19 Nisan 2024
  • İstanbul13°C
  • Ankara14°C

PROF. DR. ÂDEM EFE: MEHMET ÂKİF ERSOY'UN DİNİ ŞAHSİYETİNİ OLUŞTURAN FAKTÖRLERDEN BİRİ: AİLE OCAĞI

Prof. Dr. Âdem Efe: Mehmet Âkif Ersoy'un Dini Şahsiyetini Oluşturan Faktörlerden Biri: Aile Ocağı

02 Ekim 2017 Pazartesi 17:19

Çoğu büyük sanatkârlar gibi Mehmet Âkif Ersoy’un hayatını, kimliğini, kişiliğini, kendi eserinde, Safahat’ta, bulmak mümkündür. Bu gerçekliği kabul etmekle birlikte millî şairimiz Âkif’in hayatını, dinî şahsiyetini ve onu oluşturan faktörlerden biri olan aile ocağını, bizzat kendi ifadeleriyle, ele alarak değerlendirmenin gerekli ve yerinde olduğunu düşünüyorum.

Mehmet Âkif, hicri 1290 yılı Şevval ayında (22 Kasım veya 20 Aralık 1873) İstanbul’un geleneksel semtlerinden olan Fatih/Sarıgüzel Mahallesi/Nasuh Sokağı’nda ailesine ait 12 numaralı evde doğmuştur. Babası, oğluna, ebced hesabına uygun olarak Mehmet Ragiyf” ismini vermiştir.[1] Âkif, bir röportajında ismi konusunda şunları söyler: “Babamın bana koyduğu asıl ad Mehmet Âkif değil, Mehmet Ragiyf’ti. “Ragiyf” bir nevi ekmek demektir. Ben dünyaya geldiğim zaman babam

bana öyle bir kelime aramış ki ebced hesabıyla doğum tarihini göstersin. Onun için Ragiyf ismini vermiş. Bu adı beğenmemiş olmalı ki annem, beni Âkif diye çağırırdı. Babam da ölünceye kadar Ragiyf dedi, ama nüfus tezkeremde Âkif yazılı. Arkadaşlarım beni Mehmet Âkif bilir.”[2]

Babasının ölünceye kadar Ragiyf demesine rağmen nüfus kâğıdına Mehmet Âkif olarak geçmiştir. Âkif, İstanbul’da doğmuş olmasına karşın babasının memuriyeti münasebetiyle nüfus kâğıdının Çanakkale/Bayramiç’te çıkartılmasından dolayı, doğum yeri, olarak Bayramiç ilçesi kayıtlıdır.

Mehmet Âkif’in babası Fatih medresesi müderrislerinden Arnavutluk’un İpek kasabasının Suşişe köyünden, “ümmi”, “yarı vahşi” bir Arnavut olan Nureddin Ağa’nın oğlu Mehmet Tahir Efendi(1826-1888)’dir. İpekli Tahir Efendi çok temiz ve titiz bir adammış. Ayrıca Fatih Medresesi’nde dersiâm iki Tahir Efendi olduğundan arkadaşları, ona, diğerinden ayırt etmek için ‘Temiz Tahir Efendi’ derlermiş.[3]

Tahir Efendi, o sıralarda kocası Derviş Efendi’nin ölümüyle dul kalan, iffet ve namusuna herkesin şahit olduğu Emine Şerife Hanım’a talip olmuştur. Emine Şerife Hanım (1836-1926) ise anne ve baba tarafından Buharalı bir ailenin kızıdır. Kocasından evvel iki oğlunu da kaybetmiş, bir kızıyla İstanbul’da kalakalmıştır.[3] Âkif, çok sevdiği annesi hakkında şunları söyler: “Annem Şerife Hanım’ın annesi de babası da Buharalı’dır. Fakat kendisi Anadolu’da doğmuştur. Bundan 140 yıl kadar önce Buhara’dan ‘Hekim Hacı Baba’ adında biri memleketimize geliyor, Boyabat’ta evleniyor. Sonra karısını alıp Tokat’a gidiyor, ticaret için olacak. İşte benim anneannem bu Buharalı babadan ve Boyabatlı hanımdan oluyor. Dedem anneannemi gene Buhara’dan gelen tacir Mehmet Efendi ile evlendiriyor. Annem bunların kızıdır. Amasya’da çocukluğunu ve gençliğini geçirmiş ve sonra ilk kocası ile beraber Tokat’a gelmiştir. Bir müddet geçince İstanbul’a geliyorlar; Sarıgüzel’deki evimizi alıyorlar ve orada yerleşiyorlar. Pek az sonra annemin kocası ölüyor ve dul aklıyor. O zaman annem, babam Tahir Efendi ile evleniyor.”[5]

İbnu’l-Emin, Âkif’in babasının ve annesinin fazileti hakkında şunları söylemektedir:

“Salih, fâdıl, vefi, sahi (cömert), alicenap, mürüvvetkar, müstakim bir üstad-ı kamildi. Bir aile efradı gibi senelerce beraber yaşadık. Hadidülmizac, seriulinfial olduğu halde bizi hiçbir surette incitmedi. Aslen Buharalı olan refikası da hüsnü ahlak sahibi muhterem bir hanımdı. Tam manasıyla Müslüman Türk kadını idi. Sağlam bünyeli, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli ve derin görüşlü, bir kadındı. İtikadı bütün bir müslümandı. Beş vakit namazını ihmal etmez, ibadetlerinden haz duyar,

itikatlarını yaşar, iyilik etmekten, iyilik etmek için koşmaktan haz duyan ince hisli, yüksek ruhlu bir insandı. Cenab-ı hak ikisini de mazhar-ı rahmet buyursun.”[6]

Âkif, vefatından dört ay önce verdiği mülakatlarda kendisine ilk dini telkinlerini aile, mahalle ve okul çevresinden aldığını ifade etmiştir. Bu konuda özellikle dindar anne ve babasının kendisi üzerinde olumlu etkilerine dikkat çekmiştir. “İlk dini terbiyemi veren, ev ve mahalle, iptidai, rüşdi tahsilden aldığım telkinler olmuştur. Bilhassa evin bu husustaki tesiri büyüktür. “Annem çok abid, zahid bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dini salabetleri vardı. İbadetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı. Pederim, Nakşi şeyhlerinden Hacı Feyzullah Efendi’nin müridlerinden idi. Annemin tarikate intisabı yok. Babam bana tasavvuf telkininde bulunmadı.”[7] Hakkın Sesleri’ndeki manzumelerinden birinin haşiyesinde de babasından şöyle bahseder:

“Babam Fatih müderrislerinden Hoca Tahir Efendi merhumdur ki benim hem babam hem de hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim. Şiirin daha iyi anlaşılmasına, merhum da vesile olur diye bu açıklamayı yazmağa mecbur oldum”[8] der.

Yukarıda da ifade edildiği gibi babasının Nakşbendî olmasına karşın Âkif daha sonraki hayatında da hiçbir tasavvufi gruba intisap etmemiştir. Ali Nihad Tarlan “Âkif tamamen şeriata bağlı olup, tasavvufu ruhen yaşamış bir insan gözüküyor… Ne var ki içini daima sızlatan millet ve vatan sevgisi, bu madde asrında tasavvufun bir kurtuluş yolu olamayacağı kanaatiyle ruhunun bu cephesini bize ifşa etmesine imkân vermiyor. (…) “O çok takdir ettiği İkbal gibi, tasavvufun dinamizmini keşfedememişti. Nakşibendi tarikatine mensup olan babası da onu tasavvuf terbiyesi vermemişti. Verse idi belki de onun, hakim tarafı akıl ve mantık olan mizacına uygun düşmeyecekti. Tasavvuf onda bir iç meselesi idi. Çok geniş ve şuurlu tesâmühü de belki buradan geliyordu.”[9] Nurettin Topçu da Âkif’in yurttan ayrıldıktan sonra hasret ve hicranın da sebebiyle din idealinde tasavvufa doğru bir yükseliş olduğunu söyler.[10]

Babası Tahir Efendi’nin bir diğer özelliği de onun bir Osmanlı geleneği olan “Huzur Dersleri”ne muhatap olarak katılan âlimlerden olmasıdır. Bilindiği gibi huzur dersleri Osmanlı Devleti kurulduğundan beri her Ramazan ayında padişahların da katıldığı tefsir toplantılarıdır. Bu dersler, Sultan Üçüncü Mustafa tarafından 1758’de kanuna bağlanmıştır. Kur’an’dan bazı ayetleri açıklayan bir hocaefendi ile onu dinleyen ve yeri geldiğinde birtakım sorular sormak suretiyle konunun açılmasını ve ilmi bir platforma dönüşmesini sağlayan on beş âlim (Muhatap) katılmaktadır. Bu on altı âlim her ders değişmekte, padişah ve diğer davetliler de dinlemektedir.[11]

Âkif’in içinde yaşadığı ailesinin temel özelliklerinden birisi de anne ve babasının çocuklarıyla yakından ilgilenmesidir. İlk eşinden olan çocuklarını kaybeden Şerife Hanım, Âkif ile Nuriye’yi derin

bir sevgi ve şefkatle büyütüyordu. Tahir Efendi de çocuklarıyla çok meşgul oluyor ve onları her bakımdan en güzel şekilde terbiye etmeye çalışıyordu. Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını kendi elleriyle yıkar, kızı Nuriye’nin saçlarını kendi elleriyle tarar, sahleplerini pişirip içirir ve mekteplerine gönderirdi.[12]

Annesi İsmet Hanım da oğlu Âkif’ten devamlı ‘hocazadem’ diye bahsederek, ona olan muhabbetini göstermiştir.[13]

Mehmet Âkif’in çocukluğu dindar, sâf, âbid ve zâhid bir Müslüman çevrede geçmiştir. İçinde doğup büyüdüğü bu çevre şairin kişiliğini, karakterini ve dünya görüşünü derinden etkilemiştir. Süleyman Nazif bu durumu şöyle tasvir etmektedir: “Maişet-i mütekaddimesinin eşkâlini zamanın icâbât-ı tabiiyyesi az çok ta’dîl etmekle beraber, ilk devre-i hayatının esasını ve ruhunu asla tağyîr etmedi.”[14] Buradan anlaşıldığına göre Âkif’in dini hayatının teşekkül edip gelişmesinde çocukluk döneminde ailesinden özellikle babasından aldığı dini bilgilerin ve yaşayış biçimlerinin çok önemli katkısının olduğu muhakkaktır.[15]

İyi bir eğitimci olan Tahir Efendi iki çocuğunun da manevi eğitimlerine ayrı bir özen göstermiştir. Onların dini, ahlaki ve kültürel değerleri yerinde görerek anlayıp kavramaları için yakınlarında bulunan Fatih Camii’ne götürmüştür. Âkif, Fatih Camii adlı şiirinde kız kardeşiyle birlikte babasının iki yanında mutlu bir halde camiye gittikleri o günleri 38 yaşlarında iken şu şekilde dizelere dökmüştür:

“Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,

Sizinle camie gitsek çocuklar erkence.

Giderseniz gelin amma, namazda uslu durun

Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun.”

Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi

Nazma durdu mu haliyle koyverir peşimi

Dalar giderdi. Ben artık kalınca azade

Ne aşıkane koşardım hasırlar üstünde

Hayal otuz sene evvelki hal-i pişimden

Geçirdi başladım artık yanımda görmeye ben;

Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak

Vücudu zinde, fakat saç sakal ziyadece ak

Mehib yüzlü bir adem: Kılar edeble namaz;

Yanında küçücük kızcağızla pek yaramaz

Yeşil sarıklı bir oğlan ki, başta püskül yok.

İmamesinde fesin bağlı sade bir boncuk

Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır

Biraz geçer, yine rayet misali dalgalanır.

Koşar koşar duramaz…Akibet denir “amin”

Namaz biter. O zaman kalkarak o pir-i güzin,

Alır çocukları, oğlan fener çeker önde

Gelir düşer eve yorgun dalar pek asude

Derin bir uykuya.”

Çocukluğunda camiye giden Âkif daha sonraki dönemlerinde camiye gitmeyi sürdürmüştür. “Gidip de öğleyi Fatih’te kılmak istiyoruz”, “Geçende Fatih’e çıktık ikindiüstü biraz”, “Alıp dolaşmadayım yatsı vakti dünyayı” gibi ifadelerinden onun inançlı ve ibadetlerini camide eda etmeye çalışan bir şahsiyet olduğunu çıkarsamak mümkündür.

Öz olarak dindar bir ailede, çevrede yetişen Âkif, tıpkı ailesi gibi samimî dindar bir şahsiyet olarak yaşamış ve o şekilde vefat etmiştir. Kendisi üzerinde büyük emeği olan anne ve babasını hayatının her aşamasında derin bir sevgi ve saygıyla yad eden Âkif, özellikle babasını Safahat’ın birçok yerinde doğrudan veya dolaylı olarak anmış, okuyuculardan babası için dua istirham etmiştir. Böyle kuvvetli bir dindarlığın yaşandığı ailede yetişen Âkif’in dini şahsiyeti konusunda M. Cemal “O, dini bir sanatkâr gibi değil bir mütefekkir gibi sevmiştir”[16]. der. Jaschke de “Mehmet Âkif’i, sağlam, sarsılmaz hatta biraz çocuksu inançlı tam bir Müslümandı.[17] şeklindeki ifadesiyle onun dinî şahsiyetini değerlendirir.

Tahir Efendi oğluna hiçbir konuda baskı uygulamamış, hatta Rüşdiye’den sonra gideceği okulu bile onun tercihine bırakmıştır. Özgür seçimiyle Âkif, devrin gözde okullarından Mülkiye’yi tercih edecek, idadi kısmını bitirdikten sonra, yüksek kısmının birinci sınıfına devam ederken babasını kaybedecektir (1888). Bunun ardından Sarıgüzel’deki evlerinin yanması ile mülkiyeli Âkif maddi bakımdan çok zor bir durumda kalacaktır. Genç yaşta evin bakımı ve idaresi ile karşı karşıya kalan Âkif, o yıllarda mülkiye mezunlarına hemen iş verilemediğinden yeni açılan ve mezunlarına hemen bir iş verileceği vaat edilen Mülkiye Baytar Mektebi’ne birkaç arkadaşıyla beraber kaydolur.[18] Bu okulu bitirir bitirmez atanır ve mesleği sayesinde Anadolu’nun birçok yerini dolaşarak Türk toplumunu yakından tanıma fırsatı bulur. Bu ara cümleden sonra tekrar aynı konuya dönersek Âkif, babasının ve Hoca Kadri Efendi’nin telkinleri ile yabancı bir dil öğrenmenin önemini çok çabuk kavramış, dile karşı olan kabiliyeti ile gerek Rüşdiye’de gerekse Mülkiye’nin idadi kısmında Arapça, Farsça ve Fransızca derslerinde akranları arasında daima birincisi olmuştur. Küçük yaşarından itibaren babasından Arapça ders aldığı için dört dili kullanabilecek seviyeye ulaşmıştır. Âkif Baytar Mektebi’nde okurken bir yandan derslerine çalışırken bir yandan da ortaokul yıllarında başladığı hafızlığını tamamlamaya çalışıyordu. Mektebi bitirdikten kısa bir süre sonra hafızlığını ikmal etmiştir. Kendi deyimiyle “demir hafız” olmuş, hatta hatimle teravih namazı kıldıracak seviyeye ulaşmış ve dostlarına da “arkamda teravih namazı kılacak cemaat gönderin” demiştir. Anlaşıldığına göre Âkif, ailesinden ve mahallesinden aldığı dini eğitim ve daha sonra Baytar Mektebi’nden öğrendiği pozitif bilimler ve yine babasının ve hocalarının telkinleri ile öğrendiği yabancı diller sayesinde çok yönlü bir aydın olmuştur.

Şairimiz, 1314/1894 yılında Baytar Mektebi’ni bitirdikten sonra, 24 yaşında iken her bakımdan iyi yetiştirilmiş, kibar bir İstanbul hanımefendisi olan Müneccimbaşı sülalesinden Tophane Amire-i

veznedarı M. Emin Bey’in 20 yaşındaki kızı İsmet Hanım ile evlenmiştir. Parantez arası bir cümleyle Âkif’in kayın validesinin, Refik Halid Karay’ın babasıyla kardeş çocukları olduğunu burada zikredelim.[19] Âkif’in İsmet Hanım ile evliliğinin ilk yılında Cemile[20], dünyaya gelir. Daha sonra Feride, Suad, Emin, Tahir isminde dört çocuğu daha olur. Dostlarının ifadesine göre bazen Âkif’in evinde çocuk kalabalığından geçilmezmiş. Bu konuda şöyle bir olay anlatılır. Âkif, Baytar Mektebi’nde iken çok sevdiği bir sınıf arkadaşı ile “ileride evlenir çoluk çocuğa karışır ve emr-i Hakk vaki olur da birimiz önce vefat ederse sağ kalan diğerinin çocuklarına sahip çıksın” diyerek, sözleşirler. Arkadaşı ondan önce vefat edince Âkif, vermiş olduğu sözünü yerine getirerek arkadaşının çocuklarının bakımını üstlenir.

Şair, Mısır’daki ikameti sırasında da eşinin hiç geçmeyen nefes darlığı ve asabi bir hastalığa yakalanması, çocuklarının başıboş kalması, hasret, hicran ve maddi sıkıntılar sebebiyle çok sıkıntı çekmiştir. Peygamber aşığı, mücâvir, şair Ali Ulvi Kurucu, İsmet Hanım’ın hastalığı hakkında Hatıralar’ında Yozgatlı İhsan Efendi’nin ağzıyla şunları anlatır:

“Âkif Bey’in bir talihsizliği vardı ki, hiç sormayın! Âkif Bey çileli bir insandı. İnsan evlenir, mes’ud olur, rahat eder, zihnini, vücudunu dinlendirir. Dışarıda yorulup üzülse, evinde teselli bulur, rahat eder, Fakat Âkif’in evi, maalesef bir matem hane idi. Hanımı, bilhassa son zamanlarda, had safhada sinir rahatsızlığına dûçar olmuştu. Evhamlar içindeydi. Sinir krizleri geçiriyordu. Devamlı ilaç kullanırdı.

Zevcesi, Âkif Bey’in ikinci bir hanımı olduğuna kâni idi. Âkif Bey:

“Hanım bütün hafta beraberiz, bir Cuma günü namaza, İhsan Efendi’ye gidiyorum. İstersen oraya da gel beraber gidelim, seni de evine bırakırım…” dese de fayda etmez; kadıncağız

“Aaa, ben uyuduktan sonra, sen gidiyorsundur…” dermiş.

Hatta komşularda düğünler olur, defler duyulunca:

“Âkif’in düğünü oluyor.” dermiş. [21]

(…)

Sonuç olarak Âkif içinde doğup yetiştiği aile ocağı sayesinde, sarsılmaz ve güçlü bir iman sahibi, son derece samimi ve dost canlısı, vefalı, diğergam, maddeci hayat anlayışından uzak ve oldukça cömert, asla yalan söylemeyen, her daim verdiği sözü tutan, şükreden ve her haliyle, söz ve davranışlarıyla “örnek” bir insan olmuştur. Bunların yanı sıra gerek mesleği icabı gerekse Milli Mücadele esnasında Anadolu’yu ve bazı toplumları yakından tanıyan Âkif, deyim yerindeyse kendini toplumuna adamıştır. Bir başka deyişle uzun süreden beri birçok sorunla çalkalanan İslam dünyasının ve içinde bulunduğu Türk toplumunun problemlerine çözüm bulmak amacıyla adeta kendisini kaybetmiştir. Bu cümleden olarak onun toplumu kurtarmak için kendi aile bireylerini ihmal ettiğini dahî söylemek mümkündür.

***

**

*

 

 

 

[1] Rı: 200 + gayn: 1000 + ye: 10 + fe: 80: 1290.

[2] Emin Erişirgil, Ölümünün 50. Yılında İslamcı Bir Şairin Romanı, Yay. Haz.: Aykut Kazancıgil-Cem Alpar, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1986, s. 29.

[3] Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1986, s. 157; Beşir Ayvazoğlu ve diğ., Mehmed Âkif ve Safahat,  Tercüman Yay., İstanbul 1986, s. 5.

[4] Ayvazoğlu ve diğ., s. 5.

[5] Erişirgil, s. 29; Mithat Cemal ise farklı bir bilgi aktarmaktadır. Ona göre Emine Hanım’ın babası Buharalıdır ve Buhara’dan hacca giderken Amasya’da ölüyor; orada bulunan Şirvani Rüştü Efendi, Emine Hanım’ı yanına alıyor, İstanbul’a getirip konağında biriyle evlendiriyor; bu zat bir süre sonra vefat ediyor, dul kalan Emine Şerife Hanım İpekli Tahir Efendiye varıyor. Bkz. Mithat Cemal, s. 158.

[6] İbnu’l-Emin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul 1980, s. 81.

[7] Eşref Edib, Mehmed Âkif Hayatı ve Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Asarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı, 1357-1938, (Nevzat Ayas’a ait yazıdan) ,İstanbul 1938, s. 558-559.

[8] Süleyman Nazif, Mehmet Âkif, Amedi Matbaası, İstanbul 1924, s. 4.

[9] Ali Nihad Tarlan, Mehmet Âkif ve Safahat, İstanbul 1971, s. 48-49.

[10] Geniş bilgi için bkz. Nurettin Topçu, Mehmet Akif, Hareket Yay., İstanbul 1970, s. 69.

[11] Ahmet Faruk Kılıç, Milli Yürek, Değişim Yay., Sakarya 2008, s. 10.

[12] Kılıç, s. 11.

[13] Mithat Cemal, s. 159.

[14] Süleyman Nazif, s. 4.

[15] Vahit İmamoğlu, Mehmet Âkif ve İnanan İnsan, Ravza Yay., İstanbul 1996, s. 14.

[16] Mithat Cemal, s. 213.

[17] Gotthardt Jaschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, Çev.:Hayrullah Örs, Bilgi Yay., Ankara 1972, s. 17.

[18] Ayvazoğlu ve diğ., s. 7-8.

[19] Erişirgil, s. 403.

[20] Âkif, Bebek yahud Hakk-ı Karar” isimli şiirinde:

“Bizim Cemile Feride’yle bir sabah gelerek,

Unutma bey baba, akşam bize birer hotozlu bebek,

Getir kuzum…” dediler. Ben de kızların keyfi,

Kırılmasın diye reddetmedim şu teklifi”. ifadeleri ile kızlarının ismini zikreder.

[21] Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 1, Der.: M. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yay., 9. Baskı, İstanbul 2011, s. 377-378.

Fotoğraflar

 fgh-001.jpg

Âkif’in eşi İsmet Hanım

 

ujuuyhh.jpg

Mehmet Âkif ve oğulları Tahir ile Emin

 

kljklsj.jpg

Âkif’in kızları Feride ve Suad[1]

 

[1] Mehmet Âkif kızı Suad Hanım’a yazdığı bir mektupta şunlardan bahseder.

 

“… Nasıl oruç tutuyor musun, yoksa güzel güzel yiyip içiyor musun? Tahir geçen sene bütün Ramazan’ı tuttu. Emin Mısır’a geleli beri Ramazanları tamamıyla oruçlu geçiriyor. Annen Allah nasip ederse Nisanda İstanbul’a gelmek istiyor. İnşallah bir mani zuhur etmez de hem altı ay kadar tebdil-i hava etmiş, hem kızlarını, torunlarını görmüş olur. Tabiî sen de bir ay olsun kendisinin yanında oturursun değil mi?” 

 

 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.