını şaşıyor.
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.