• İstanbul 19 °C
  • Ankara 20 °C

Muş’ta Müştak Baba...

D. Mehmet DOĞAN

Muş’ta, Alparslan Üniversitesi’nin düzenlediği bir toplantı vesilesi ile bulunuyoruz. Şehir sırtını Kurtik dağına dayamış. 2850 metreye kadar yükselen dağda mayıs sonunda kar beyazı hâkim, ova ise yemyeşil...Lâle mevsimine yetişebilse idik, üçüncü renk kırmızı olacaktı.

Aklımızda hep Muş’u Ankara’ya bağlayan esrarengiz -belki de sırlı demeliydik- bir zatın kabrini ziyaret etmek var. Geçen gelişimizde bu mümkün olmamıştı, bu defa görmeden gitmek olmaz. Günün meşguliyeti bu ziyareti yatsıya tehir etmemize yol açıyor. Asıl şehre, kaleye doğru Muş yokuşunu çıkıyoruz. Yollar giderek dar ve dolambaçlı hâle geliyor; akşam tenhalığı basmış eski çarşıdan geçiyoruz, ufkumuzda taş minare silüetleri beliriyor.

Bir şehir yok edilmek isteniyorsa, düşman ordularının istilasına, işgaline gerek yok; şehri yer ile yeksan etmeye TOKİ yeter! Nitekim Muş’un üç tarihî camiinin tepesine beton bloklar abandırılmış. Artık camilerin olduğu yerden Kale görülmüyor! İşte bir Muş türküsü:

Kalelerden inen yok
Halin nedir diyen yok!

Muş’un tarihî kimliği çok öne çıkmaz. Bugüne fazla tarihî eser de ulaşmamıştır. Geçmişte İran’dan gelen taarruzlar, 19. yüzyılda Rus istilası ve Ermeni Taşnakçıların saldırıları şehrin tarihi varlığını tahrib etmiş. Sonrasında Ermenilere ait yapıların da ortadan kalktığı anlaşılıyor.

Hacı Şerif Camii’nde yatsıyı eda ediyoruz. İmam, şafiî imiş, farzdan sonra tesbihat yaptırıyor. İlk defa bir şafiî imamın ardında namaz kılıyor olmalıyız ki, bu farkı fark edemeyip sünnet ve vitir kılmaya devam ediyoruz. Ulu Cami yakınımızda, Alaeddin Camii de uzakta değil. Bu üç tarihî camii birbirinden farklı taş dizilişleriyle desenlenmiş minareleriyle ayırabiliyorsunuz. Demek ki burası, tarihî şehrin merkezi...Bu merkez artık kuşatılmış durumda!

Muş’tayız, fakat zihnimiz Ankara ile Muş arasında gidip geliyor. 19. yüzyılın sıradışı mutasavvıf şairlerinden Müştak Baba, İkinci Mahmud’a musahiblik de etmiş Bitlisli bir şeyh. Ehli tasavvufun uluları gibi bir hayli yer dolaşmış. Onun son seyahatine İstanbul’dan memleketine dönmek için çıktığı sanılıyor, aslında mukadder olana doğrudur yolculuğu...

Müştak Baba bir naatinda, “Ya Resulullah billâh ben senin Müştakunam” diyor. (Ey Allahın Resulü billâh ben seni özleyenim.) Başka bir naatindeki şu kıt’a onun Peygambere teslimiyetini ifade ediyor:

Gerçi bir âsi kulum yüzüm kara

Lîk Müştak-ı cemâlim ben sana

Top edip başım kodum meydanına

Top senin cevlan senin meydan senin

Söz senin devlet senin devran senin

Son seferinde onun Ankara üzerinden Muş’a geldiğini tahmin edebiliriz. Yolun ortası konumundaki Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’yi ziyaret etmiş ve o meşhur istihraçnamesini de bu vesile ile yazmış olmalıdır. Şiir şöyle biter:

Ey pâdişah-ı fehham sultan Hacı Bayram
Ruhen ister ikrâm Müştâk abd-i çâker

Yanî, “Ey anlayışlı padişah sultan Hacı Bayram âciz kul Müştak ruhen ikram ister.”

19. yüzyılın bu esrarengiz şahsiyeti kendi mukadderine giderken 90 yıl sonrasının Ankara’sını görmüş gibi konuşur: Ankara İstanbul’la denk olacaktır!

Mevâ-yı nâzenine kim elf olursa efser

Lâ-büd olur o mevâ İslâmbol ile hemser

“Güzeller yurduna elf (1000) tac olursa/Ankara kesinlikle İstanbul’a eş olur.”

Burada ebced hesabına göre bir tarihe işaret ediliyor: Elf (1000) ve efser (341), toplamı 1341. Hicri takvime göre Ankara’nın “makarr-ı idare” (idare merkezi) olması 1341’de, yani 1923’te... 

Müştak Baba İstanbul’la denk olacak “güzellik yurdu”nun adını sonraki mısralarda harf harf veriyor ve bu harfler arka arkaya sıralanınca “Ankara” ismi çıkıyor!

Müştak Baba neyi bildi, yahut Müştak’a ne bildirildi? Neden ruhuna Sultan Hacı Bayram-ı Velîden ikram istiyor? Bu sır Müştak Baba ile Muş’a kadar geldi. Ve burada toprağa karıştı. Onun burada yetmişinin üstündeyken öldürüldüğü biliniyor. Neden ve kim tarafından öldürüldüğü hususunda rivayet muhtelif...Bir şahsiyet ki muamma üstüne muamma! Müştak Baba, görünüşte baba memleketine, Bitlis’e doğru yola çıkmış, fakat asıl memleketine Muş’ta vâsıl olmuştur!

Yatsı sonrası ıssız sokaklardan geçip duvarla çevrilmiş bir bahçe içinde kabri buluyoruz. Kabrin üzerine bin dokuz yüz seksenlerde açık bir türbe yapılmış. Türbe yapısı ruhaniyet telkin etmiyor. Mezar taşında arapça kitabede Müştak Baba’dan “şehid” olarak söz ediliyor...

Bu bahçede başka bir yatır daha var. Zerzemi kimdir? Bir tabelaya yazılmış olanlardan fazla bir şey çıkmıyor. Türbenin kapısını zorlukla buluyor ve bu küçük kapıdan telefon ışıkları yardımıyla girerek asıl türbeye ulaşıyoruz. Asıl türbe kapısından nihayet tarihî bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz.

Müştak Baba bizi Zerzemi’ye ulaştırdı. Belki de asıl göreceğimiz o...Peki Zerzemi kim? Bugünkü bilgilerle meçhul bir şahsiyet! Muş’ta ruhî sıkıntıları olanlarının uğrak yeri bir yatır Zerzemi...

Türbelerin son tamiri Zerzemi’yi rüyasında gören ve Muş’la alâkası olmadığı belirtilen bir hayırsever yaptırmış. Efsane devam ediyor!

Bu yazı toplam 981 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim