• İstanbul 19 °C
  • Ankara 13 °C

Prof. Dr. Mehmet Narlı: Son Otuz Yılda Türk Şiiri

Prof. Dr. Mehmet Narlı: Son Otuz Yılda Türk Şiiri
TYB Akademi 26 / Yaşayan Edebiyat / Mayıs 2019

Baki Asiltürk’ün 1980 sonrası Türk şiirini poetik açıdan gruplandırıp değerlendiren kitabı, önemli bir çalışmadır. 1980 kuşağının poetik yönelimlerini, imgeci, anlatımcı, mistik metafizikçi, gelenekselci, toplumcu gerçekçi, beatnik ve marjinalci, yeni garipçi şiir[1]  olarak gruplandıran Asiltürk,  şairlerin konuşmalarına ve şiirlerinin niteliklerine yaslanarak birçok noktada katıldığımız bir ayrıştırma/kümeleştirme yapmıştır.  Ama 1980 öncesi her alandaki katılığın buharlaşması, siyasal tabanları kaydırmış; insan, kültür ve olgular çevresindeki algıları bulanıklaştırmıştır. Bu gelişmelerin, şairleri derinden etkilediği açıktır. Örneğin özellikle son on yılda aynı şairin şiirlerinde hatta aynı şiirinde, varlığı kaos olarak algılayan bir zihni; bütün öğretileri görmüş yaşamış gibi bir tavrı; tutunamayışını kutsallaştıran bir bakışı; bazen bir radikal kimliği;  yanan, ezilen coğrafyalardan, insanlardan söz etmeyi küçümsenecek bir gerçeklik olarak gören içrek allame tavrını görmek mümkündür. Bu mümkünse, böyle özellikleri olan şairler hangi gruba girecektir? Örneğin, “mistik, muhalif, postmodern, anarşist, imgeci, gelenekselci şair” demek mümkün mü? Asiltürk’ün gruplaştırmalarında bazı çelişkiler bu gerçekliğe bağlıdır ve doğrusunu söylemek gerekirse bu çelişkilerden arınmış bir tasnifin de şimdilik yapılamaması doğaldır.

 

2000’lerin şiiri üzerine genel bir değerlendirme için Cenk Gündoğdu’nun hazırladığı 2000’ler Şiiri Antolojisi’ne de değinilebilir[2]. Gündoğdu, bu yılların siyasal/sosyal değişimler ve kırılma noktaları ile şiir için bir dönemeç olduğunu söylüyor. 2000ler şiirinin estetik kaygısının öne çıkmış olabileceğini vurgularken aslında son dönem şiirinin önceki şiir gibi ideolojik/kuramsal merkezli bir yaklaşımla tanımlanamayacağını çünkü politik algı ve iletiye dayalı söylemin  belirgin bir şekilde ezildiğini söylemek istiyor. Bence  o da 2000’ler şiirinin kendi içinde çok farklılaştığının, benzer bir imgeleme tekniği varmış gibi görünse de  kişisel ve çok yönlü bakışların bu benzerliği  oldukça kötü bir şekilde dağıttığının farkında.  Gündoğdu’nun bu yıllar şiiri için   yaptığı “uzun zaman öncesine kadar bir tamlanan olan estetik (şiir, edebiyat, tiyatro, aşk estetiği) 1990’ların başından itibaren bir tamlayan olarak servis edilmeye başlandı” tanımlaması doğruluğu yüksek bir tanımlama. Bu gerçekliğin ortaya çıkmasında  Türkiye özelinde yaşanan siyasal ve kültürel çözülme ve dağılmanın ama aynı zamanda dili ve davranış biçimi farklı yeni siyasal ve kültürel bir yapının merkeze doğru ilerlemesi  etkilidir. Ama dünyadaki postmodern sürecin, yani ekonominin uluslararasılaşmasının, baskın kültürlerin  kendi merkez kuvvetlerini kaybederek çoklu kültürel bir alanda kendisini tahkim edemeyişinin olgusal olandan görsel olana geçişin de bu yer değiştirmede (tamlananın tamlayanoluşu. Buna ideolojik sanattan sanatın ideolojisine geçiş de diyebiliriz) etkili olduğunu da belirtmek gerekir. 2000lerle birlikte ideolojik, ekonomik, kültürel bir gri alan oluşmuştur. Politik, sanatsal, kültürel figürler, artık eskisi gibi siyah beyaz alanlarda kalamayacaklarını orada kalarak huzur bulmayacaklarını fark etmişler ve bu gri alana doğru yönelmişlerdir. Bu yönelme sadece siyah beyazı oluşturan duygu, fikir ve tavrı tanımlanamaz hale getirmemiş hepsini kendine benzetmiştir. Örneğin şiirlerin hem bir merkezi işaret eden imge ve simgelerle buluşması hem böyle bir merkeze bağlılığı mümkün mertebe silikleştirmesi, hem ideali, hem kaosu, hem militanlığı hem dervişliği bir arada bulundurmasının esası budur. Ama bu grileşmeye direnen şairler de yok değildir.  Hatta bu gri alanın görece özgürleştirici dilinden ve söyleminden yeni bir ideolojik bir okuma yazma alanı oluşturacağını ortaya koymaya çalışan şairler de vardır. Fakat belirleyici olanın bu gri alanın estetiği olduğu da bir gerçektir.

2000ler şiirinin genel niteliklerine değinirlerken birçok kişi bu şiirin bireysel özelliklerine dikkat çeker. Bireysel özellik görüntüsü, şairin kendini diğerlerinden ayırma çabası mı; otoriteden kaçma çabasının örtük bir yansıması mı, yoksa hiçbir diğer gurubun içinde tutunamamasını estetik forma dönüştürmesi midir? Hepsidir demek postmodern sürece uygun görünüyor. Zeynep Arkan da 2000li Yılların Şiir Ortamına 2015’ten bakış adlı yazısında[3]bireyselliğe dikkat çekiyor ve bu yıllarda şairlerin bireyselliğin alanını genişlettiğini söylüyor. Arkan’ın bu yıllar için “ ilk elden geleneksel ile deneysel, etraflıca bakıldığında lirik epik, deneysel, görsel şiirin mücadelesi birçok sesin farklı yankılanışı biçiminde döngüye girdi”  tespiti de bir taraftan az önce atıf yaptığımız gri alanı bir taraftan da bu gri alandan çıkma arayışlarını işaret eder.

 

Üç paragrafta değindiğimiz gerçekliğe bağlı olarak   1980’lerden 2000lere gelen şiir için bir gruplaştırma yapmak zor görünüyor. Bu yüzden son  otuz yılın şiirine bazı isimler etrafında değinmeyi ve bu isimlerin şiirindeki en farklı noktayı işaret etmeyi tercih ediyorum.

Bu yıllar arasında doğum tarihi sırasıyla şu şairlere değinilecektir:  Cahit Koytak (1949), Arif Ay(1953), Tuğrul Tanyol (1953), Veysel Çolak (1954), Murathan Mungan (1955), Haydar Ergülen (1956), Lale Müldür (1956), Salih Bolat (1956), Adnan Özer (1957), Ahmet Erhan (1958), İhsan Deniz (1960), Osman Konuk 1961), Hüseyin Atlansoy (1962), Vural Bahadır Bayrıl (1962), Ömer Erdem (1967), İbrahim Tenekeci (1970), Hakan Arslanbenzer (1971).

           

Şiirlerinin bir kısmını İlk Atlas (1990) adlı kitapta toplayan, Diriliş, Yönelişler, Yedi İklim, Kayıtlar, Dergah ve Hece gibi dergilerde şiir yayımlayan ama bunları  kitap olarak oldukça geç yayımlayan (Gazze Risalesi 2009; Yoksuların ve Şairlerin Kitabı I-II,III 2010, 2012) Cahit Koytak “Diriliş” okulunda okuyan bir şair olarak değerlendirilebilir. Poetik ve düşünsel taban olarak Arif Ay’la benzer çizgide yer alır. Modernizmin ezdiği insanı şiirinin merkezine alan şairin şiirlerine her zaman hafif  bir ironinin gölgesi de düşer. Özellikle 1990’lardan sonra kendisiyle aynı dünya görüşüne sahip olduğu kabul edilen şairlerin bir çoğundan daha net, gerçekçi ve daha yalın bir şiir yazar.  Şiirinin temel nitelikleri, muhaliflik, eleştirellik ve ironidir. Bu temel özellikler onu, ruhsal akrabalığı olduğuna inandığım mistik metafizik şiirden de ayırır.

 

Hıra (1978), Dosyalar (1980), Şiirin Kandilleri (1983), Gökyüzü Saatleri (1986), İma (1989), Yirmi Yaş Şiirleri 819959 gibi kitapları olan Arif Ay, İslam medeniyetinin köklerine bağlı olarak yeni bir “diriliş” tasarlayan Sezai Karakoç’un açtığı yolda  şiir yazan bir şairdir. 70’lerden  2000’lere biçim ve içerik açısından tavrını pek değiştirmeyen ve 2006’da hâlâ “benim için gelenek, bir formu ısrarla sürdürmek değil; mutlaka inanmak, bir dinin insanı olmak” tır diyen nadir şairlerdendir. “Aslında insanın ortak yazgısını dillendiriyorum. Yeryüzündeki bütün insanların bir arayışı ve yaşadığı bir trajedisi var. Bu trajediye Müslüman coğrafyası da, diğer coğrafyalar da dahil. Dolayısıyla insanın bu modern çağdaki temel sıkıntısı benim şairliğimin de hareket noktasıdır. Şiirlerimde insanın acısını dile getiriyorum. Coşku yok mu, var; ama bir umut olarak. Şiirimin temel izleği hüzün, acı ve umuttur”[4] diyen Arif Ay için şiir,  insanın özgürlüğe, adil bir dünyaya ve ikisi ile sarmalanmış bir aşka yürüyüştür.

Elinden Tutan Günü (1983), Ağustos Dehlizleri (1985), Sudaki Anka (1990), Oda Müziği (1992), İhanet Perisinin Soğuk Sarayı (1995), Büyü Bitti (2000) adlı şiir kitaplarıyla Tuğrul Tanyol, 80’lerin önemli şairlerinden biridir. Baki Asiltürk, yerinde bir tespitle “imgeci şairler” arasına yerleştirir onu. Tanyol, İkinci Yeni imgeciliği ile Hilmi Yavuz metafiziği arasında kendine, sezgisel bir duyuşla,  yeni bir imge ve ses düzeni kurmaya çalışır. “imgesel söylem, müzik ve lirizm, hangi izlekte olursa olsun, şiirimin vazgeçilmez ögeleri oldu”[5] derken,  şiirindeki  bu özellikleri  kendisi de tespit eder. Şiiri sezgiyle bulduğunu; şairin, insanın özündeki değişmeyen yanları izlediğini düşünen her şair gibi Tanyol’un da temaları aşk, yalnızlık, ölüm, hüzün ve anıdır. Şiirde anlamsızlığı savunmasa da, şiirin asıl işlevinin atlatmak olmadığını söyler. Ona göre, insan hallerinin ve muhayyilesinin estetik formu olan şiir, sosyal önerileri, öğütleri ve ya çatışmaları taşıyacak bir sanat değildir; hatta bütün sanatların görevi de anlatmak değildir. Şairin, poetik olarak Mallarme’ye, Valery’ye Haşim’e bağlanabileceği açıktır. 

Terin Yaktığı Bir Yaradan (1978), Günlerin Yağmurunda (1980), (Aşkolsun 1982), Ötesi Yar (1985), Ölüler Diyaloğu (1988), Aşkın La Sesi, (1995), Güzel Suç (2000), Mürekkep Zamanlar (2005) adlı kitapları bulunan Veysel Çolak da, Salih Bolat, Metin Cengiz, Ahmet Erhan, Hüseyin Haydar, Ali Cengizkan gibi  80’lerde, bazı dil ve biçim farklılaşmaları olsa da, “toplumcu gerçekçilik”in devam ettiğini düşünen şairlerden biridir. Şiiri, “insan ilişkilerinin diyalektik bir toplamı olan bireysel ve toplumsal bir uygarlık” biçiminde tanımlayan Çolak, ideoloji ile yaşanan hayatı, ideoloji ile estetiği buluşturmak ister: “Doğayla  ya da insanlarla ilişkide bulunmanın etik ve estetik boyutunun korunması gerekir. Böyle olmayınca, şiirin niteliğini belirleyen dünya görüşü dışlanmaktadır.  Bu da şiirin insandan esirgenmesidir. Bu gerçek kavrandıktan sonra, şiirden ve insandan yana bir dünya görüşünü benimsemek ve sanat anlayışını yeniden kurmak cesaretini ve gücünü gösterebilmek gerekir[6]

Osmanlıya Dair Bir Hikâyât (1981) ile kültürel ve edebî geleneği, şiirinde kendine özgü bireysel bir duygu atmosferi haline getirmekle dikkat çeken Murathan Mungan da son yirmi yıllık şiirin önemli isimlerinden biri olarak anılmaktadır.  Kum Saati (1984), Sahtiyan (1985), Yaz Sinemaları (1989), Eski 45’likler (1989), Mırıldandıklarım (1990), Yaz Geçer (1992), Oda, Poster ve Şeylerin Kaderin (1993), Omayra (1993), Metal (1994), Oyunlar, İntiharlar, Şarkılar (1997), Mürekkep Balığı (1997), Başkalarının Gecesi (1997) gibi çok sayıda şiir kitabı bulunan Mungan’ın şiirlerinde masallardan, mitolojilerden, halk öykülerinden ve diğer geleneksel anlatılardan yola çıkarak günümüz insanının sorunlarını, toplum içindeki var oluşunu, yabancılaşma sorunlarını, değişen toplumla birlikte içine düştükleri trajik durumları kimi zaman anlatımcı bir üslupla dile getirdiği[7] söylenilmektedir. Mungan’ın şiirinde böyle bir arka planın bulunduğu doğrudur. Ama bu arka plan aslında kendi “Asyalı”lığıyla hesaplaşan bireyin çıkış yeridir. O, geleneğe, kişisel veya toplumsal  tasarımın yaslanacağı bir taban olarak yaklaşmaz; postmodern bir harmanlama ile kendi kişiselliğinin, duygularının bilinebileceği ve onanabileceği bir alan hazırlar.

1980 öncesi siyasal merkezli katı şiir teorilerinin buharlaştığını gösteren yaklaşımlar, bu tarihten sonra sıkça görülmeye başlar. Ama belirtmek gerekir ki bu yaklaşımların temeli Behçet Necatil, Attila İlhan, Hilmi Yavuz gibi şairlerle atılır. Örneğin daha şiir yolculuğunun başlarında yeni bir gerçekçilik anlayışının gelişmesini zorunlu gören Haydar Ergülen’in Necatil’in naif gerçekçiliğinden, Attila İlhan’ın imgeci tutumundan, Hilmi Yavuz şiirinin imgeci, mistik ve Marksist niteliğinden  uzak olduğu söylenemez. Peki yeni bir gerçekçilik anlayışı geliştirebilir mi Ergülen? Hayır. Çünkü şiirin, gerçekliği, belirli bir  siyasal, ya da kültürel odakta sınırlayan bağı kırılmıştır artık. “Şiirin güzel, anlamlı sözcüklerin bir dize oluşturacak şekilde yan yana dizilmelerinden öte bir gizemi olmalı. O gizem de bir hakikat arayışı mı vardır, tamamlandıkça eksik kalmanın/eksik bırakmanın doygunluğu mu vardır, bilmiyorum. Garip  ama gerçek: Ne olduğunu bilmediğim bir şeyin var olduğuna inanıyorum şiirde”[8] diyen şair,  şiirin ne olduğu hakkında boşluğa bir kapı açar gibi görünse de şiiri, insanın acılarını, hırslarını hafifleten bir iyimserlik, bir çeşit derviş tavrı olarak gördüğü anlaşılmaktadır.  Ergülen Karşılığını Bulamamış Sorular (1982), Sokak Prensesi (1990), Sırat Şiirleri (1991), Eskiden terzi (1995), 40 Şiir ve Bir (1997), Ölüm Bir Skandal (1999) kitaplarındaki şiirleri 90’lardan 2000’lere Türk şiirinde belirgin bir iz bırakmıştır.

Kuzey Defterleri (1992), Buhurumeryem (1993), Uzak Fırtına (1988),  Seriler Kitabı (1991), Divanü lügat-it-Türk (1998), Saatler/Geyikler (2002) adlı şiir kitapları bulunan Lale Müldür de, 80 kuşağının önemli bir şairdir. 1980 kuşağı Türk Şiirinin Poetikası adlı kitabında Baki Asiltürk Lale Müldür’ü de “mistik-metafizikçi şairler arasına yerleştirir. Çünkü ona göre Müldür -“manik dedepresif” oluşunun izlerini yoğun olarak taşıyan marjinal eğilimler  gösterse de- İslam’ın, Hristiyanlık’ın ve Musevî’liğin mistik- metafizik kültüründen beslenen bir şiir yazmaktadır. Yine Asiltürk’e göre Lale Müldür, bazı kitaplarında kutsal kitapların üslubuna dayalı olarak anlatımcılığı veya simgeciliği benimsemiş; bazı kitaplarında ise kapalı söyleyişlerle imgeci eğilim göstermiştir[9]

Yaşanan (1983), Bir Afişin Önünde (1986), Sınır ve Sonsuz (1988), Karşılaştırma (1992), Uzak ve Eski (1986), Gece Tanıklığı (1999), Açılmış Kanat (2004) gibi şiir kitapları olan Salih Bolat, sosyalist gerçekliğin 1980’lerdeki anlatımcı bir izdüşümü olarak görünür. Fakat 80 sonrasında yaşanan siyasal kültürel buharlaşma, birçok şair gibi onun gerçeklik anlayışını da etkilemiştir. Sanki, hâlâ insanın var olduğunu, dünyayla bağ kurarak insanca yaşamak istediğini anlatan bir “gerçekçilik” anlayışı doğmuştur. Bu da,  kuramsal ideoloji ile  yaşayan insan arasındaki farkı duyurmuştur. Önceleri kapitalizmin hayatı yabancılaşmasına izin vermeyeceğini söyleyen edebiyat, 80’lerden sonra gerçekleşmiş yabancılaşma içindeki insanı aramaya başlamıştır. Şiirin, “insan ile varlık arasındaki boşluğu doldurduğunu, dünya ile insan arasındaki yabancılaşmayı kırıp dünyayı ve insanı yakınlaştırdığını”[10] söyleyen Bolat da bu söylediklerimizi anlatmak ister.

            Ateşli Kaval (1981), Çıngırağın Ölümü (1983), Rüzgâr Durdurma Takvimi (1985), Zaman Haritası (1991) adlı  şiir kitapları olan Adnan Özer, temelde sosyalist dünya görüşüne bağlı olan halkçı bir şiir yazar. Şiirlerindeki kültürel tabanı, Yunan mitolojisinden Anadolu efsanelerine, masallarına, türkülerine uzanan bir halk kültürü oluşturur. Birkaç arkadaşıyla 1980’lerin başındaki çıkışlarını “biz, halk kültürü ve imgelerini, basmalarımızdaki kır çiçeklerinde görselleştirip sembolik bir çıkış yapmayı düşündük”[11]diyen Özer, 70’li yıllardaki kavgacı ve militan şiirden ayrılır. Bir ucuyla “Burjuva kozmopolitizmine, aristokratik bohemizme ve politik ajitasyona”  bağlı olduğunu düşündüğü solcu şiire itiraz eden Özer, taşrayı, kırsalı ve  halkı, her zaman hayatın gerçek doğuranı ve besleyeni olarak görmektedir.

 

            Akdeniz Lirikleri (1980), Alacakaranlıkta Ülke (1981), Yaşamın Ufuk Çizgisi (1982), Ateşi çalmayı Deneyenler İçin (1984), Sevda Şiirleri (1984), Ölüm nedeni Bilinmiyor (1988), Çağdaş yenilgiler Ansiklopedisi (1997) gibi kitapları olan Ahmet Erhan, 80 sonrası şiirin toplumcu gerçekçi şairi olarak anılmaktadır. Fakat “Şiirsel bilincimi belirleyen tek şey, Akdeniz bilincidir sanıyorum. Bu bilinç, dünyayı yorumlarken genel kategorilerin dışına çıkma; insanı tarihsel bir araç olarak görmeyen, köklerini geçmişten alan çağdaş bir hümanizma ve yeni bir estetik arayış”[12]  diyen Erhan, birinci kuşak (Nazım Hikmet), ikinci kuşak (Ahmet Arif) hatta üçüncü kuşak (Ataol Behramoğlu) sosyalist gerçekçi şiire kolayca bağlanamaz. Nitekim Metin Celal “Ahmet Erhan, jargon’a dahil olmadı; aksine tavır aldı. Slogan atanların arasından sıyrıldı; kendi sesiyle konuşmayı yeğledi”[13] derken bu farklılığı vurgular.

Mağara Külleri (1984), Yalnız Sana Söylenen (1985), Adımlarımın Gizli Sokağı (1986), Perdeler (1992), Gecediloldu (19989, Hurûfî Melâl (2002) adlı şiir kitapları olan İhsan Deniz de, Sezai Karakoç’la açılan yolun ikinci kuşak (ilk kuşak Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu’dur) yolcularındandır.  Ama bu yolda yürüyen ve aynı kuşaktan olan Cahit Koytak, Osman Konuk, Hüseyin Atlansoy gibi şairlerden biçim ve dil olarak farklılıklar gösterir. Türk şairinin metafizikten yoksun olduğunu şiirin ve şairin en çok  ihtiyaç duyduğu şeyin metafizik algı olduğunu söyleyen İhsan Deniz’i, Baki Asiltürk’ün “mistik metafizikçi” şairler grubuna dahil etmesi[14]doğru gibi görünüyor. Fakat bir parantez açarak, mistik ile metafiziğin sınırlarının belirginleşmesi gerektiğini söylemeliyiz. Mistikle kastedilen İslam tasavvufu veya diğer sûfi öğretiler ya da tecrübelerse, mistik, metafizikten faklıdır. Birincisi kökleri dine dayalı bir algı ve yaşama biçimi veya en azından bu algı ve yaşama biçimlerinin metinsel tecrübesi; ikincisi ise, modernizmin getirdiği ve olgusal gerçekliğin ötesini gösteren bir kavramdır. Eğer modernizm, kavramlaştırmanın mihenk taşı olursa, modern dışılık bakımından bu ikisi birlikte anılabilir. Ama sûfi öğretilerin ya da tecrübelerin hiç birine açılmayan sadece  olgunun ve madenin katılığından yakınan her şaire “mistik” denilemeyeceğinin de  takdir edilmesi gerekir. “Şiir elbette bir medeniyet tasarımının, bir medeniyet inşasının yapı taşlarındandır”[15] diyen İhsan Deniz, böyle bir işlevi olan şiirin şehirli bir kültürden doğabileceğini söyler. Ona göre köylülük ideolojisi, şiirde olması gereken köklü referanslara bağlı olarak oluşan  anlama ve anlamdırmayı dumura uğratır. Deniz, bu sözleriyle “halkçı şiirin” karşısında yer alır ve şiiri de şairi de, üst bir bilmenin ve bildirmenin öznesi olarak anlar.

Seni Yalnız Ben Anlarım (1982) ve Tehlikeli belki (2006)  adlı kitaplarıyla dikkat çeken bir şair de Osman Konuk’tur. “Modern şiir insanın dünya ile doğrudan ilişkisinden doğdu. Bu nedenle modern sanat estetizmle açıklanamaz. Tabiatla ve Tanrıyla olan sözleşmenin bozulması da denebilir. Maruz kaldığımız, ya da kendimizi maruz bıraktığımız süreç, sonunda selim akıl sahibi her insanın söyleyebileceği ‘hiçbir şey böyle olmamalıydı’ noktasına getirdi bizi” diyen Osman Konuk için şiir, modern hayat ile insanın çatışmasından doğmaktadır. Anlaşılan o ki, modern dünya ve insanın arasındaki gerilimin İslam kaynaklı algısı, Necip Fazıl’la başlayıp Sezai Karakoç’la devam etmekte ve Arif Ay, Cahit Koytak, Osman Konuk gibi şairlere  kadar uzanmaktadır. İhsan Deniz’e göre Osman Konuk, şehre ait, şehre mal olmuş insan tipinin traji-komik durumunu bütün ayrıntılarıyla dile getirir”[16]

İntihar İlacı (1985), Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi (1987), Şehir Konuşmaları (1990), Kaçak Yolcu (1998), Karşılama Töreni (2014) adlı şiir kitapları olan  Hüseyin Atlansoy da genel olarak Sezai Karakoç’un açtığı, modern şiirin işaret levhalarının bulunduğu yolda ilerleyen bir şairdir. Cahit Koytak ve Osman Konuk’la aralarındaki yakınlık sadece, aynı kuşaktan olmalarından kaynaklanmaz. Üç şair de, Diriliş, Edebiyat, Yönelişler ve Hece dergileri çevresinde oluşan edebiyatın önemli temsilcileridirler. Üç şairin şiirinde de modernizme karşı eleştirel ve ironik bir tavır her zaman vardır.  Atlansoy, “Zeki fakat aynı zamanda egemen güçler tarafından ezik kalmaya mahkum edilmiş kişilerin elinde güçlü bir silahtır ironi” derken, bir bakıma,  diğer iki  şairin bu özelliğini de  dile getirmiş olur. Şiirinde var olan temel görüntü ve nitelikleri “zenci suret, şehit söz, darasız ses, son sükut” olarak özetleyen Atlansoy. bir anlamda modernleşen hayat içinde daima biraz yabancı kalan; sözünü, insan kalabilmek için bu hayatın içine salan ve böylece tevekkül noktasına geldiğini düşünen insanı da işaret etmiş olur.

80’li yıların ikinci yarısında çıkmaya başlayan Şiir Atı dergisindeki şiirleri, Melek Geçti (1992) ve Şer Cisimleri (2000) adlı kitapları ile dikkatleri çeken  bir şair de Vural Bahadır Bayrıl’dır. Gelenek ve metafizikle Hilmi Yavuz tecrübesi üzerinden buluşan şair, şiirin varlığını sürdürmesini “nice uygarlıklar görmüş, binlerce yıllık gizemli söz sanatı olmasına, mazlumların ve mağlupların rüyası olmasına bağlar. Muhayyilenin, cezbenin, ilhamın, inkârın, tevekkülün, imanın sırları hâlâ kelimelerle fısıldandığı için de şiir var olacaktır. Hilmi Yavuz’un Şer Cisimler’in arka kapağına yazdığı yazı, şairin şiir evrenini göstermek açısından önemlidir: “Şair, Dünya’da kötülüğün cisimleştiğini mi bildirmek istiyor bize?.. Belki de ‘şer’ olanı, ‘çiçeklere’ değil de ‘cisimler’e atfetmenin, 20. yüzyılı daha kuşatıcı bir biçimde anlattığını düşünüyordur şair; bir ‘etika’ öngörüyordur: Gerçek şer’in ya da kötülük’ün, varoluşun şeyleşmesinde aranması? Olabilir. ‘Şer Cisimler’deki şiirler, şiirini yazmak kadar, şiirin kuramsal sorunları üzerinde düşünmeyi de önemseyen bir ‘entelektüel şair’in şiirleri”[17]

Diriliş dergisiyle yola çıkan, Dergah ve Kaşgar dergilerindeki şiirleri ile dikkat çeken, Dünyaya Sarkıtılan İpler (1996), Mesafesi Kadar İnleyen Rüzgar (1997), Yitirişler (1998), Yarım Ağaçlar (2001), Evvel (2006) adlı şiir kitapları ve Kaşgar dergisindeki yazıları ile kuşağının şairleri içinde öne çıkan şairlerden biri de Ömer Erdem’dir. Onun farklı görülmesini sağlayan kendine mahsusluğunu belirleyen temel özellik, şiirinin biçimini, tematik özlerini ve imgelerini kuşatan bir devinimdir. Onda geleneğin sesi, varlık algısının İslami özü, kuşağının imgeci söyleyişi vardır ama bu ses, öz ve imge durağan değil yeniliğe açık ve değişkendir. Şiirinin ontolojik ve metafizik çağrışımları vardır ama onun şiirine bu sıfatları eklemek çok da doğru olmaz.

Dergah dergisindeki şiirleriyle şiir ortamında dikkat çekmeye başlayan, devamında Kaşgar, Kırklar, İtibar dergilerindeki şiirleri, Üç Köpük (1997), Peltek Vaiz (1998), Güzellik Uykusu (2000), Giderken Söylenmiştir (2014), Ağır Misafir (2008) adlı şiir kitapları ile doksanlardan sonraki Türk şiirinde iz bırakan şairlerden biri de İbrahim Tenekeci’dir. Şiirlerinin derin katmanında Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un edebi bir çerçeve çizdiği dini ve kültürel sürekliliğin idraki vardır.  Bu iki yol işaretleyicisinin biçim ve söyleyiş özellikleri farklı olduğu gibi Tenekeci’nin de farklıdır. Dili arındırarak söylemeye yatkındır. Fakat bu arındırma, anlamı pratik düzeye kilitlemez; tersine yalınlığın doğasında olan ve irfanla buluşan iç duyuşu dile çevirir.   Tenekeci şirinin tematik özünü, sahici yaşamak ve merhamet belirler. Ona göre şiir, bunlara yapılan saldırıya karşı duruşun bir formudur.  Arındırma, onun şiirindeki biçim ve ses sistemini de belirler.  

Dergah dergisindeki şiirleri ile şiir ortamına girenHakan Arslanbenzer,  Reisin Kara Merhemi (1996), Şehidet’in Erken Günlerini Anarak (1998), Namus ve Başka Şiirler (2001), Çok Üzgünüm (2007), Vatan Somuttur (2014)adlı kitaplarındaki şiirleri ve çoğu Şehrengiz, Atlılar ve Fayrap dergilerinde yayımlanan  Dünyaya Saldıran Şair (1998), Türkiye’de Kültürel İktidar Solda mı (2011), Neo-Epik Şiir (2012) Üç Sütun (2013)  adlı kitaplarında toplanan eleştirileri ile doksanlı yılların ortalarından iki binlere kadar  etkili  olmuştur. Arslanbenzer’in şiirlerinin, eleştirilerinin ve daha kuramsal düzlemdeki yazılarının, söylem ve bilinç bakımından çok belirgin ortaklıkları vardır: Gerçeklik savunusu, hesap sorma/meydan okuma ve öfke. Onun bir yazısından yapacağımız bir alıntı tam da bu tespitimizi özetler niteliktedir:“Hayatım boyu yaptığım her bir kötülüğe karşı on kötülüğe maruz kalmışsam, “güzelim insanoğlu”nun şiirini yazmam ya ahmaklık ya da müzevirlik olur. Hayale kapılmayalım. “O Belde” bu beldeye yapılmış bir sövgüydü ve esas olarak “Sis” şiirinin buhranını miras olarak edinmek anlamına geliyordu. Bu melankoli, ihtiras, hüzün ve romansı bugün istemiyoruz artık. İkinci Yeninin bungunluğunu hakiki yasla, sürgünlüğünü öfkeyle değiştiriyoruz. Onarıcı bir öfkedir, sağaltıcı bir yastır bu, ama sadece erbabının anlayabileceği bir onarım ve sağaltım söz konusu burada”[18]. Doksanlardan ikibinlere uzanan neo-epik bağlamındaki kuramsal arayışların merkezinde de yer alan bir şairdir Hakan Arslanbenzer. 

 

 

Sonuç

            Bu kısa değerlendirme şair olarak bilinirlikleri ve etkileri 1980’lerin ortalarından başlayıp 2000’li yılların başlarına kadar devam eden şairlerin,  belirli ölçülerde kendinden önceki şiir ekollerine bağlanabilecekleri sonucuna varılabilir.  Her birinin şairlik özelliklerine değinirken işaret ettiğimiz gibi kimi Toplumcu Gerçekçi,  kimi Yeni Dini Duyarlıklı, kimi Mistik veya Metafizik kimi de İkinci Yeni  şiiriyle ilişkilendirilebilir. Ama son otuz kırk yıldır Türk şiirinde kuramsal tabanı ile biçimsel, sessel ve tematik sistemleri ile kesin farklarını tespit edip birbirinden ayırabileceğimiz şiir ekollerinin oluşmadığı daha açık bir gerçek olarak görünüyor.  Toplumculuğun yeni bir söyleyişe ve öze evrilmesi denilebilir; İkinci Yeni imgeciliğinin genel bir nitelik olarak sürdüğü söylenebilir; postmodern çoğulculuğun şiirde yansıması denilebilir hatta yeni epik arayışlar bulunabilir. Ama bu değerlendirmeden çıkarabileceğimiz en geçerli sonuç şudur: 1980’lerden 2000’lere Türk şiirinde imgeselliğin, görselliğin, neoepik bir söylemin ve oldukça kompleks bir ideolojik zihinsel arka planın varlığının belirginleştiği çok açıktır.  Ancak bu belirginlikler, estetik/ideolojik/poetik bir gruplandırma için ayrışabilmiş değildir.

Kaynakça

Arkan, Zeynep (2016). “2000’li Yılların Şiir Ortamına 2015’ten Bakış”, Dergah, S.311, Ocak

Arslanbenzer, Hakan (2012). Neo-Epik Şiir. İstanbul: Okur Kitaplığı

Asiltürk, Baki (2006). 1980 Kuşağı  Türk Şiirinin Poetikası. İstanbul: Toroslu Kitaplığı

Ay, Arif (2006).  “Arif Ay’la Konuşma” (Konuşan Murat Tokay), Kitap Zamanı, S.11

Bolat, Salih (2000). Duygusal Düşünceler. İstanbul: Gendaş Yayınları

Celal, Metin (1989). “Ölüm Nedeni Bilinmiyor”, Fanatik, S. 2 Nisan

Çolak, Veysel (1999). Yabancılaşma ve Öteki Şiir. İstanbul: Gendaş Yayınları

Deniz, İhsan (2003). “İhsan Deniz’le Şiir Üzerine” (Konuşan:M.Muharrem), Hece, S. 75 Mart

Deniz, İhsan, (1990). “90’lara Sarkan Şiir”, Yönelişler, S.44, Mart

Ergülen, Haydar (1994). “Şair Sayılır Bu yolda Mağlup”, Gösteri, S. 169, Aralık

Erhan Ahmet (1981). “Genç Ozanlarla Söyleşi” (Konuşan: I.Özgentürk), Varlık S.889 Ekim

Gündoğdu Cenk (2016). 2000’ler Şiiri Antolojisi. İstanbul: Kırmızıkedi Yayınları

Özer, Adnan (2002). “Artık Bizden İyi Şair Çıkmaz” (Konuşan: Erdal Doğan), Gösteri,S.234

Tanyol, Tuğrul (1990). “T.Tanyol’la 80’li Yıllar ve Şiiri üstüne”, Gösteri dergisi, S. 112, Mart

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, (2010). C.2, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Yavuz, Hilmi (2000). “Vural Bahadır Bayrıl’ın Şer Cisimler”, Şer Cisimler. İstanbul: Can Yayınları

 

 

 

[1] Baki Asiltürk, 1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası, Toroslu Kitaplığı, İstanbul 2006, s.V.

[2] Cenk Gündoğdu, 2000’ler Şiiri Antolojisi, Kırmızıkedi Yayınları, İstanbul 2016, s.12.

 

[3] Zeynep Arkan, “2000li Yılların Şiir Ortamına 2015’ten Bakış”, Dergah, sayı:.311, Ocak 2016, s.7.

 

[4] Arif Ay, “Arif Ay’la Konuşma” (Konuşan Murat Tokay), Kitap Zamanı, sayı: .1, 2016.

[5] Tanyol, Tuğrul, “T.Tanyol’la 80’li Yıllar ve Şiiri Üstüne”, Gösteri Dergisi, sayı: 112, Mart 1990.

 

[6] Veysel Çolak, Yabancılaşma ve Öteki Şiir, Gendaş Yayınları, İstanbul 1999, s.12.

[7]Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, C.2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s.571.

[8] Haydar Ergülen, “Şair Sayılır Bu yolda Mağlup”, Gösteri, sayı:. 169, Aralık 1994.

[9] Baki Asiltürk, a.g.e. s.106.

[10] Salih Bolat, Duygusal Düşünceler, Gendaş Yayınları, İstanbul, 2000, s.61.

[11] Adnan Özer, “Artık Bizden İyi Şair Çıkmaz” (Konuşan: Erdal Doğan), Gösteri, sayı: 234, 2002.

[12] Ahmet Erhan, “Genç Ozanlarla Söyleşi” (Konuşan: Işıl Özgentürk), Varlık, sayı: 889, Ekim 1981.

[13] Metin Celal, “Ölüm nedeni Bilinmiyor”, Fanatik, sayı: 2, Nisan 1989.

[14] Baki Asiltürk, a.g.e., s.104.

[15] İhsan Deniz, “İhsan Deniz’le Şiir Üzerine” (Konuşan M.Muharrem), Hece, sayı: 75,  Mart 2003.

[16] İhsan Deniz, “90’lara Sarkan Şiir”, Yönelişler, sayı: 44, Mart 1990.

 

[17] Hilmi Yavuz, “Vural Bahadır Bayrıl’ın Şer Cisimler”, Şer Cisimler, Can Yayınları, İstanbul, 2000.

[18] Hakan Arslanbenzer, Neo-Epik Şiir, Okur Kitaplığı, İstanbul 2012, s.93.

 

Bu haber toplam 8266 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim