Yıllar var ki yüreğimizin yandığı, aczimizin ve çaresizliğimizin yüzümüze vurduğu, inme gibi içimize indiği ve oturduğu gün ve saatleri yaşıyoruz. Sürekli, gece gündüz.. Çaresizlik elbette bir çeşit acizlik.. Kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör, dillerimiz tutkun, ellerimiz bağlı.. Sadece olan biteni yaşlı gözlerle, kırık gönüllerle izlemekteyiz.. Yüreklerimizin derinliklerinden gelen bir duâ veya bir bedduâ da mı yok ?!
Müslüman milletlerin tarihi acılarla dolu.. Hangisinden söz etmeli, hangisini konuşmalıyız bilemiyorum.. Bir Doğu’dan vuruluyoruz, bir Batı’dan.. Birinin kanı kurumadan diğerinin kanı akıyor yeryüzüne.. Çocuklarımızın, kadınlarımızın, yaşlılarımızın gözyaşları üzerine kurulan bir medeniyet bu.. Çok güçlü olmalıyız ki nereden vururlarsa vursunlar yıkılmıyoruz.. Ne kadar yakarlarsa yaksınlar, ne kadar yıkarlarsa yıksınlar her gün yeniden “KÜLLERİMİZDEN DOĞUYORUZ”.. Aslında korkuları da bundan değil mi? Bir gün Filistin, ertesi gün Irak yanıyor, Suriye yıkılıyor.. Bakıyorsun Afganistan’ı yakıp yıkıyorlar başımıza.. Arakan’ı yakıyorlar sonra.. Yetmiyor Batı’dan vuruyorlar.. Bosna’dan, Kosova’dan.. Endülüs yetmiyor onlara.. Çokça Endülüsler olmalı diyorlar ! Her yer Endülüs olmalı.. Ama her zaman öyle de olmuyor.. Kafkaslar’da bir avuç Müslüman görüp oraya çullanıyorlar çekirge sürüsü gibi.. Ama her zaman sonları hüsranla bitiyor.. İşte ben buna “Gözyaşı Medeniyeti” diyorum.. Bizim medeniyetimizin adı bu..
Televizyonlarımızın ekranları yine kandan görünmüyor! Beş yaşındaki çocuk babasının kucağında veya annesinin yanıbaşında, yol ortasında bütün dünyanın gözleri önünde vurulup can veriyor! Adı Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma, Hatice...! Su mu akıyor, kan mı? Ölen kim!? İnsan mı, hayvan mı!? Çocuklar niçin öldürülüyor, kadınlar niçin öldürülüyor, ömrünü tamamlamış ninelerden dedelerden kim ne istiyor? İnsanların oturdukları evleri birer birer mezarları oluyor insanların..! !?.. Yürekler tandıra dönmüş, simsiyah ve taş gibi katılaşmış yürekler.. Sevginin, aşkın, merhametin adı silinmiş yeryüzünden.. Ve şairlerin yürek kanamaları bir türlü durmuyor.. Durmuyor çığlıklar..
Çocuk önce güneşe baktı
Çoktan batmıştı annesinin bağrında
Toprağın koynuna girdiğinden beri gece
Masallara sığmayan zamana büründü
Yolları saydıkça gidenlerin sesinde
Sakladı bir taşı avuçlarında
Birden anladı gelecekten savrulmuş
Mûtena bir kıvılcım tam kalbinin üstünde
Aydınlatıp yakıyor Kudüs gecelerini
Derken sabaha üç adım beyazlık
Namaz mührünü vuruyor ufacık ellerine
Allah büyüktür ne çabuk geçti gece
Allah büyüktür çocuk sabrını yaydı
Yeryüzü bir sofraydı ademoğluna
Ey Filistinli çocuk senin ellerin
Yakışır göğün merdivenine
Gönlümüze bir basamak çıkar mısın oradan
Açınca karanfiller bir sabah namazında...
Evet, insanlık tarihi bizim acılarımızla dolu.. Boynunda “Müslüman” yaftası taşıyan kim varsa.. Bak işte mazlumun âhı yine arşı sarsıyor.. Zalim durup durup zalimliğini kusuyor yine yeryüzüne.. Savaşlar hep birer “mektep” oluyor okumasını bilenlere.. İbret almasını bilenlere yetiyor aslında bu.. Çağın yüz karası mahluklarının gücü yine bebelere yetiyor.. Çocuklardan ödü kopan yaratıklar insanlığın gözünün içine baka baka sırıtıyorlar ortada.. Tarih bunları yazıyor, hafızalar bunları kaydediyor sürekli..
İnsanlar çaresizlik içinde Filistin'de.. İnsanlar aç! İnsanları çepeçevre ölüm korkusu kuşatmış Kudüs’te.. Ve birer birer ölüyor insanlar, öldürülüyor. Diri diri boğazlanıyor insanlar.. Anlaşılan o ki zulmün medeniyeti yok, dini yok, milliyeti yok..
Gözler şimdi Peygamberler şehri Kudüs üzerinde.. Müslümanların ilk kıblesinde.. Kudüs, giyebilene ateşten bir gömlek! Kudüs, o bir rüya şehir.. Bir simge.. Bir yüce mânâ.. Hz. Süleyman'ın Kudüs'ü, Hz. Mûsâ'nın Kudüs'ü, Hz. Muhammed’in, o kutlu Peygamber’in Kudüs’ü.. Hz. Ömer'in Kudüs'ü ve bizim Kudüsümüz.. Kudüs'ü yüreğiyle fetheden Selahaddin-i Eyyûbî'nin Kudüs'ü.. Cadde ve sokakları, evlerinin ve mabedlerinin duvarları artık kandan, top-tüfek dumanından görünmeyen çilekeş şehir! Kudüs! Bütün dinlerin sevgilisi.. Bizim en sevgilimiz! Hz. Peygamberi konuk edip göklere, yüceler yücesine uğurlayan kutlu mekân, mübarek belde! Ey güzel şehir .. Dualarımız hep aynı: Rabbim seni korusun!.. Sevgililer sevgilisine bağışlasın seni.. Bitsin bu acılar, bitsin bu kan ve bu gözyaşı.. Yüzün gülsün artık senin de ey bahtsız şehir!
Hiç şüphe yok ki ateşi güle çeviren güç, bir gün görünecektir. Yüreği yanmış yetimlerin feryatları, bir gün sağır kulakları delecektir. Bütün Filistinli analar yavrularını yitirseler de, bütün Filistinli çocuklar annesiz ve babasız kalsalar da toprağa düşen tohum bir gün çatlayacaktır.
Neredesin ey aşk? Ey sevgi neredesin? Nerelerdesin ey merhamet, ey insanlık neredesin? Kudüs seni bekliyor dön artık..!
Bir Kerbelâ’dır Şimdi Kudüs / Rıdvan Canım
Sen bilmiyorsun Filistinli kardeşim
Bu yangın / seni ve beni yakan bu ateş
Yüreğimizdeki Hüseyn ateşidir
Bilmiyorsun
Ondandır coğrafyamızın Kerbelâ’ya dönüşü
Aylarımızın Muharrem oluşu ondandır
Bilmiyorsun..
Ah Kerbelâ bakışlım
Bak nasıl da sığmıyorsun şimdi cennete
Ve nasıl da kuduruyorlar sen cennete sığmadıkça
Susmadıkça ezanlar Gazze’de
Nasıl da çıldırıyorlar
Ve sen komşu oldukça Hüseyn’e cennette
Nasıl da burunlarından soluyorlar bak
Çıfıt sürüleri nasıl Yezidleşiyorlar
Sen secdeye kapandıkça..
Yetmiş iki yerinden vuruyorlar
Düşmüyorsun
Yetmiş iki gül birden açıyor gül bedeninde
Yetmiş iki yürek patlıyor korkusundan
Nasıl da gözlerin Kerbelâ oluyor birden
Yüreğin nasıl da Filistin’e benziyor
Nasıl da..
Bak Filistin de artık Kerbelâ
Ramallah, Gazze, Kudüs hep olmuş Kerbelâ
Kerbelâ şimdi Ürdün ve Lübnan
Irak, o ezelden Kerbelâ
Afganistan, Çeçenistan Kerbelâ
Bosna, Kosova âh Kerbelâdır Kerbelâ
Yüreklerimiz / coğrafyamız baştanbaşa Kerbelâ
Aylarımız hep Muharrem
Yüreklerimiz Kerbelâ…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.