• İstanbul 15 °C
  • Ankara 24 °C

Neden şehir diyoruz?

M. Ali ABAKAY

Yazma dünyamızda en çok üzerinde durduğumuz Şehir olmuştur, 2000’den bu yana. Şehir üzerine yazdıklarımızın bir kısmını kitaplaştırdık, kuşkusuz. Derli toplu bir kitapta 1000 sayfalık yazdığımız hususları değerlendirsek, şehre bakışlar değişecek mi?

Şehre dair bakışları değiştirmek üzere ele aldığımız yazılarımızda kullandığımız dil, eleştiri-açıklama ve tespit üçgeninde birleşiyor. Eleştirdiğimiz hususlara açıklama getirerek, tespitleri sunmaya çalışmaktayız, uzun zamandır.

Herkes tarafından anlaşılma düşüncemiz yok, kuşkusuz. İlgilenen ve alaka duyanlara söyleyecek sözlerimiz, medeniyetin şehirlerde yeniden inşâ hareketine katkı sunmaktır, bir ölçüde. Gelin görün, yazdıklarımızın ses getirmemesi, bizi üzmüyor, değil.

Şehir ekseninde kimi olumsuzlukları kendine dert edinen sayısı iki elin parmaklarının geçmediği bir ülkede, her şehre dair kaleme alınan kitapları, sabırla-sebatla-itina ile bir araya getirirken, adeta kutsal bir görev saîkiyle, hareket ediyor, gazeteden dergiye, kitaptan ansiklopediye, fotoğraflara, belgelere, bilgilere dayalı çalışmamız, bizi ister istemez ülke gündemine “Şehir Araştırmaları Merkezi” hususunu taşımaya zaorladı.

Mimarîden musıkîye, arkeolojiden tarihe varan uzun bir sıralama içinde kaleme alınan eserleri bir araya getirme, her şehri bu perspektif içinde tanıma ve tanıtma ameliyemiz, göründüğü şekliyle bir şahsın üstesinden geleceği vazife değildir.

Yayın evlerinin son dönemde geliştirdiği Gezi-Şehir Yayınları’nı takip etme, oldukça zordur. Özellikle bir defaya mahsus yayınlanan kimi eserleri temin etme oldukça sıkıntılıdır. Sahaflara düşen bu eserleri, bilinir kılma işimiz, taşrada ( İstanbul dışı) bulunma sebebiyle iğneyle kuyu kazma işine bizi icbar hale getirmektedir.

Şehirlerle ilgili çıkan dergileri bir araya getirme işimiz, bundan daha zor bir iş halindedir. Dergileri, sadece kimi kütüphanelerde bulma, bu dergiler için uzak mesafeler kat etme zorunda mıdır, araştırmacı?

Şehirlerle ilgili çıkan gazeteler ki gazete ömürleri haftalık-aylık zamanla sınırlıdır. Günlük gazeteleri takip etme, şehirlerle ilgili makaleleri tespit etme, ancak kolektif bir çalışmayla söz konusudur.

Şehirlerle ilgili yapılan sempozyum bildiri kitaplarını unutulmaya karşı koymak için bir araya toplama, kolay bir iş olmaktan uzaktır. Yazışmalar, konuşmalar, mektuplar sonrasında düşünülenin yüzde onuna ulaşamama, insanı hayal kırıklığına uğratmaz mı?

Bir üniversitede düzenlenen sempozyumun bildiri kitabını edinmek için, aylar süren görüşmeler çoğunlukla bildiri kitabına bizim ulaşmamıza yetmemektedir.

Yayınlanan şehir kitaplarını temin yolunda ferdî çabalar, kişinin maddî imkânsızlıklarla akamete uğrayınca onlarca senedir sürdürdüğünüz, şevkle-heyecanla başlattığınız bu yolculukta tek başına kalmış olmanızla bir çileye dönüşüyor.

Valiliklerden, belediyelerden, kaymakamlıklardan, üniversitelerden, ticaret ve sanayi odalarından, vakıflardan, derneklerden talep ettiğiniz yayınların çoğuna olumsuz cevap gelince ya da cevap verilmeyince, seksen bir ili bir çatı etrafında buluşturma düşünceniz, akıllara ziyandan başka ne olabilir?

Bu gönül-sevda işiniz, bir holdingin, köklü bir vakfın-derneğin üstesinden geleceği iş iken, tek başına kahramanlığa soyunmamızın manasız bir çırpınmadan başka bir görüntü arz etmiyor.

İnanıyoruz ki ileride her şehirde bir Şehir Araştırmaları Merkezi kurulacak ve bu yaygınlaşacaktır. Israrla kimi dostlar, bize akıl vermekte, bir araya getirilen binlerce kaynak, fotoğraf, dergi, gazete ve diğer dokumanın mekân temini için kimi istişarelerle çözülebileceğini seslendirmektedir.

Büyük idealimiz, bu merkezin bir başkasının sırtımızda kambur şeklini kabule yanaşmaktan uzak biçimde hareket etmemizi tembih etmektedir.

Biz, bu amaçla yola çıkarken, bu herkesi ilgilendiren, alaka gösterilecek çalışmanın sadece bizim boynumuzun borcu olduğunu bilmiyorduk.

Yaşadığımız ülkede kitaba saygısını yitirmeyenlerin olduğunu bilmemize rağmen, onlara ulaşmak için birçok kapıların kapalı ve defalarca çalınması gerektiğinin farkında değildik.

Yüzümüze kapanan kapıları açmak için eğilip bükülme alışkanlığımız olmadığı için çorak topraklarda yetişen, kavruk tenli, elleri nasırlı, toprağı tırnağıyla kazan, bu aşamaya bu yolla gelen biri olarak, İstanbul’dan Ardahan’a kadar, nerede bir şehir varsa kendisini oralı bilen anlayışla hareket eden fıtratta ısrarlı duruşla sesimizi duyurabileceğimizi sanıyorduk.

Yanılmışız, Sevgili Okur, oldukça yanılmışız!..

Bu yetmezmiş gibi Şehir Araştırmaları Merkezi’ne seksen bir ili az görmüş, yüz dünya şehrini katmışız, bu ideale.

Bu davranışımızla sesimizin yankı bulacağını sanıyorduk, öne sürdüğümüz tezimizin sahip bulacağını sanıyorduk.

Hele medeniyet ve tarih anlayışımız, inanç cephemiz, sanat felsefemiz, dil birlikteliğimiz eklenince bu ideale, kendimizi büsbütün sevimsiz hale getirdiğimizin farkında değil imişiz!..

Kaleme aldığımız yazılarımızın boynu bükük, buna endekslenmiş yüreğimizin bir yanı yanık, şevkimiz-heyecanımız sönük…

Yeryüzünde mevcut eserleri koruyamayan anlayış, yer altında kalan eserleri yüceltmeye devam ediyor, vazifesini hakkıyla yapmış gibi.

Şehirlerin bağrına daldırılan hançer misali, gökdelenler yükseliyor, plaza-rezidans biçiminde. Bu çarpık anlayış, gölgeliyor, yüzlerce sene önce yapılan devasa şah eser yapıları.

Ne han kaldı, ne hamam!..

Ne arasta kaldı ne köşk ne konak!..

Köprüler yolcusuz, çeşmeler susuz!..

Mutfaklarımızda kazanlarımız  pişecek malzemeden yoksun bırakılmış!..

Giydiklerimiz- yediklerimiz-içtiklerimiz, çağın gerekleri denilen ucube taklidî yaşamla şekillenmiş!..

Konuşma dilimiz, yazma dilimiz birbirinden oldukça uzak.

Dememiz o ki, şehir hayatından oldukça uzaklaşmışız, ne kadar yakınlaşıyoruz desek!..

Geçmişle olan bağımız tümüyle kopuk ve arada engeller var, görülmeyen, görülmesi engellenen.

Neden şehir diyoruz?

Anlatmasını bilmediğimiz için midir, bize kolların uzanmaması?

Biz, akademisyen değiliz.

Biz, bir boş çerçeveyi atölyede hazırlatıp sanat eseri olarak pazarlamaktan yoksunuz.

Biz, bir fotoğraf makinesiyle on beş- yirmi kare çekerek sosyete dünyasında görünmedik.

Biz, başkasının istediği kitap siparişlerini yazmaya koyulmadık.

Biz, bu merkez düşüncesiyle bu tür her şeyi reddedip, aslî kökenimizi ısrarla sahiplenmek isteyenlerin taleplerine cevap olmak üzere yola çıktık.

Dizimizde takat kalmadı.

Kalemimizde mürekkep tükendi.

Cep delik cepken delik hale geldi.

Üstümüzdeki atletimizi-terden renk değiştirmiş fanilamızı yürüyüşümüzdeki dostumuz asamıza takıp, beyaz bayrağı çektik.

Yenilgiyi yenilmiş muzaffer bir komutan edasıyla, asaletiyle kabul ettik.

Şartların orantılı olmadığı meydanda hiçbir pehlivanın sırtımızı yere getirmesine izin vermeden “Pes!” ettik.

Selam, esenlik ve saygıyla efendim…

Bizi bilenlere selam olsun!..  

Bu yazı toplam 1184 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim