27 Nisan 2024
  • İstanbul12°C
  • Ankara12°C

TÜRKİYE’NİN HELAL KATKISI BOSNA’YI KURTARDI

Bilge lider Aliya İzzetbegoviç’i yakından tanıyan, kitaplarını tercüme eden Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rahman Ademi ile Aliya’yı ve Bosna mücadelesini konuştuk.

Türkiye’nin Helal Katkısı Bosna’yı Kurtardı

25 Ekim 2017 Çarşamba 13:31

Röportaj: Fatma Gülşen Koçak

Yeni Akit

Aliya’nın bir entelektüel olarak portresini çizer misiniz?

Rahmetli Aliya, gençlik yıllarında 2. Dünya Savaşı sırasında, yakın çevresi ile kurmuş olduğu ilişkilerle bir dünya tasavvuru edinmeye çalışıyordu. Genç yaşlarda Batı’nın bütün klasiklerini okuduğunu biliyoruz. Bu okuma ile birlikte kendi ifadesine göre, “Ben gelgitler yaşadım. Hatta bunlar daha sonra da oldu. Beynimle kalp arasında farklı düşünceler vardır. En mutlu olduğum anlar beynim ve kalbimin aynı istikamette olduğu zamanlardır.” der. Aliya’nın, Bosna’nın coğrafi konumundan kaynaklanan ve dolayısıyla İslam ile Batı arasında yaşanan çatışmanın etkisinde kaldığını düşünüyorum.

Aliya’nın bilgi ile vicdanı sürekli bir arada tutmaya çalıştığını görüyoruz. Mesela bir örnek verelim: “Bir nehrin yanında geçiyorsunuz ve diyelim ki orada bir insan boğuluyor. Beyin size asla ‘atlayın ve kurtarın’ demez. Beyin en basit bir şeyleri yapmamak için bin bir tane bahane üretir.” diyor.

Rahmetli Aliya İslam dünyasını eleştirirken çocuklarımıza yönelik aşırı korumacı tavrımızdan şikâyetçidir. “Biz çocukların bütün ihtiyacını karşılamaya çalışıyoruz. Bu ihtiyaçları karşılarken soru sormaya gerek duymuyorlar. Karşılaştıkları zorlukları çözmek için kendi başlarına eylem üretme düşüncesi bile akıllarına gelmiyor.” Aliya’nın bunu yazdığı zamanlar 70’li yılların başıdır.

Abdülhamid Han’ın Bosna politikası ne idi?

Abdülhamid Han bir darbeye ve bir cinayete şahit oluyor. Bunun sonucundan hangi insan olursa olsun etkilenmemesi mümkün değildir. Abdülhamid Han’ın aşırı tedbirli bir padişah olduğu söyleniyor. Bunların bir altyapısı olduğunu düşünüyorum. Rumeli, Balkanlar, Bosna politikasını yürütürken aslında elinde çok bir imkân veya fırsat yoktu. Biliyorsunuz iktidar olur olmaz 93 Harbi dediğimiz büyük bir bozgun yaşadı. Dolayısıyla oraya yönelik siyaset üretmek için fırsat veya zaman sahibi olduğunu düşünmüyorum. Abdülhamid’in oradan vazgeçtiğini de düşünmüyorum. Hiçbir topraktan vazgeçmedi. Zaten bu eleştirenlerin de sonradan Abdülhamid’e karşı haksızlık yaptıklarına dair itirafları vardır. Bosna-Hersek, 93 Harbi’nin acı bir sonucudur.

Gazi Hüsrev’in Bosna’ya kazandırdıkları nelerdir?

Ben Gazi Hüsrev Medresesi mezunuyum. Müthiş bir insan, Allah rahmet eylesin. Balkanların en büyük vakıflarından bir tanesidir. Saray-Bosna’nın ikinci kurucusudur. Birincisi Gazi İsa Bey’dir. Vakfiye tarihi 1462’dir. Bosna’nın resmî fetih tarihi 1463’tür. O bölge âdeta Osmanlı’nın elindeydi. Vakıf kuruyorsunuz, şehir kuruyorsunuz ve orayı vatan ediniyorsunuz. Bir sömürgeci asla böyle bir şey yapmaz. Sömürgeci belli bir süre orada imkânları kullanır ve gider. Giderken de kendi menfaatine uygun insanları bırakır. Osmanlı o insanları ortak yaptı. Gazi Hüsrev’in babası Boşnak kökenlidir. Annesi Türk’tür. Gazi Hüsrev Bey Saraybosna’da en uzun valilik yapan ve oraya ruhunu veren kişidir. Saraybosna’nın kalbi dediğimiz Baş Çarşı’nın çok büyük bir bölümü kendi vakfıdır. Tabii gasp edilmiş, kendi evi bile yıkılmış, sadece Osmanlıca bir yazı kalmıştır: “Gazi Hüsrev Bey Sarayı” diye yazar kitabede. Katolik kilisesinin hemen yanındadır. O kilisenin bile vakıf toprağının üzerine inşa edildiği söyleniyor. Paris veya Londra’dan 150 yıl önce, diğerinden de 350 sene önce suya kavuşuyor.

Gazi Hüsrev Bey’in nasıl bir vizyona sahip olduğunu vakfiyesindeki bir cümleden anlayabiliriz: “Benim medresemde Kur’an, fıkıh, hadis, bir de zamanın ve yerin gerektirdikleri öğretilsin.” diyor. Aynı zamanda kütüphaneyi de kuruyor, kitap vakfediyor.

İnanılmaz bir halk adamıdır. Halkın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kapsamlıdır. Hamamından tutun ticaret ile ilgili hanları ve dükkânları vakıf olarak kuruyor. Hem ekonomiyi destekliyor. 2 milyon 500 bine yakın para vakfı kuruyor. Âdeta bir banka… Bosna’nın en büyük para vakfıdır. Bu da günümüzde çok tartışılan bir konudur. O zamanlar Ebu Suud Efendi bunun fetvasını vermiştir. Para vakıfları bankacılığın bütün ihtiyacını helal bir şekilde karşılıyorlar. Saraybosnalıların gözünde Gazi Hüsrev Bey kurucudan da ötedir. Şehre ruhunu veren, şehri tasarlayan, şehrin hayatını tanzim eden bir kişi âdeta. O sebepten inanılmaz saygısı vardır.

 

Aliya’nın gençlere örneklik teşkil edecek ahlaki duruşundan bahseder misiniz?

Rahmetli Aliya’nın söylediklerinden anlayabildiğimiz; gençlik geleceğimizdir. Onları en iyi şekilde yetiştirmeliyiz. Rahmetli Aliya bununla ilgili özellikle kadınlara önemli bir görevin düştüğünü düşünür. Kadınlar, analıktan vazgeçmeyerek topluma yardımcı olmalıdır. Fakat bunun asla kendi çocuğunun aleyhine olacak şekilde yapılmaması gerektiğini, kadının çocuğunu yetiştirirken başka hiçbir şey yapmasa bile topluma karşı görevini yerine getirdiğini söyler. Çünkü neticede bu insan sokağa çıkacak, güçlü hale gelecek. Hem devlette söz sahibi olacak hem de toplumu etkileyecek. “Ben devletin sadece şiddetini bilirdim. Şimdi ben devlet oldum. Bu kadar hızlı olacağı aklıma gelmezdi.” diyor.

Üç çeşit insan vardır. Birincisi, hem ahlaklı hem de kendini yetiştirmiş ve işini bilen. Bunlar çok nadir bulunur. Böyle insanları hiç kaçırmayın. İkincisi, adam kendini yetiştirmiş ama dürüst değil. Üçüncü tabaka ise, az bilen ama dürüst gençlerle yola çıkacağız. Bence bir devletin başarısı burada yatar. Dürüst insanlarla iş yapamazsak bereket dediğimiz çok önemli bir şeyi ıskalamış oluruz. Bereket kalkarsa varlık çok manalı olmaz.

 

Türk halkının Aliya’ya olan engin sevgisini nasıl yorumluyorsunuz?

Ben savaş esnasında Türkiye’deydim. Zaman zaman gidiyordum. Her iki durumu da gözlemleme imkânına sahiptim. Gördüğüm kadarıyla Türk halkı olağanüstü merhamet sahibi. Şahit oldum, bir yerde Bosna için para toplanıyordu. Genç bir kız nişan yüzüğünü verdi. Bu helal katkı Bosna’yı kurtardı. Ne ile izah edilir bilmiyorum. O zaman yaşım çok müsait değildi ama ağabeylerimden duyduğum kadarıyla Türkiye’de çeşitli İslami grupların ilk defa bir şeyde ittifak ettiklerini söylüyorlardı. Benzer bir şey Azerbaycan ve Çeçenistan’da da oldu çok şükür. Bizim sadece dertler üzerinden mi ittifak etmemiz lazım? Şimdi İslam dünyası neden Türkiye üzerinde ittifak etmesin? Ahlak, vicdan, doğruluk, “dünya 5’ten büyük” demek, bu kadar sıkıntıya rağmen dik durup sömürgeci güçlere karşı koymaya çalışmak neden diğer Müslümanlarda da olmuyor, bilmiyorum.

Aliya ile yaşadığınız bir hatıranızı anlatır mısınız?

Ben çok fazla yanında bulunamadım. Sadece kitaplarını tercüme ettim. Bir kere de tercümanlık yaptım ama kime yaptığımı hatırlamıyorum. Sanırım Demirel’e tercümanlık yaptım. Ama ortak konuşmalarında bulundum. Bir de benim çok yakın dostlarımın şahit oldukları şeyler var. Sadeliği, insanlığı gibi…

Sansüre hiçbir zaman izin vermezdi. Hakkında karikatürler bile çıktı. Esat ağabeyim, anlatıyordu: “Hünkâr Camii’nde namaz kılıyoruz, bir de baktım yanımda Cumhurbaşkanı. Öyle sıkışık ki, tabancam böbreklerine girecekti neredeyse.” demişti.

Bence rahmetli Aliya, yaş itibari ile 60’ından sonra olduğu için rehavete kapılmadı. Aslında her şeyi sonradan gördü ama felsefi düşünüşü ve derinliği ile her şeyi çok güzel amortize etti.

Osmanlı Bosna’ya hangi vakıfları kazandırdı?

Bizim bir projemiz var. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bosna Vakıflar Genel Müdürlüğü ortak bir çalışma. Şuanda binden fazla vakıf tespit ettik. Belki kaçırdığımız belgeler de olabilir, ileride çalışmamız da olacak. Bunların içinde en büyü vakıflarımız Gazi Hüsrev Bey, İsa Bey, Muhsinzade Mehmet Bey Vakfı gibi vakıflar. Aslında Bosna’da, Krallık Yugoslavya’sı döneminde toprak reformu yapıldı. Yaklaşık iki milyon hektar toprak, sahiplerinden alındı. 1 milyon 300 bin hektara yakın da Bosna’dan alındı. 160’tan fazla toprağın vakıf olduğu öğreniliyor. Böylece Bosna’nın, Osmanlı’nın bir vakıf medeniyeti olduğu ortaya çıkıyor. Enteresan bir şekilde Balkanlar içinde, Bosna’da bu vakıf medeniyeti yaşanıyor. 1958 yılında Vakıflar Müdürlüğünü kapatmış olmalarına rağmen insanlar bir şeyler yapıyorlardı. En önemli gösterge Boşnakların inşa ettiği cami. Bu bir vakıftır. Bosna’da tekrar Vakıflar Müdürlüğü kuruldu. Rahmetli Aliya da Kral Fahd’dan büyük bir ödül almıştı. O ödülü de Vakıflar Müdürlüğüne bağışladı. Saraybosna’da şehir toprağının yüzde altmışının vakıf olduğunu ve Gazi Hüsrev Bey’e ait olduğunu söylüyorlar. Bunu tam olarak tespit etmek mümkün değil. Saray Bosna’da hem eserler yıkıldığı hem de kitaplar yakıldığı için tespit edilemiyor. Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nin 4-5 defa taşındığını biliyorum savaş nedeniyle.

Abdülhamid ile Aliya’nın iki Müslüman lider olarak benzeyen yönleri nelerdir?

Osmanlı şehzadeleri 18. yüzyıl itibari ile biraz daha rahat hayat yaşıyorlardı. 19. Yüzyıl sıralarında daha entelektüel ve okuyan olup, mesleklerle ve zanaatkârlık ile ilgilendiklerini biliyoruz. Rahmetli Aliya’nın da serüveni de aslında onlara benzer. Hukukçu olmasına rağmen uzunca bir süre inşaat şirketinde çalışır. Sürekli okuyan birisidir. Belki rahmetli Aliya’nın eğitim için sarf ettiği çabayı -bir tane bile okul açma fırsatı olmadı ama- eğitimin doğru zemin üzerine oturtulması gerektiği ve geleceğimiz açısından hayati öneme sahip olduğu fikrini taşıdığından dolayı Abdülhamid’e benzetebiliriz. Abdülhamid, yaptığı eğitim reformuyla hemen hemen her şehre bir rüştiye okulu açmaya gayret etmiştir.

Fiilen Abdülhamid bir halifeydi. Dolayısıyla Ümmet’ten kendisini sorumlu hissediyordu. Dünyanın neresinde olursa olsun bir sıkıntının kendisine yansıdığını farz edebiliriz. Aliya’nın da bunu gönüllü yaptığını farz edebiliriz. Halife ve padişah değildi ama bir Müslüman olarak Allah’ın lütfetmiş olduğu entelektüel birikimini Müslümanlar için kullandı.

Aliya’nın İslami Yeniden Doğuşun Sorunları kitabında Aliya nasıl bir tez savunuyordu?

Orada kadınlar da, siyaset de, gençler de, gelecek de, eğitim de var. Çok basit ve yalındır. 1960-70’li yıllarda yazdıkları o konular o kadar güncel ki. Demek ki biz güncel olarak karşılaştığımız meseleler üzerinde yeterince eğilmediğimiz için aynı hataları tekrarlıyoruz. Mesela Türkiye’deki harf inkılabını Japonya ile kıyaslıyor. Japonya dünya çapında bir güç haline gelirken Türkiye üçüncü sınıf bir ülke haline geliyor. Tamamıyla böylesi gerçekler üzerine yazmış.

Bosna’da şuan siyasi durum nedir? Bosna’da Müslümanların yaşadığı sıkıntılar nelerdir?

Dünyada bir şeyin nasıl olmaması gerektiği söyleyecek olursak, Batı dünyası bunu Bosna’da başardı. Böldüler. %49 Sırp Cumhuriyeti, %51 Federasyon var. Bir de %3 var. Nerede bu %3?

Mesela Türklerin bir özelliği var, iyi idarecidirler. Bunu Almanya’ya bakın, anlarsınız. Türkiye’den giden ve okuma yazması olmayan insanlar en temel ihtiyaçları karşılayacak bir teşkilat kurabiliyorlar. Cami, market, berber, düğün salonu vesaire. Bu bir yetenek. 16 devlet kurulduğu ifade ediliyor. Bin yıllık bir devlet geleneği var. Ama Balkanlar’da bu olmadı. Balkanlar dünyanın en sıkıntılı üç yerinden bir tanesidir. En huzurlu dönemini Osmanlı zamanında yaşamıştır. Bosna’da Sırpların başka pasaportu var. Hırvatların hem başka düşüncesi var, hem de pasaportu. Bir tek Müslümanlar, Boşnaklar beraber olmaya uğraşıyor. Fakat tarih neler gösterir bilmiyorum.

Türkiye Bosna’ya dair neler yapmalı? Hangi projelerle oralara gelmeli?

Ben kendimce çok uzun süre düşündüm. Her konuda çok isabetli sonuçlara ulaştığımı iddia edemem. 2008 yılında bir gazetede Avrupa insan hakları mahkemesi tarafından Türkiye, iki Ermeni vakfına el koyduğundan dolayı 875 bin avro tazminata mahkûm edildi.

Belki TİKA’mızın, Diyanet’in yaptığı para yardımlarından önce ortaklık kurulmalı. İnsanlar da bir miktar para koysun. Mesela Osmanlı’da köprü sel tarafından götürülüyor. Vali diyor ki; “Bir miktar siz verin, bir miktar biz verelim, bunu birlikte yapalım.” Bu çok önemlidir. İadiyet duygusudur bu. Bu insanlar devlet bizi adam yerine koydu diye mutlu oluyor. Para istese bile “vali bizi çağırdı” diyor. O köprüye biri zarar vermeye kalksa herkes sahip çıkar o zaman.

Efkan Ala’nın Batman Valisi iken yaptığı bir şey var. Köydis projeleri vardı o zaman, 40 trilyona mal olacaktı. 8,5 trilyona mal oldu. “Bu iş yapılacak köylere haber verin, muhtarlarla bir görüşme yapalım” demiş. İtiraz etmişler, “Siz nasıl muhtarın ayağına gidersiniz sayın valim?” demişler. “Ben giderim” demiş. Köylü mest olmuş; ayranlar, kuzular ikram etmişler. “Arkadaşlar bu iş sizin için. Bir kazma siz vurun bir kazma biz vuralım ve biran önce yapalım” demiş. Bu aslında o kadar basit bir şey ki. Hem erken bitiyor, hem beşte bir fiyatına mal oluyor hem de halk sahip çıkıyor.

 

Bosna’yı doğru okuyabilmek için Türkiye’de gençlere hangi eserlerin okunmasını önerirsiniz?

Benim birkaç kez tercümeler yapılsın diye uğraştım. Onun dışında Rahmetli Aliya’nın kitaplarının tamamı tercüme edildi. Çocukların da anlayabileceği şekilde olmalıdır. Ben çok doğru bir tercüme yaptığımı düşünmüyorum. Çünkü her tercüme eksiktir. Gazi Hüsrev Bey ile ilgili bir roman var ama maalesef Boşnakça. Daha çok Türkçe kitaplar Boşnakçaya çevrildi. Orada bir yayınevi var, bunun için uğraşıyor. Biz daha yeni başladık ve en önemlilerden başladık. Ama Bosna’yı her halükârda, zaman zaman internetten görsünler ve dua etsinler. O insanlar biraz daha rahatlasın, Türkiye ile arasındaki ilişki sıklaşsın, diye dua etsin. Çok şükür sıklaşıyor da. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere idarecilerimiz ilgileniyorlar.

Aliya Müzesi’nin müdürü anlatıyor. İki Türk hanım müzeyi gezmişler, çıkınca ağlamışlar. Merak edip sormuş. Bosna’ya ağlıyorlarmış. Bunu bence hiçbir kitapla sağlayamazsınız. Bu duygu içten gelen bir şey. Neden birbirimizi sevdiğimizi anlatmak mümkün değil zaten. Türkler de Boşnakları çok seviyorlar. Biz de çok şükür Türkiye’yi ana gibi severiz. Bizim sevgimiz aslında anlatılmaz. Kapıkule’den girerken yaşadığımız duyguları bir anlatsak, bir şiire dökebilsek…

Ziyaret en güzel şeydir. O havayı teneffüs etmek gerekir. Tarihi okumak gerekir. Dedeleriniz orada şehit olmuş. Budapeşte’deki şehitliği ziyaret ettim. Yüzlercesi Boşnak. Yıl 1921. Fiilen 1878’de hukuken 1908’de ayrılmışız. Ama 12 sene sonra o insanlar şehit oluyor. 90’larda da Türkiye’den 40 şehit oldu. Biz kanla bağlanmışız. Ümmet dediğimiz zaten bu. Araplar da geldi, orada şehit oldular. Allah razı olsun…

tbb_7265.jpg

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.