19 Nisan 2024
  • İstanbul14°C
  • Ankara20°C

TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE NELER OLUYOR-2

Önder SAATÇİ

24 Ocak 2020 Cuma 10:00

Çok hareketli bir tarihî sürecin yaşanmış olduğu Anadolu ve çevresindeki coğrafyada bin yıldır yaşamakta olan Türklerin geliştirmiş olduğu Türkiye Türkçesi de tıpkı onu ortaya koyanlar ve yaşatanlar gibi sürekli değişim hâlinde. Türk dilinin en işlek lehçesi olan Türkiye Türkçesi her geçen gün daha da hareketlenerek yoluna devam ediyor ve bizleri peşinden koşmaya zorluyor. Sözü fazla uzatmadan sizlerle “paylaşacağım” örneklere bakalım.

İlkin, biraz önce kalemime takılan “paylaşmak”tan söz açalım. Şimdilerde bir sosyal medya var ve herkes bu alanda bir şeyler paylaşıyor. Kimi gezdiği yerleri, kimi yiyip içtiklerini… Gerçi size bu paylaşmadan elle tutulur bir şey düşmüyor ama yine de payınıza düşeni almış oluyorsunuz (!). Kısacası “paylaşmak” artık kişinin kendisiyle ilgili haberleri başkalarına aktarması, bir de bir hususta bilgi verme anlamlarına da geliyor, diyebiliriz. Sözlük yazarları bu yeni anlamları yeni baskılarında dikkate almalılar bence.

Geçenlerde televizyondaki dizilerden birinde otuz yaşlarındaki bir kadının şımarıkça ve görgüsüzce davranışlarını 13 yaşındaki oğlum “ergen işi” diye nitelendirdi. Önce, kendisi sanki ergen değil, dedimse de içimden sonra, “ergen” kelimesine acaba yeni bir anlam mı katılıyor diye düşünmeye başladım.  Bundan sonra şımarık ve görgüsüz insanlara “ergen” diyenleri çevrenizde görürseniz şaşırmayın, derim. Hem Anadolu ağızlarının bazılarında, hatta Kerkük ağzında “ergen” bekâr anlamında kullanılır. Acaba bu kelime günümüzde de yeni bir anlam kazanıyor olmasın? Bekleyip görelim…

Ergen demişken aklıma o çağdaki çocuklarımızdan çokça duyduğum “kanka” sözü geldi. Bir de bunun “kanki” şekli var. Bu söz bana “kan kardeşi”ni hatırlatıryor. Bir kısaltmaymış gibi duruyor karşımızda. Zaten, Kubbealtı Lugati de öyle yazıyor. Oysa, Dil Derneği Sözlüğü bunun Yunanca bir argo olduğunu söylüyor. Görüyorsunuz ki rivayetler muhtelif. Fakat ne olursa olsun “kanka” artık dile yerleşmiş durumda. Hem, argodan günlük dile transfer olan kelimelerin ilki değil bu; sonu da olmayacak.

İlk zamanlar duyduğumda nefretle karşılıyordum bu kanka“yı. Bana, yozlaşan dilimizin bir tokadı gibi geliyordu. Fakat dedim ya, dile öyle bir yerleşti ki ben de bazen kullanıyorum. Önceleri bir hitap sözü olarak ergenler arasında kullanılmaya başlanan bu söz, zamanla “samimi” anlamına gelmeye başladı. Hatta, ben bunu biraz da alaycı bir anlamla kullandığımı fark ettim. Yani, “kişilerin aşırı samimiyet”lerini bu sözle anlatır olmuşum. Fakat sözlüklerde benim kullandığım anlam kayıtlı değil. Ama bu anlamı da ben icat etmiş olamam her hâlde. Ayrıca bu anlam biraz “ahbap çavuş” tabiriyle anlatılanı karşılıyor sanki…  

Demin “dilimizin yozlaşması” dedim ya, aslında kültürümüzün yozlaşması demeliydim. Gerçi sosyal hayatımızdaki her değişme bir yozlaşma değil; fakat kültürdeki her türlü değişme dilde hemen kendini belli ediyor. Siyaset ve ekonomi programlarında sıklıkla duyduğumuz “skala” kelimesi buna bir örnek olabilir. Bu kelimeyi aslında, bizim Anadolu’ya bin yıl önce gelen atalarımız daha o zamanlar “iskele”ye çevirmişler. Fakat şimdiki gazetecilerimiz ve yazarlarımız, şüphesiz ki birkaç yabancı dil bildiklerinden önceleri biraz lügat parçalamak kabilinden olsa da bizim asırlar öncesinde “iskele” şekline getirip dilimize uyduruğumuz bu kelimeyi tekrar eski şekliyle ve anlamıyla “skala” diye kullanıp duruyorlar. Bu bana, birinin eşeğini çaldıktan sonra allayıp pullayıp ona satmak gibi geliyor; ama meseleye dil penceresinden bakınca, azcık da kitaplarla haşir neşir olunca,  buna benzer kelimelerin Türkçemizde pek çok örneğinin (ana-anne, bakır-mangır, ceviz-koz ve daha neler neler) bulunduğunu, başka dillerde de örneklerinin varlığını keşfediyoruz. Bu tutum dillerde o kadar yaygın ki nerdeyse bir kelime yapma yolu olarak da kabul edilebilir. 

Şimdi diyeceksiniz ki bu gazeteciler yok mu… Hepsi de “entellektüel” adamlar tabi. Ben de diyeceğim ki o gibilere tek l ile “entelektüel” denir. Ama siz beni yine dinlemeyeceksiniz ve “entellektüel” demeye devam edeceksiniz. Ben de sonunda bunu kabulleneceğim ve belki 20-30 yıl sonra bir de bakmışsınız ki artık sözlükler de bu kelimeyi iki l harfiyle yazmaya başlamış. Gerçi sözlüklerimiz Batı’dan gelen kelimelerin imlasında biraz muhafazakâr. Ama onların da sizlere; yeter artık, ya kelimelerin telaffuzlarıyla oynuyorsunuz ya da her birine yeni yeni anlamlar yüklüyorsunuz, sıtkımız sıyrıldı, diyecekleri günler yakındır.  Ama siz daha şimdiden entelektüeli “entel” hâline getirdiniz bile. Hatta, bunu da alaycı bir tavırla söylüyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi bir de “entel dantel” diye bir ikileme çıkardınız. Şu entelektüellerin sizin elinizden çekeceği var, vesselam. Merak edip sözlüğe baktım. Gözünüz aydın “entel” sözlüklerimize girmiş bile; ancak “entel-dantel” her hâlde daha argoluktan terfi edememiş. Yakındır, onu da görür bu gözler, yeter ki Mevla’m ömür versin…

 Son yıllarda dilin genişlemesinde yeni anlam yükleme modası epeyce yaygın. “Adına” gibi   çekim ekleri almış bir kelimeye dahi “için” edatının anlamını yükleyebiliyoruz. Bu yeni anlamın da politikacıların ve gazetecilerin ağızlarından günlük dile geçtiğini söylemek mümkün. Eskiden şöyle cümleler duyardık: “Hukuk adına hukuk katledildi.” veya “Bütün bunlar dış politikada itibar kazanma adına yapılıyor.” ve daha nice politikacı cümleleri… Şimdiyse şöyle cümleler duyabiliyoruz: “Ülkem adına endişeliyim.”, “Senin adına sevindim.” “Toplumu ikiye bölmemek adına ödülü kabul ediyorum.” Şimdi bir Türkçe öğretmeni çıkıp dese ki bu cümlelerde “adına” yerine “için” kullanılmalı. Siz de ona deyin ki geçmişte buna benzer bir sürü örnek var. Zamanında anlamı değişmiş ve bugünlere ulaşmış kelimeleri de eski anlamlarıyla mı kullanacağız? Ona bakarsanız, eskiden insanlar “ödül”ü sadece güreşçilere veriliyordu, şimdi ise herkese. Bu da onun gibi işte. “Adına”nın suçu, anlamının bu devirde genişlemiş olması mı? Yani, biz dünyaya gelmeden önce bu anlam genişlemesi olsaydı onu kabul edecektik de biz yaşarken anlamına anlam katıldı diye bunu yanlış mı kabul edelim…

Tabi, dilde olup biten her şeyi de anlayışla ve olgunlukla kabul etmenizi istemiyorum elbette. Hele, şapkalar kalktı diyerek önce kendini kandırıp sonra da ince telaffuz edilmesi gereken bütün k’leri kalın okumayın sakın. Hele “kâtib”in şapkasını ne olur başından almayın. Türkçenin estetiği de lazım bize.

Yoksa o güzelim “Kâtibim” türküsünü gün gelir kimse okuyamaz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.