• İstanbul 18 °C
  • Ankara 16 °C

Prof. Dr. Adem Efe: YÜRÜRÜM

Prof. Dr. Adem Efe: YÜRÜRÜM

Çoğu zaman yürümeyi tercih ederim. Acele işim yoksa; hava çok sıcak, yağmurlu ya da aşırı soğuk değilse arabaya veya otobüse binmek yerine yürümeyi yeğlerim. Vakit bir bahar sabahına veya bir sonbahar akşamüstüne denk geldiyse yürümek çok güzeldir. Yürürken birçok şeye bakar, onları fark eder ve görürüm. Yine yürürken çok şeyler düşünür, aklıma gelenleri not eder gibi bir yerlere yerleştiririm, daha sonra bunları buradan alır, bir yazıya konu edersem, aynıyla aktarırım. Bazı yazılarım böyle doğmuş veya oğul vermiştir mesela.

Yaz tatili boyunca veya cumartesi günleri genellikle çantam omzumda olduğu halde fakülteye doğrudan gitmez, yürüyerek çarşıya gider, oradan kampüs otobüslerine biner o şekilde odama ulaşırım. Akşamüzerleri de aynı minval doğrudan gelmez bir iki yere uğrar öyle eve intikal ederim. Sabah gidişlerde veya akşamüzeri dönüşlerde mutlaka yine yürüyerek gelirim. Bu yürüyüşlerde çok malzeme biriktirmişliğim vardır. Yolda karşılaştığım insanlar, evlerinin önünde muhabbet edenler, dükkânını açmak ya da işe yetişmek için acele edenler, az da olsa sokakta oynayan çocuklar, dilenciler, yabancılar vesaire birçok insan ve daha birçok şey kendini meydan yerine bırakmış gibidir. Bunlardan seç, beğen, al misali birçok malzemeyi görüp, gözlemleyip, değerlendirip arşivlemek veyahut bir yazıya konu edinmek sizin kabiliyetinize bağlıdır. İyi bir görücü, detayları yakalayabilen bir gözlemciyseniz küçücük bir unsurdan kocaman bir şey yakalamanız mümkün olur.

Cumartesi günleri öğleden sonraları mutlaka çıkarım. Ama Pazar günleri hiç çıkmam desem yanlış olmaz. Cumartesi günleri çıktığım zamanlarda uğradığım mutad mekânlar vardır. Bunların başında birkaç kitapçı dükkânı gelir. Burada yeni çıkan kitaplar üzerine sohbet ederim. Yine buralarda kentte kimler kitap okuyor, kimler neyi tartışıyor bunları gözlemlerim. İlgi alanıma giren eski objeler alıp satan bir iki dükkana uğrar sahipleriyle veya giren çıkanlarla muhabbet ederim. Isparta’nın umur görmüş, tecrübeli, sohbeti dinlenir birkaç yaşlı iyi insanının içinde zaman geçirdiği bir iki sıcak dükkâna uğrar, burada bulunan insanları konuşturup onların tecrübelerinden istifade ederim. Bu tecrübelerin bazılarını zihnime nakşeder bazılarını çantama doldurmayı yeğlerim.

Çantamda çok şey taşırım. Açıp baksanız içerisinde neler vardır. Yürüyüşlerde her zaman farklı sokaklardan, sokak aralarından, hatta çıkmaz sokaklardan geçmeyi denerim. Cadde üzerinde bildik, aşina şeyler varken buralarda, kenar ve kuytularda daha ziyade eski evler, yaşlı insanlar ve yaşanmışlıklar vardır. Eski bir evin önünde durmak, yıkıldı yıkılacak bir evin korkarak dahi olsa içine girmek bazen ürperti verse de çoğu zaman bir sıcaklık oluşturur bende. Isparta’da bu türden evlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Bazen bu türden evlerin fotoğrafını çekerim. Birkaç gün sonra bakmışım o evin yerinde yeller esiyor. Bazen tam böyle bir evin önünden geçerken bir kepçe olanca homurtusuyla o eski binayı hıncını alır gibi yerle bir edip, taş ve toprak yığınlarını alıp götürmek için bekleyen kamyonlara yüklerken görüyorum. Vaktim varsa gürültüyü ve toz duman yutma riskini göze alarak seyre dalarım.

Bugün Isparta’nın tarihi ve kültürel dokusunu yansıtan iki sokağı var: Çelebiler Mahallesi Damgacı Sokak ile Gazi Kemal Mahallesi İmam Hasan Sokağı. Bu iki sokakta eski konak misali evlerin büyük bir kısmı yıllar önce tarihi dokusuna uygun olarak restore edilmiş, dışları boyanmıştı. Bazen yolum oradan geçtiğinde bu evlere bakarım. Ama aradan geçen zaman o binalara birazdan fazla hoyrat davrandı. Eskiden çok şaşaalı olan bu binalardan bazılarının yaldızları yeniden döküldü. Bazılarına ateş yaktı, çatıları tuğla duvarlarının üzerine göçtü. Bugün yarın bir kepçe gelir; hiçbir şeyini bırakmadan kamyonlara yükler; o canım binaların yerinde düzlükten başka bir şey kalmaz. Birkaç gün sonra da bir başka kepçe gelir düzlenmiş yeri, kibrit kutuları misali ruhsuz yeni bina yapılması için oymaya başlar. Çoğu zaman çarşıya ya da evime gelip giderken Ulucami’nin kıble tarafına denk gelen sokaklardan gitmeyi tercih ederim. Buralar eski Isparta evlerinin çokça olduğu buna karşın yine aynı oranda bu evlerin hemen her gün bir ya da birkaçının yıkılıp yok olduğu mahalli oluşturuyor. Buradan yürüyüp geçerken sağa sola etrafa bakarım. Bazen derim “yahu daha dün şurada bir ev vardı. Ne olmuş? Ne zaman yıkılıp gitmiş?” Eski evlerin sessiz sedasız, bir haber vermeden, elveda demeden çekip gitmelerine üzülürüm. Elbette organizmacıların dediği gibi, her doğan canlının, insanların, devletlerin de bir doğumu, gelişmesi ve sonu vardır. İnsan eylemlerinin en önemlilerinden biri olan barınma ve güvenlik ihtiyacını karşılamak için yapılan evlerin de belirli bir ömürleri var. Belli bir müddet içinde yaşayan insanlara yuvalık yaptıktan sonra eskiyip, yani yaşlanıp yok olup gidiyorlar, deyim yerindeyse ölüyorlar. Bazıları eskiden içinde çok sayıda insan yaşadığı halde onlara geniş gelirken bugün içlerinde az sayıda ayak dolaşmasına rağmen dar geliyor. Bu yüzden daha geniş mekânlar yapılsın diye yıkılıp yok ediliyor. Bazen gerçekten eskimiş, yaşlanmış, işlevini yitirmiş o yüzden yıkılıp gitmesi için terk edilmiş. (…) Metruk evler, içi boş binalar. Her halükarda bu evlerin yıkılıp yok olması üzücü. Lakin bu evleri sırf eski diye terk etmek ya da genişletmek veya yenilemek için yakıp, yıkıp, yok etmek yerine mümkün olduğunca aslına uygun olarak yeniden inşa etmenin imkânı yok mudur? Yürürken bazen bunları düşünürüm.

Çantam sırtımda yine yeniden yürürüm.

Bu haber toplam 2126 defa okunmuştur
  • Yorumlar 7
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim