18 Nisan 2024
  • İstanbul18°C
  • Ankara24°C

PROF. DR. ÂDEM EFE MİLLÎ YÜREK MEHMET ÂKİF, ÂSIM VE ÂSIM’IN NESLİ

Prof. Dr. Âdem Efe Millî Yürek Mehmet Âkif, Âsım ve Âsım’ın Nesli

16 Eylül 2017 Cumartesi 15:48

Millî yürek Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) I. Meşrutiyet ilân edildiğinde (1876) 3 yaşında bir çocuk; II. Meşrutiyet (1908) ilân edildiğinde 35 yaşlarında; I. Dünya Savaşı yıllarında 41 gibi olgunluk yaşlarının başlangıcında; Cumhuriyet ilân edildiğinde ise 50 yaşlarında olan Türk siyasal ve kültürel tarihinin önemli devirlerini yaşamış, Arnavut kökenli bir babadan ve Buhara’dan göç etmiş bir anneden, İstanbul’un Fatih gibi dindar bir muhitinde, doğmuş bir Türk şairi, davasına inanmış bir adam, milli yürek ve aydındır.

II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı Devleti için en buhranlı ve çalkantılı bir devrin yer aldığı siyasal ve tarihi bir süreçtir. Yine bu dönem devletin her bakımdan çöküşe doğru gittiğinin farkedilip bu uğurda ne gibi tedbirler alınması gerektiği konusunda devlet adamlarının, aydınların, edebiyatçıların vb. gibi farklı kesimlerin, “Bu devlet nasıl kurtulur ya da kurtarılır? sorusuna cevap aradıkları, bir reçete sundukları bir devirdir. Bu dönemin başat düşünce akımları olarak Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük sayılabilir. Bunlara Osmanlıcılık’ı, Meslek-i İctimailik’i ve Sosyalizm’i de eklemek mümkündür. Bu cereyanlardan her birisinde kendi sundukları reçeteler uygulandığı devletin kurtulup eski haşmetli günlerine kavuşacağı düşüncesi vardır.

Söz konusu düşünce akımlarının öne çıkardıkları dünya görüşlerini doğaldır ki elinizdeki bu kısa yazıda değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü bu düşünce akımları Osmanlı-Türk siyasal, kültürel ve düşünsel hayatında büyük bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkmışlar, o dönemde büyük bir görev icra etmişler ve hatta bugün de mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Bu bakımdan söz konusu akımları şimdilik paranteze alarak Mehmet Âkif’in düşünce eylem dünyasını etkileyen cereyan kadar kişiliğinden, karakterinden bahsetmenin yerinde olacağını düşünüyorum.

Milli şairimiz birçoklarına göre İslâmcılık akımı içinde yer alsa da birçok akımın görüşlerini düşünce dünyasında bir araya getirmiş bir aydındır. Batının iyi taraflarını,

 

“Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını

Veriniz hem de mesainize son süratini.

Çünkü kâbil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin, yalnız,

İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin,

Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için

Kendi mahiyyet-i ruhunuz olsun kılavuz

Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.”

 

Derken katı bir Batıcılık taraftarlarından ayrı düşünüyordu. Öte yandan 1912 Balkan Savaşları sonucu Hıristiyan unsurların sırf kavmiyetçilik iddiasıyla devlet-i aliyyeden kopmalarını görerek ırkçılığı, kavmiyetçiliği onaylamamış buna karşın devleti bir arada tutacak Türklük ve İslamlık unsurlarının rahatlıkla birleştirilebileceğini nesir ve şiirlerinde ortaya koymuştur. Âkif, kendi milletini diğer Milletlerden üstün görme esasına dayanan ırkçılığın, kendi ifadesiyle “fikr-i kavmiyet”in daima karşısında olmuştur. Ona göre böyle bir iddia dinde olmadığı gibi küfürdür de. Zira üniversel bir din olmak itibarıyla İslâm dinin, insanlar arasında ırk, soy, sosyal sınıf vb. farkları gözetmez. Âkif, “Allah’ın katında en değerli insan Allah’a kulluk vazifeleri bakımından en çok sakınanlardır.” Ayetini çok iyi bilmektedir. Zira kendisi erken yaşlarda başlamış olduğu hıfzını Baytar Mektebi’nde tamamlamış bir dindardır. Hatta zaman zaman çevresine “arkamda hatimle teravih namazı kılacak bir cemaat gönderin” diye haber saldığı da olurmuş. Parantez arası bu cümleden sonra tekrar aynı konuya dönelim. TBMM’nin 20 Şubat 1338 (1922) tarihli celsesinde Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılmış olan Antalya mebusu Hamdullah Suphi kürsüden konuşuyor:

“… Yemin ederim. Bütün milletim arasında geçirdiğim muayyen itikada malik olanlara dindarâne hürmet göstermişimdir. Aranızda Burdur mebus-i muhteremi Mehmet Âkif Bey’le ben birbirine mütenakız görülen bir yolda senelerce çarpıştık. Kendileri milliyetperverliğin daima aleyhinde enfes şiirler yazmışlardır.”

Mehmet Âkif Bey (Burdur)-“Ben kavmiyet aleyhinde yazan bir adamım, milliyet aleyhinde değil.”

Hamdullah Subhi Bey (Antalya)–“Evet efendim; kavmiyet aleyhinde…”[1]

Âkif’in milliyetçilik anlayışında her meselesinde olduğu gibi din belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Dinle ilgisi olmayan bir milliyetçilik tasavvur edemeyen Âkif, din ile milliyeti birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak telakki eder.[2]

 

“O iman, farz-ı kat’idir diyor tahsili irfanın

Ne cahil kavmiyiz biz Müslümanlar, şimdi dünyanın!

O imanı hüsn-ü hulkun en büyük hamisi olmuşken

Nemiz vardır, fezâilden, nemiz eksik rezâilden?

Demek: İslâm’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda;

Bu yüzdenmiş demek ki hüsran-ı milli son zamanlarda.

Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyama

Rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a.”

 

Tabii Âkif’in düşünce dünyası deyince bir dönem başyazar olarak yer aldığı, şiir, nesir ve çevirilerini yayınladığı Sırat-ı Müstakim ve onun devamı olan Sebilürreşad dergisini ve Türk milletinin başucu kitaplarından biri olan Safahat’ını unutmamak, hatırdan çıkarmamak gerekir. 1912’den itibaren 1965 yılına kadar zaman zaman kesintiye uğrasa da mezkûr dergi Türk düşünce ve kültür hayatında yeri doldurulamaz yeri olan bir hazine değerindedir. Mehmet Âkif’in düşünce dünyasını, kişisel dini hayatını, genelde İslam ve İslam dünyası özelde Türk dünyası ve daha da özelde Türkiye hakkındaki kanaat ve düşüncelerini hem dergide hem de Safahat’ında özgün bir biçimde ortaya koymuştur.

İnanmış ve inançları uğruna her türlü tehlikeyi göze almış bir şair, yayıncı, hatip, vaiz, veteriner ve milletvekili olarak ülkenin her yerinde farklı görevlerde bulunmuş bir kişi olarak Âkif, dürüst kişiliği, vatanseverliği, ahde bağlılığı, üstün ahlakı, dini hassasiyeti, milli değerlere bağlılığı ile temayüz etmiş bir kişidir. Kurtuluş Savaşı’nın her safhasında halkı cihad ve bağımsızlık konusunda bilinçlendirmek için savaşım vermiş kahraman bir hatiptir. Sebilürreşad’ın 464 sayılı nüshası Kastamonu’da yayınlanır. Bu nüsha Anadolu’da dağıtılmak üzere bütün vilayet, sancak ve kazalardaki valilere, mutasarrıf ve müftülere gönderilir. 19 Teşrinisani 1336/1920 Cuma günü Nasrullah Camii’nde bir konuşma yapar bu konuşmasında milli mücadelenin gerçek mahiyetinden, milli birliği korumak için canla başla çalışmanın Türk milleti için ne derece önemli olduğunu anlatır. Bu konuşma Eşref Edib Bey tarafından basılarak dağıtılmış ve cephe içinde ve gerisinde çok etkili olmuştur. Görüldüğü üzere Âkif, din ve milliyetçiliği bir arada götüren insandır.

M. Âkif, idealist sanatkâr, edip, şair, hatip, devlet adamı, kahraman, alim ve bilge bir düşünce adamıdır. Çok yönlü bir aydın olan Mehmet Âkif’in öne çıkan ve gençlere örnek gösterilmesi gereken en önemli niteliği düşünce ve eylem adamı olmasıdır.

 

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım

Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış şaşarım.”

 

İstiklal Marşı’mızda yer alan bu mısraları, hiçbir zaman esir edilmemiş, edilememiş bir milletin bağımsızlık, özgürlük ve kendine olan özgüvenin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir

Mehmet Âkif, her daim sözü ve tutum ve davranışları bir olmuş, buna aykırı davranışları kendisi yapmadığı gibi, böyle davranan insanları da kolay kolay affetmeyen nadir insanlardan biridir. Kitabındaki Süleymaniye Kürsüsü’nde kendisini şöyle tanımlamaktadır:

 

“Budur cihanda benim en beğendiğim meslek

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”

 

Birçok büyük adam hayalinde, idealinde doğurup büyüttüğü bir gençlik vardır. Milli şairimizin de idealindeki gençliği Âsım’ın Nesli, diye tasavvur etmiştir. Âkif kendini tanımlayarak idealize etiği bu nesil aslında bir gençlik prototipidir. Safahat’ta Altıncı Kitabı olarak yer alan Âsım, I. Dünya Savaşı içinde ve Fatih yangınından önce, Âkif’in Sarıgüzel’deki evinde geçer. Âkif’in en enteresan eserlerinden birini oluşturmaktadır. Tiyatral bir şekilde yazılan eserde Hocazade, Köse İmam, Köse İmam’ın oğlu ve Âkif’in oğlu yer almaktadır. Almanya’ya eğitime gönderilen Âsım, eğitimini bitirir bitirmez yurda döner ve Milli Mücadeleye katılır.

Âkif burada şair, mevlitçi, bidatçi, baytar, pehlivan gibi sıfatlarla anıldığından bahisle aslında kendinden söz ederek Köse İmam’la ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu ahvalden, konuşmaktadırlar. Köylüden, sıtmadan, içki ve kumar belasından, medreselerin bozulmasından dem vurmaktadır. Tıbbiye’deki, Mühendishane ve Bahriyedeki eğitimin bozulmasından, bazı öğretmenlerin camiye girmediklerinden yakınmaktadırlar. Bir başka ifadeyle şairimiz toplumsal sorunlar, siyaset, din, kimlik, kişilik, ahlak, vatan sevgisi, tarih bilinci, teknolojik gelişme, mektep-medrese, kültür ve medeniyet konularında onunla sohbet etmektedir. Âkif kendi düşüncelerini Köse İmam’a söyletir. Onun ağzından Âsım’ın neslinin nasıl olması gerektiği konusunda duygu, düşünce ve temennilerini aktarır. Âsım, kesin inançlı Türk gençliğini sembolize etmektedir.

 

“Âsım’ın dengi heyakil, seçilir yüzlerde,

Şimdi, sağ kolda, güç kaplı birer bâzubend,

Boynu muskayla donanmış o yarım deste levend.”

 

Âsım, toplumsal ve kültürel değerlerle iç içedir. Haksızlığa karşı susmaz. Kavgacıdır. Lakin bu kavgasını şahsi çıkarları için değil bilakis vatanı, milleti, namusu için yapmaktadır. Toplumun içinde bulunduğu problemlerin farkındadır, sorunların çözümü hususunda bir arayış ve gayret içerisindedir. Yeni duruma uyma veyahut ikbal beklentisiyle tarihe ve medeniyetine sırtını dönüp nankörlük edenlere karşı şöyle haykırmaktadır:

 

“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım…

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele bak namına haksızlığa ölsem tapamam

Doğduğumdan beridir aşığım istiklâle

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

Yumuşak huylu isem, kim demiş koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma, geç git diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlumu…

İrticaın şu sizin lehçede ma’nası bu mu?”

 

Âsım, Çanakkale Savaşı’nda yedi düvele karşı namusunu kirletmemek, harimine yabancı sokmamak için mücadele etmiş, dişini tırnağına takarak bunu başarmıştır.

 

“Hey on beşli, on beşli!

Tokat yolları taşlı

On beşliler gidiyor

Kızların gözü yaşlı.” ağıtında arkasından ağlanan 13, 14, 15 yaşındaki gençler gibidir Âsım.

***

“Âsım’ın nesli diyordum ya… nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”

 

Âkif, özetle idealize ettiği gençlik vatanını, milletini, dinini, imanını, milli ve manevi kültürel ve tarihi değerlerini seven ve onların bilinçli bir şekilde yaşanmasını ve yaşatılmasını istemektedir. Âsım beden, akıl ve ruh sağlığı sağlıklı ve güçlüdür.

Âsım’ın Nesli ile de ilim, iman, irfan sahibi, erdem ile donanımlı, hem Batı’yı hem Doğu’yu bilen, sağlam karakterli, güzel ahlaklı, metanetli, namusuna düşkün, vatanına, din ve milletine sadık, çalışkan, özü sözü bir olan bir gençlik tahayyül etmektedir Âkif’imiz.

Ruhu şâd olsun.

Milli Yürek’in dediği gibi “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırtmasın.”

 


[1] TBMM Zabıt Ceridesi, C. 17, Ankara 1958, s. 72.

[2] Faruk K. Timurtaş, Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1987, s. 53.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.