• İstanbul 16 °C
  • Ankara 22 °C

Nureddin Topçu’nun Eğin’i…

D. Mehmet DOĞAN

Bu cümleler Karayazı hikâyesinden seçilmiştir. Bugüne kadar öyle bir memleket tasvirine rastlanmamıştır. Eğin türküleri eşliğinde okunmalıdır.

“Eğin dedikleri bir büyük bahçedir”

Bu Taşbaşı Eğin’in üstünde, yükseklere asılmış bir balkon gibi idi. Üç yerinden kırılmış bir halka gibi her tarafı yakından saran dağlar, güneşin batmasiyle gülümseyen bakışlarını birbirlerine çevirirlerdi.

bahce.jpg

Hotar dağının Angin dağına bakan kayalık zirveleri, yere diz çöküp uzanmış bir dişi kaplanın kırışık ve haşin çehresini andırırdı. Oldukça yakın mesafelerden munis ve ihtiyar bakışlarla birbirlerine dalan, esmer çizgilerle dolu bu yüzlerin yanında, Geşo dağının hülyâlı ve şirin Kırkgöz dağına saplanmış ince bakışı daha sevimli ve hicranlı idi. Suların, cizu[1]ların hep birden sustuğu, sanki bütün seslerin Fırat suyunun yavaşça süzülerek kaybolduğu dar ve karanlık boğazdan sıyrılıp da yok olduğu bu ân, Eğin’in en güzel zamanıdır.

Sanki bütün ümitler bir kadehe dolmuş da kokluyorsun, sanki bütün davetler kabul olmuş da bekliyorsun gibi gelir. Bütün Eğin gökyüzünü yarılara kadar örten dağlariyle beraber, pek yükseklerdeki bir çardağa asılmış bir büyük oda, bir köşk gibidir, bir köşktür de kim gelip girecek diye beklersin. Sonra bir anda kim örter bu köşkün kapısını? Anlaşılmaz. Lâkin kapı örtülür, bağlar uyur, dağlar dalar, gökyüzü matemlilere göz kırpar.

Sular, bu memleketin dilidir, sevdasıdır. Sular burada canlıdır; akarlar, haykırırlar, dururlar, fısıldarlar, koşarlar, çağlarlar, sonra serilip sönerler sular. Eğin dedikleri bir büyük bahçedir; sular bu bahçenin cıvıldayan çocukları. Onlarsız Eğin ölüdür; üç yanı omuz omuza dayanmış kayalarla çevrili, derinlere sinmiş mahzun bir yeşilliktir. Bu mahzun yeşilliğin her tarafını ağ gibi sarıp çeviren su arkları, bir yandan öbür yana kâh neş’eden bağırarak, kâh hicrandan hıçkırarak koşarlar.

Bahçeleri kırbaçlayan, rüzgârla sallanan dallarının kimi bir yana, kimisi öte yana yatmış çırpınan ağaçların yapraklarında titreşip parıldayan güneş altlarında akan arkın dokunan elleri donduran sularında ışıldar. Yapraklardaki hicran, akan suda vuslat ve neş’e olur. Ağaçlar âh ederken sular sevinçli şarkısını söyler. Sonra bahçelerin serin kavak gölgeleriyle çevrili küçük göllerine gelip dolarken, onlarda uykuya ve sevdaya doymuş gözlerin mahmurluğu vardır.

Eğin’i çepeçevre saran kayaların bağrından yer yer fışkıran pınar başları ise, bütün Eğin’i ışıktan ve sesten bir ağ gibi çerçeveleyip ören arkların kaynaklarıdır. Bu pınar başlarında baygın şırıltılarla küçücük havuzlarda oynaşan sular, etrafa dağıttıkları serinliğe gülümser gibi cıvıldar, dağlardaki durgun enginliğin âhına dem tutarcasına sevinçli sevinçli ağlarlar. Sanki Leylâ’ya kavuşan Mecnun gibi kendinden geçmiş, sanki deryaya karışan damla gibi murada ermiştirler. Bu pınarların göllere dökülürken çıkardıkları baygın, şakrak ve hiç kesilmeyen sürekli inilti hülyâma saplanır, bilinmez bir sevinçler dünyasından haberler dinler gibi bu sese dalardım. Bu anlarda üzerine eğildiğim ufacık gölün gölgede kalan tarafları parlak ve serin bir siyahlığa gömülür, güneşli yerine gözlerim dalar. Bu güneşli yere kenardan hülyalı bir homurtu ile dökülen sular, yan yana konmuş keskin ve parlak bıçak uçları gibi gölün suyuna şiddetle saplanır ve batar, önünde bembeyaz köpüklerden bir kaynaşma ve boğuşma yaratırdı. Köpükten kabarcıklar suyun üzerinde sıçrar ve oynaşırken, onlara dalıp saatlerce seyrine doyamazdım.

Hele Eğin’in iki gözünden çıkan yaş halinde yataklarında derin izler açarak Fırat’a gelip akan iki derenin kendi kendilerine birer âlem olan içleri!

Ekseri yerleri ağaçların yukarda bir kubbe gibi birbirlerine sarılan dallariyle örtülü, gökyüzünü göstermeyen kendi gölgelerinde mahmur uyuyan bu dere içleri birer geniş yoldur. Her tarafına gelişi güzel, irili ufaklı taşlar ve kayalar serpili bu yolda akan sular kıvrılıp dönerek, kâh yükselerek, kâh ileride koşan analarına ağlamaklı meleyen kuzular gibi hıçkırıklı sesler çıkararak dolaşırlar. Bâzan iri taşların arasında ufak göller yaparlar. Bazan bu göllerin yanındaki kayalar arasında biriken birer avuç toprakla kumdan çıkan söğütler dallarını yandaki küçük göle salar, oracıkta âsude bir gölgelik, şırıltılı bir sahil, bir gizli sesler âlemi yaratır.


[1] Ağustosböceği, cırcırböceği.

Bu yazı toplam 440 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim