• İstanbul 14 °C
  • Ankara 18 °C

Murat Erol: Kahramanı Beklerken

Murat Erol: Kahramanı Beklerken
Modern insanın, kendisini hala kahraman bekleyen bir vaziyette olduğunu farketmesi, onu fazlasıyla şaşırtıyor, ama durum böyle. Kahraman beklentisi modern insanın hayatının ve aklının tam ortasına bir balyoz gibi inmekte.

Ancak yine kendini kurtarıp gündelik haline dönmekte son derece mahirdir. Çünkü böyle bir beklentinin kendi hayatı için arkaik bir yönelim olacağını düşünür, doğaüstü bir beklenti içerisine girdiği vehmi onu rahatsız eder. Bundan hızla yine aklın ve görünenin sığınağındaki yerine koşar. Mevcut haliyle teskin olma, konforunu bozmama refleksi devreye girer. Diğer yandan aklın iktidarında, akletmek korkusudur. Ezberler ve inançların yıkılma korkusudur. Bir kaza anında veya farklı olay ya da durumda olağanüstü bir elin kendisini kurtarmasını beklemek bir kısım insan için, olayın sıcaklığı geçtikten sonra artık rahatsız edici bir durumdur. Çelişkiler el yordamı ile bir dünya kurmuş, kim bunu bozdurmak, yıktırmak, sildirmek ister?

 

Kahraman kimdir? Kahramana bir kurtarıcı olarak bakabilir miyiz? Bakabiliriz.

Kahraman yaptıklarıyla bir anlamda kurtarıcıdır da. Kahraman'ın kim olduğu bu kurtarıcı özelliğinde şekillenir. Kahraman, çoğu zaman kurtarıcıdır, öyle bir anda ve durumda ortaya çıkar ki, kişi dahi yaptığının kahraman'a özgü olduğunu bilmez. Sonrasında toplumdan gelen tepkilerle durum aşikar olur. Kahraman için bir zemin ve zamanlama gerekir. Bunlar olduğunda, sıradan insanın sıradanın dışına çıkma halini görülebiliriz. Bir anlamda kaderin onu getirip bıraktığı yer, geri dönüşsüz bir yerdir. Artık sınırlar aşılmış, olmaz veya yapılmaz denilen vuku bulmuştur.

 

Kahramanla kurduğumuz ilişkinin mahiyetine odaklanmamız gerekiyor. Bizim kahramanla kurduğumuz ilişkinin veya onu beklerkenki psikolojik temelimizin ne olduğuna baktığımızda, katı bir akıl, madde ve bu minvaldeki yorumlardan bunalmış, doğa üstü beklentileri, inançları, güçleri, bunların etkilerini bekleyen bir insani temel görülecektir. Bu nedenle bir kaç yüzyılın insan zümreleri farkında olmadan genel bir pragmatik tavırla maddeyi seçerken, kendi içinde bir doğaüstülük ve maneviyat dalgasını da engelleyememiş, olur olmadık zamanda ruhundan dışarı taşmasına mani olamamıştır. Kahramanla kuracağımız bağ, bizim doğaüstü mistik bir beklenti içerisinde olmamızla başlıyor. Mistik evet, tasavvufi değil. Zira tasavvufun bütüncül yapısı, keramet nev'inden olayları doğal hale getirirken, buna kendi içinde bir anlam, şekil ve hatta kurallar yüklemiştir. Modern dünyanın ortasında keramet anlatısı, varsa bile, artık tasavvuf dünyasının bütününe değil, modern dünyanın mistik halinin tahkimine yarar sağlama yönündedir. Modern insanın, kahramanı beklerken, kendini hazırladığı, içinde yükselttiği mistik hal, onu çoğu zaman gerçeğin değil, mitlerin ve kurguların eşiğine de götürebilir. Kendi bağlamının ve üzerinde yürüdüğü zeminin dışındaki beklenti, psikolojik bir parçalanmanın da göstergesidir. Bu parçalanma hali üzerinden, yeni bir gerçek olmak zorundadır, bu üretilmiş gerçek patalojik bir niteliktedir.

 

Gerçeğin yeniden üretilmesi kendini en iyi roman ve sinema üzerinden ortaya koyuyor. Bu sanat alanları üzerinde kurgulanan gerçekliğin nihai olarak bir kurgu olduğunun biliniyor olması bunlardaki kurguyu zararsız kılmaktadır. Ancak, kurgusallığın unutulduğu yerde gerçek hayatla kurgusal gerçek arasında geçişler olacak, bunun da ancak psikoloji açısından izah edilebilir yanı vardır. Hayata ve buna dair gerçeklere ve düşüncelere ilişkin olarak, gerçeğin üretimi bir sapma olarak nitelendirilebilir. Gerçek yeniden kurgulanır ve formatlanır, yeni durumda da insan, kendi dünyasına dair bir algısal gerçekler oluşturur. Tarih de bir şekilde bunlardan etkileniyor, ya mitler ya da kurgulanmış gerçeklikler üzerinden sürekli olarak yeniden yazılıyor.

 

Zamanın geçmişte kalan kısmı üstüne bir büyü örtünmeye devam ediyoruz. Biz bugünün insanları geçmişte kalanı güzel görme eğilimimizi sürdürüyoruz. Nostalji duygusu sadece şimdiki zaman için bir kaybı değil, geçmişin yeniden hatırlanması sürecinde geçmişin yeniden biçimlenmesine, ayıklanmasına ve hatta steril hale getirilmesine de neden oluyor. Geçmişle ilgili birçok hususu unutma eğilimi konusunda istekliyiz. Ancak belli hususlarda ise, eğilimlerimiz refleks halini almış durumda. Toplumun kahraman konusuna bakışı, kahraman beklentisinde olduğu gibi sürmektedir. Kahramanı ortaya çıkaran anlatılar son bulmuş durumda. Kahramanın özgün zemini sekülerleşme ile kırılmaya uğrarken, "bu nasıl oluyor, mantıklı bir izahı olmalı" şeklinde kritik eden cümleler kahramanı karşılarken, daha başlamadan bir yolculuğu sonlandırma eğilimi doğar. Yani bir kısım insan hem kahraman beklentisi içerisinde, hem de kahramanın yolculuğunu mantıksal ve aklın katı kuralları ile bitirme yönünde. Geçmişin kahraman unsurunun, şimdiki zamana taşınması beklentisi, geçmişi ayak altına almayı engellemiyor. Bir malzeme yığını gördüğümüz geçmiş, büyülü bir dünya olarak şimdiki zamandaki nostalji yönelimimizin bir unsuru, malzeme deposu olmayı sürdürüyor. Kahramanı çevrimdışı bırakacak o kadar faktöre, gerçekten onu ortaya çıkaran zeminle nostalji hariç bir bağ kurmaktan imtina etmemize, hatta korkmamıza rağmen enteresan bir şekilde kahramanı bekleyiş sürüyor.

 

Kahraman, sıradan insanın şartların olağan kısmının dışına çıkarak, yine olağan olmayan bir tavır göstermesi ve hareket etmesi alt yapısı ile ortaya çıkmaktadır. Bizde kimin kahraman olacağı bilinmez, bu biraz da kaderle ilgilidir, sıradan insanın kahramanlaşma zamanlaması vardır sadece. İnanç ve cesaret merkezli bir kahraman portresi oluşur. Batı'nın tarihî kahramanlarının motivasyon aracı şan-şöhret veya ödüldür. Bunların dışındaki mitoloji alanına girenlerin de, insan olma sınırlarının ötesinde kurgulandığını görüyoruz.

 

Batı (Amerika dahil), kahramanını filmleriyle, edebiyatıyla kurgularken özellikle sıradanlaştırma eğilimi gösterir, yani kahraman sıradan değildir ama kahramanlığın bir parçası olarak sıradan veya olağan bir görünümdedir ve böyle bir hayatı sürdürmektedir. Bu kurgusal kahramanların iki yönelimi de kullandıklarını görüyoruz. Yani sıradan insanın kahraman olma gösterisi ile süper insanın sıradan insan görünme esprisi. Bütün bu süreçler her bir kahraman için karmaşık bir yapı ile flulaştırılır, belli bir şartı, kuralı, kriteri olmaz bir durum haline getirilir. Üst-insana öykünme, süper kahramana dönüştürme eğilimi yüksektir. Batının kurgusal ikinci tip ve süper kahraman-üst insan figürleri sinema, çizgi roman gibi türlerle daha çok bilinirlik kazandı. Bunların belli başlı özellikleri dikkatlerden kaçmaz. Herşeyden önce bunların bir tür "üst-insan" kategorisinde olduğunu görüyoruz. Neredeyse tamamında çift kimlik vardır. Kurtarıcı/kahraman olduklarını, bu eylem tekrar ettiğinden her şekilde bilirler. Güçlerini sergiledikleri an, insan olmanın sınırlarını aşırı biçimde aşarlar. Uçmak gibi. Bir başka canlının özelliklerini yüklenirler. Örümcek, yarasa gibi. İlginç bir özellik olarak istisnasız bir şekilde, güçlerini sergiledikleri anda insan olma sınırları dışındadırlar. Yani onları kahraman yapan özellikler, normalde ve olağan şartlarda imkansız -ve hatta insansız- özelliklerdir. Bu güçleri kullanmaya başladıkları anda, aslında insan olma özelliğinden çıkıp başka bir varlığın hüviyetini kazanırlar. Çoğu kez karşımıza bir iç bakış da çıkar. Bu da kahramanın gözünden diğer insanların bir tür görünümüdür: Küçük ve zayıf insanlar topluluğu... Batılı mitolojik kahramanlar, hiper gerçeklik üzerinde hareket ederler. İnsan unsurları kısmen de olsa kendilerinde mündemiçtir. Batı'nın güncel -kurgusal- kahramanları ise sıradan insanlar olarak gündelik hayatlarına devam ederlerken, kahraman kimliğine girdiklerinde bambaşka birine de dönüşürler. İnsani şeklin içinde insanlık dışı bir yaratık mündemiçtir. Bizde ise kahraman özel bir tasarım veya özellikte değildir. Onun seçilmiş kişi olma özelliği olmadığı için çift kimlikle değil, tekil kimlik üzerinden hareket eder. Bu tekil kimlik insan olma hasleti üzerindedir. Kahraman kimliği insan olma kimliğinden ayrı bir yerde değildir. İslam ve Türk kahramanları, anlatılarında iç bakış değil, onlara yönelen bir bakış olduğundan kahraman olduklarını dahi bilemeyebiliyorlar. Kahramanlık seri ve süreklilik halinde olsa bile, bir iç bakışla karşılaşmadığımız için kahramanla diğer insanlar arasında bir mesafe de oluşmamaktadır. O yüzden kahramanın insan olma vasfı güçlü kalmaktadır.

 

Batı kendi mitlerinden kurgu kahramanlar çıkarma yoluna gitmiştir. Bunun üzerinden hem toplumu harekete geçirmişler, hem de modern dönemler için ulus tohumu ekmişlerdir. Uluslar bu kurgusal kahramanlıklara da yaslanmıştır. 20. yy. bir anlamda Batı muhayyilesinin kendisine rol üretme dönemiydi. Kahramanlar hem insani hem de sergiledikleri güçler ile adeta çoklu bir modelleme konusu oldular. Hem topluma moral veriliyor, hem kapitalizm yeni tüketim alanları ile takviye ediliyor, hem de Batı'nın kahraman açlığı gideriliyordu. Kendi toplumuna "hepiniz kahramansınız" mesajı aynı zamanda. Aslı nedir olayın? Onlar seçilmiş insana inanırlar, mesih'i beklerler. Sekülerleşme unuttursa da, buna gem vursa da bu beklenti bir yerlerde, kapitalist hayatın da bir yerinde saklıdır. Doğuştan kahraman doğmaya inanırlar. Bizde ise doğuştan kahramanlık değil, kaderin getirdiği şartlar sonrasında ortaya çıkan kahramanlık vardır.

 

Bizde kahramanlar daha çok geçmiştedir, Batı ise kahramanlarını geçmişte de üretir, gelecekte de. Bugünü ise kurgu ile geçirir. Filmleri, çizgi romanları ve kitapları ile kurgusal olaylar üzerinden, kurgulanmış kahramanlıklar çıkarır. Kahraman zamanlar arasında gezer ve hangi zamanda anlatı konusu edilmişse, o zaman diliminde de bir işlev yüklenir. Kahramanlık, sadece anlatılan hikayede değildir, hikayenin anlatıldığı zamanlar ve bağlamlarıyla ilgili bir kahramanlığa dönüşür. Bizim kahramanlarımız ise geçmiş zamandadır ve şimdiki zamana hep ibret, kıssadan hisse ve model unsurlar verirler.

 

İnsan aklı, geçmişin karmaşık ve çözemediği noktalarını kendisi doldurmaya çalışırken kimi zaman ipin ucunu kaçırmıştır. İpin ucunun kaçtığı yerleri temel olarak mitoloji incelemektedir; Batı'nın paganist kültürünün temelleri ipin ucunun kaçtığı yerlere inşa edilmiştir. Varlığın sırlarına doğru giderken, boşlukları uydurulan Tanrılarla doldurdular. Aydınlanma Tanrıyı çekmeceye koyarken, modern dönemlerde mit tanrıların yerini doğa/ insan üstü kahraman anlatıları almaya başladı. Varlığın sınırlarının çok ötesinde bir insanüstülükle donatılan kurgusal kahramanlar, kurgulanan dünyanın tanrıları olmaya hazırdılar. Zira bu tanrılar hızla kapitalizmin tüketim çarkında yerlerini aldılar ve birer pazarlama araçlarına döndüler. Sürekliliği kesintiye uğraşmış bir tarih üzerinden icatlara girişirken, kültür ve felsefe kodlarını buraya yaslamayı ihmal etmediler. Zira geçmişe doğru saldıkları ip onlara sonu gelmez bir derinlik olduğunu gösterirken, bu derinliğin ne kadar olduğu yanında orada neler olabileceği hayal güçlerine kalmıştı. Müslümanın hayali ile diğerlerinin hayali arasındaki fark biraz da buradadır. Müslüman bilmediği tarihle ilgili olarak her dönemde bir peygamber geldiğinden bir ilkelliğin olmayacağına inanırken; diğerleri, aklının sınırlarının alabildiği kadar üretime geçti. Bugün işte Batı medeniyetinin üzerinde bina edildiği akıl budur.

 

Kahramanla ilgili zaman ve özelliklerin bizde daha net olduğunu söyleyebiliriz, Batı'da bunlar flulaşmaktadır. Bu flu durum daha çok bu mitolojik yapıyı ve kahramanları besler. Netlik bir şekilde sorular ve sorguları getirebilir. Zamanın, zeminin, hatta insanî olma vasfının silikleşmesi ile ortaya çıkan sis, Batı'nın zamansız, zeminsiz, yer yer insan/lık dışı, yer yer üst insan şeklinde kahramanlar üretmesine neden oldu.

 

Gerçeklik aleminde kahramanın ortaya çıkışında bir sorun olmamasına rağmen, sonrasında bu kahramanlıkların ele alınışı ve kahramanların anılma biçimi farklı bir süreci göstermektedir. Ulus inşasında muhayyel topluluğun icadında kök inşası için kahramanlıklar da kurgulanır. Bu kurgu, olan bir olay üzerinden de olabiliyordu, olmayan bir anlatı üzerinden de. Dolayısıyla ulus inşası kendi kahramanlıklarını tarih içerisinden mercekle büyütmek suretiyle bir kök arayışının da ortaya çıkmasıdır aynı zamanda. Türkiye gibi millet kökleri derin ve kurgusallık taşımayan sayısız kahramanlığa sahip bir ülkede, kahramanlıkların kurgusallık düzeyinde ve biçiminde ele alınması son derece düşündürücü bir durumdur.

 

Gerçekliğin, hiper gerçekliğe evrilmesi, onu kuvvetlendirmez, aksine zayıflatır, inandırıcılığını azaltır. Gerçek olduğu yerde, yeni kurgularla sentezlenmeden, kalmalıdır. Gerçek bir kahramanın gerçek kahramanlığının, başka alanların tahkimi ve takviyesi için araçsallaştığı zemin, o gerçeği kurgu alanına taşıyacaktır. Sonradan sorgulanmasının yolunu da açacaktır. Bu sorgulamanın ilk odaklanacağı nokta gerçeğin kurgu kısmıdır; o yüzden kurgu değil gerçek ile de bağ kopacak, gerçeğe kendisini kapatacaktır sonraki zamanın insanı. Başka bir tarihsellik üzerinde yürüyen kurucu ve inşa edici irade, kendi tarihselliğinin söylem ve kavramları ile hareket eder. Tam da bu noktada, kendisinin dahi farkında olmadığı bir süreci başlatır, o da ulus reflekslerinin kendi kendini yenileyerek, yeni kurguları tedavüle sürmesidir. Millet refleksleri ile kahraman ortaya çıkar, ulus refleksleri ile hiper gerçekliğe evrilir. Bunların örneklerini Batı'da da, bizde de sık sık görürüz. Bizim kurgusal kahramanlarımızın dahi en büyük özelliği asalet, güç ve cesaret. Tarihî kurgu kahramanlar daha çok İslam'ın Anadolu'da yayılması ile ilgili roller ve işlevler yüklenmişlerdir. Onlar Sultan'ın, padişahın veya devletin isimsiz kahramanlarıdır. Batı'nın tarihi kahramanları ise sistem kuran ve sistemin üzerlerine kurulduğu tiplerdir. Bir anlamda bunlar sistemin ta kendisidirler.

 

Kahraman, sıradanın dışına çıkan, olağanüstü durumlar karşısında olağan zamanda kendisinden beklenmeyen bir fiili ortaya koyan kişidir. Şöyle örneklendirilebilir, hatta örneklendirildi: Hafriyat kamyonlarının işlevi ve rutini bellidir. Ama bu araçlar öyle bir anda, öyle bir yerde, öyle bir iş yapar ve kendi rutinleri dışına çıkarlar. Kendi işlevleri dışında farklı bir işlevi daha yerine getirirler. İşte o an rutin, başka bir mahiyete bürünür. Sıradan insan da, sıradan araç da farklı bir yapı kazanır. Bir hafriyat aracı kum veya beton götürürken dikkati çekmez, bir tankın karşısında dururken dikkati çeker. Orada bulunması ona kendi varoluşu dışında bir işi de yüklendiğini gösterir. Görevinin dışına çıkmak elbette bir cesarettir, ancak bu rutin dışına çıkma hayatına mal olacaksa, çoğu insan bir değil çok kez düşünür. Bu bir tür motivasyon da içerir. O yüksek motivasyonun bir zamanlama ile ortaya çıkması, aynı zamanda rutin dışına, olağanın dışına çıkmaya da davettir.

 

İki örnek üzerinden daha somut düşünebiliriz. Türkiye'nin gördüğü en karanlık ve karmaşık darbe girişiminin püskürtülmesinden sonra adı öne çıkanlardan birisi (de Ömer Halisdemir isimli) astsubaydı. Olayın bilinen ve anlatılan kısmına göre, aldığı emri yerine getirdi, darbe girişiminin en önemli isimlerinden birisini öldürdü ve şehit oldu. İkinci örnek, İzmir'de Ocak 2017'de Adliyeyi bombalamaya giden teröristleri farkederek, onlarla çatışmaya girip saldırıyı engelleyen (Fethi Sekin isimli) polis memuru. Aslından iki ismin görev profiline bakıldığında görev aldıkları kurumlarında alt düzey bir görev yürüttükleri görülüyor. Birisi kritik bir askerî yapı içerisinde, bulunduğu yer ve görevi itibariyle önemli ama rütbe olarak alt rütbede. İkincisi sıradan bir trafik polisi. On yıllardır Amerikan filmlerinde karşımıza çıkan, gerçekte olmayan kahramanlık film ve hikayelerini kıskandıracak bir durum. Sıradan birinin içindeki kahramanlığı ortaya çıkaran Amerikan paradigması kurgusallık üzerinden kendi devlet mekanizmasını tahkim eder. Sanırız ki, orası kapitalizmin değil de sadakat ve fedakarlığın merkezi. Bizim bu iki "kahraman" profili tam da Amerikan filmlerinde karşımıza çıkan ve izleyicisine, halkında "sen de kahraman olabilirsin" mesajı veren noktada ama kurgu değil gerçek olarak duruyorlar. İki profil hakkında yıllar sonra bilmediğimiz olumsuz bilgiler veya haberlerin çıkacağını varsayalım. Sorun tam da burada, bu iki örnek, görevleri dışında, kahramanın yapacağı bir şey yaptı, hatalarının dışında bir yere yerleştiler. Bizatihi fiilin kahramanlık olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Beş yüz kiloluk mermiyi kaldıran adamın süper adam, üst insan olmasını değil, bu kadar kiloyu hangi inançla kaldırdığını tartışıyor, konuşuyor ve anlamaya çalışıyoruz.

 

Gerçek kahramanlarımızın kahramanlıklarının ortaya çıktığı bir zaman vardır. Sıradan insanın kahramanlaşmasının zamanıdır bu. Zaman geldiğinde zemin de hazırdır. Görev dışına çıkılır veya bir fiil ortaya konulur. Bu kahramanlık fiilleri, bizim onlara insan dışı üst hasletler yüklememizi gerektirmiyor ve öyle de yapmıyoruz. Hareket noktamız bu örneklerde cesaret kavramı oluyor. Olağan durum, form ve öz değiştiriyor, netice de konu tarihleşiyor. Tarih, zaman'ın kayda alınan, kayda değer bulunan kısımları değil midir? Tüm geçmişe tarih dediğimizde ortaya bir karışıklık çıkacaktır. Ama bir kayıt bulunduğunda o geçmiş zamanın alanından çıkıp tarihin alanına girmiştir artık. O halde kahramanın eylediği, kayda değerlik düzeyindedir. Kayda geçmiştir de. Kayda geçtiği için de tarihleşmiştir.

 

15 Temmuz akşamından başlayıp ertesi günün sabahına kadar uzanan süreç gerçek ve el değmemiş bir sahicilikte tarih yapımıydı. O kadar gerçekti ki, darbeciliğin ülkede varlık göstermesinin üstünden yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen böylesi bir direniş, böylesi bir direnç görülmedi. Dünyanın birçok milletine örnek olacak bir hareket ile Türkiye'de millet kendisini, geleceğini, iradesini, siyaseti, sokağı korumuştur. Batı basınında görüntüyü flulaştırmaya dönük çabaların temelinde birkaç husus bulunmaktadır. Birinci olarak Batı her zaman kendine demokrat ve kendine insancıl olmuştur. İkinci olarak Türkiye'de milletin askeri darbe girişimi karşısındaki direnişi sömürge olan birçok millete ve halka örnek olabilecek bir parlaklığa ve çarpıcılığa sahiptir. Bu nedenle ilk günden aradan geçen haftalara rağmen Batı merkezli bakış Türkiye'de olan bitenin üstünü kapatma, önemsiz göstermek ve belli alanlarda sıkıştırma çabasına girişmiştir. 15 Temmuz’daki kahramanlıkların bütün kurgu ve senaryoların, anlatıların, siyasi perspektiflerin dışında okunması bir zorunluluk. Su katılmamış bu kahramanlıklar, aslında millet olma şuuru kadar, yeniden bir şey yapabilme cesaretini de göstermiştir. Bir kahramanlık, bir başka hayatı kurtarabilir; ama diğer tür kahramanlıklar aslında bir millete ne olduğunu ve ne yapabileceğini gösterebilir. Kendiliğinden gelişen bir tarihleşmeydi, kendiliğinden ve olağan, tartışmasız farklı görüşlerin tamamının kabul ettiği bir tarihleşme eylemiydi. O yüzden gerçek ile üretilmiş gerçekler arasında kalıyor oluşumuz, bir tür belirsizleştirme ile karşı karşıya olduğumuz anlamına da gelmektedir.

Bu yazı Notlar Dergisi'nin 7. sayısında yayımlanmıştır.

Bu haber toplam 3488 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim