• İstanbul 15 °C
  • Ankara 23 °C

Mustafa Özçelik Yazdı : Şiir, Şair ve Ödül

Mustafa Özçelik Yazdı : Şiir, Şair ve Ödül
  1. Resmi makamlar, 2011 yılını “Mehmet Akif yılı” ilan etiler. Buna vesile olan olay ise, 2011 yılının Akif’in vefatının 75. ve onun anıt eseri “İstiklal Marşı”nın, TBMM’de milli marş olarak kabul edişlinin 90.

 

mustafaozcelik_b1.

Resmi makamlar, 2011 yılını “Mehmet Akif yılı” ilan etiler. Buna vesile olan olay ise, 2011 yılının Akif’in vefatının 75. ve onun anıt eseri “İstiklal Marşı”nın, TBMM’de milli marş olarak kabul edişlinin 90. yılı olmasıydı.

 

Bu tür, yıl olayları ilk bakışta sevindiricidir. Hele de Akif’le ilgiliyse.. Zira,  Resmi makamlar, devletin milli marşını yazan şaire yıllar boyunca hep soğuk ve mesafeli durdular. Gerek fikirlerini gerekse İstiklal Marşı’nı rejim yanlısı sivil unsurlarla da beraber, hep tartışma konusu yaptılar. Fakat, zaman içinde bu soğukluk, devlet katındaki bazı hissiyat sahibi insanların ve daha çok da sivil inisiyatifin çabalarıyla zaman içinde kısmen de olsa giderildi. 1986 yılı bu anlamda bir milat oldu. Bu yıl, Akif’in vefatının 50. yılıydı. İşte bu durum, vesile kılınarak, yarım asır önce kendisini Mısır’a hicrete zorladığımız Akif’ten bir anlamda özür diledik ve o yılı “Mehmet Akif Ersoy yılı” ilan ettik.

 

Şimdi ise ikincisini yaşayacağız bu olayın. Umulur ki bu vesileyle Akif üzerine yeniden düşünme ve onu ciddi manada okuma ve anlama imkânı buluruz. Diğer yandan ise, bu tür yıllar şahsen bende hep önce “endişe”, ardından da “hayal kırıklığı” uyandırır. Çünkü; yıl içindeki faaliyetler, “resmi” ve “merasimci” şablonun dışına pek çıkmaz. Üstelik; bu tür anmalar, bambaşka bir Akif çıkarır karşımıza…Onun daha çok şairlik yönü vurgulanır. İstiklal Marşı’nı ezberleme yarışmaları yapılır. Kabri ziyaret edilir. O yılın sonunda ise unutulur her şey.

 

Oysa Akif, bir “ahlak ve mücadele” adamıdır. Bu yönü dolayısıyla günlere, aylara, yıllara sığdırılabilecek birisi değildir. Bu yüzden onun “ahlak ve mücadele” adamı olma yönü hep gündemde tutulması gereken bir durumdur. Onun bu yönüdür bize bugün için de ışık tutacak olan.  Dileriz bu yılın hakkı verilir, yapılanlar/yapılacaklar resmi “şablon” ve “merasim” anlayışın ötesinde taşınır, kalıcı, ciddi, seviyeli çalışmalar yapılır. En önemlisi de her şey,  Akif’i “anmak” la sınırlı kalmaz, “anlamaya yönelik” olur.

 

2.

Mademki, hem bu yılın İstiklal Marşı’nın kabulünün 90. yılı dolayısıyla “Akif yılı” olduğunu söyledik hem de Akif’in ahlak ve mücadele adamı oluşuna vurgu yaptık. Öyleyse bu durumu hayatından İstiklal Marşı ile ilgili bir olayı hatırlatarak müşahhas hale getirelim: Bilindiği gibi 7 Kasım 1920’de Maarif Vekaleti, “halkın ve askerlerin milli ve manevi gücünü yükseltecek, Eşref Edib’in ifadesiyle “Bu mukaddes mücadelenin büyüklüğünü, heyecanını terennüm edecek, onu gelecek asırlara nakşedecek” bir “vatan” yahut “istiklal” marşının yazılıp bestelenmesi için bir yarışma açar.

 

Bu yarışmanın büyük bir ilgiyle karşılandığını ve bakanlığa sürenin bitiminde 724 şiir ulaştığını biliyoruz. Bu şiirler arasında, Akif’in şiiri yoktur. Oysa; bu, beklenen bir husustur. Çünkü; Akif, bu mücadelenin başından beri içinde olan yazıları, şiirleri ve vaazlarıyla destek olan bir isimdir. Dolayısıyla aranan nitelikteki şiiri yazabilecek en uygun isimdir. Bunu Balkan savaşından beri yazdığı pek çok şiirle de göstermiştir. Dahası, Milli Mücadele günlerde yazdığı Ordunun Duası” şiiri, daha sonra İstiklal Marşı’nın “ilk” bestekârı olacak Ali Rıfat Çağatay tarafından bestelenmiş, Erkan-ı Harbiye Riyaset-i de bu şiiri orduya tamim ederek askerlere söyletilmesini istemiştir. Yani bu şiir, İstiklal Marşı’nın henüz yazılmadığı günlerde bir anlamda marş ihtiyacını karşılamıştır. İşte bu sebeplerle,  İstiklal marşını yazmak da ondan beklenmektedir.

 

Akif’in bu yarışmaya vaat edilen para ödülü sebebiyle katılmadığı da yine bilinen bir husustur. Şu detaylar da Akif’le ilgili hemen bütün kaynaklarda yer alır. Akif, bu döneminde çok büyük bir maddi sıkıntı içindedir. Ankara’nın o soğuk kışında ceketle gezmekte, soğuk daha da çoğaldığı günlerde arkadaşı Şefik’in paltosunu giymektedir. Dahası, yine arkadaşı olan Erzurum Mebusu Ziya Beye 250 lira borcu vardır. Burada marş için verilecek olan bu paranın değeri konusunda da şunları söyleyelim. Kaynaklar bu parayla o dönemde Boğaz’da bir yalı, Ankara’da iki çiftlik alınabileceğini yazarlar. İşte, böylesi bir meblağ, böylesi zor durumda yaşayan biri tarafından reddedilmiştir. Akif gibi biri, bunu elbette kabul edemezdi. Çantay’ın ifadesiyle “Akif ‘nasıl’ girerdi böyle bir müsabakaya? Memleketi kurtulacağını para ile mi söyleyecekti?”

 

Akif’in para meselesi yüzünden katılmadığını öğrenen H. Suphi, bakan sıfatıyla ona bir mektup yazarak bu durumun “sebebin izalesi için tedbir” alacağını, gelen şiirlerin beğenilmediğini “matlup şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kaldığını” belirterek “Memleketi bu müessir telkin ve tehyîc vâsıtasından mahrûm bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eyler.” Böylece; ortadaki Engel’in kalkması üzerine Akif, on gibi kısa bir süre içinde şiirini yazar ve bakanlığa gönderir. Sonrasına gelince; Akif’in şiiri TBMM tarafından “milli marş” olarak seçilir. Marşın kabulünden sonra Meclis muhasebecisi, kanunen müsabakayı kazanana verilecek olan 500 lira nakdi mükafatı getirir ise de Akif, “ Ben müsabakaya girmedim; bu para bana ait değildir” diye reddeder. Fakat muhasebecinin “Kanun metninde mükafatın kazanana verileceği yazılıdır. Sizin marşınız kabul edilmiştir. Bu para sizindir. Meclis kasasında kalamaz. Siz, lütfen tesellüm edin, sonra istediğinizi yaparsınız” diye ısrar etmesi üzerine Akif, bu parayı yoksul kadınlara ve çocuklara örme işleri öğretmek üzere açılan” Dar’ül-Mesai”ye hibe ve ciro eder.

 

2.

Şimdi biraz geriye gidelim. Çanakkale savaşı bütün şiddetiyle sürmektedir. Enver Paşa, İstanbul’da bulunan yirmi otuz kadar şair ve güzel sanatlar mensubuna 1915 yılı Haziran ayında, bir tezkere göndererek onlardan harp sahalarını gezerek hislerini halka ve gelecek nesillere anlatmalarını teklif eder. Ağaoğlu Ahmed, Ali Cânib Yöntem, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Celâl Sâhir Erozan, Hakkı Süha Gezgin, Ömer Seyfeddin, Mehmed Emin Yurdakul ve İbrahim Alâeddin Gövsa gibi şairler bu teklifi kabul ederek Çanakkale cephesine giderler.

 

Heyet mensupları, İstanbul’a döndükten bir gün sonra, 24 Temmuz 1915 tarihli Sabah gazetesinde, orduya, “Hitâbe-i Şükran” başlıklı bir beyanname neşrederler. Bu beyannamede, Çanakkale’nin cesur müdâfîlerine karşı milletin ebedî bir şükran duyduğu dile getirilir. Daha sonra bu heyette bulunan isimlerden bazıları kendilerinden istenen tarzda kimi şiirler yayınlarlar. Ama bunlar, genel olarak beklentiyi karşılayan eserler değildir. 1916 tarihli Tanin gazetesinin “Başyazısında şu satırları okuyoruz: “... Ordu, bir Çanakkale hey’et-i edebiyyesi teşkil etti ve birçok masraf ederek genç edebiyatçılarımızdan ve ressamlarımızdan bir kısmını Çanakkale’ye gönderdi. Çanakkale’ye giden heyet üyeleri ancak İstanbul’a döndükleri zaman bir beyanname neşrettiler. Bittabi bu kâfî değildi; bütün dünya matbuatında her gün sütunlar işgal eden Çanakkale vekayiinin hikâyeler, şiirler, resimler ve zafer destanlarıyla tespit edilmesi lâzımdı. Maateessüf henüz elimizde hiç bir şey yok.”

 

Çanakkale’ye gitme teklifini ilk kabul edenlerden biri de Yusuf Ziya Ortaç’tır. Enver Paşa’nın isteği doğrultusunda “ Akından Akına” isimli bir şiir kitabı yazar. Bu kitap, 1916 yılında Talat Paşa’nın emriyle askerlere dağıtılmak üzere son derece kaliteli bir şekilde tam on bin adet basılır.

 

Yusuf Ziya Ortaç ne yaptı dersiniz? Onun bahsi geçen şiir kitabı için devletin o zor zamanlarında tam 450 altın, kimi kaynaklara göre ise 220 liralık ödül verilir. O da bunu almakta hiç ama hiç tereddüt göstermez. Bu paraya da şairin kendi ifadesine göre o zamanlar İstanbul’da dört odalı bir ev alınabilmektedir. Dahası, bu eder, “ısmarlama” bir eser olarak yazıldığından bir estetik değer de ifade etmemektedir. Nitekim kendisi de yıllar sonra bu durumu şöyle itiraf eder. “Şimdi, masanın üstünde yılların sararttığı bir ‘Akından Akına’ var. Kağıdına, mürekkebine, kartonuna imrenerek, şiirlerine iğrenerek bakıyorum.” İşte böyle bir esere verilmiştir böylesi yüksek bir telif…

 

Çanakkale için, cepheyi gezip görenler, ortaya kayda değer bir şiir koyamadılar ama; Çanakkale için en güzel şiiri yine Akif yazacaktır. Üstelik cepheyi görmeden…Demek ki mesele görmek değil hissetmektir.

 

3.

İşte iki şair ve iki tavır.

 

Mesele, hiçbir yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Bugün için baktığımızda Yusuf Zira Ortaç yahut onun gibilerin sadece adları kalmıştır edebiyat tarihlerinde… Unutulup gitmişlerdir. Akif’ gelince; vefatından bu yana- ki bazı muhalifleri olsa bile yaşarken de çok tanınan ve sevilip sayılan bir isimdir-hiç eksilmeyen dahası her gün biraz daha artan bire sevgi, saygı ve ilginin muhatabadır. Yunus Emre’nin “Her dem yeni doğarız/Bizden kim usanası” söyleyişindeki mana Akif için de “unutulmamak, her an yeniden hatırlanmak” şeklişnde tecelli etmiştir.

 

Şimdi, Hamdullah Suphi’nin neden Akif konusunda bu kadar ısrarlı olduğunu da daha iyi anlıyoruz. Eğer bu konuda Akif ikna edilmemiş olsa idi bugünkü İstiklal Marşımız da mecburen Ortaç’ınki gibi hem edebi değerden yoksun hem de para için yazılan ve bu sebeple içinde ruh ve mana taşımayan bir eser olurdu.

 

Burada; bu konu vesilesiyle, “günümüzde şiir, şair ve ödül meseleleri” için de bir şeyler söylemek mümkündür aslında. Belki de gereklidir. Çünkü günümüzdeki şiir, şair ve ödül meseleleri de ciddi olarak sorgulanması gereken bir meseleye dönüşmüştür. Ama bunu burada yapmayacağım. Çünkü; bu yazıya konu ettiğimiz mesele, bu konu için de nelerin söylenmesi düşünülmesi yahut yapılması gerektiğini yeterince ortaya koymaktadır.

 

BİR NOKTA MART 2011

Bu haber toplam 2151 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim