• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Rotterdam; Düzland Bir Ülkenin Rengârenk Şehri

Fahri TUNA

İnsan zihni, şehirleri kişilerle özdeşleştirmeyi sever. Ve hatta, şehirler insanlara benzerler daha çok. Onlar kadar güzel, onlar kadar iyi, onlar kadar canlıdırlar. Onlarcadır, onlarladır, onlardadır şehirler.

Rotterdam benim için Romancı Şeyda Koç’tur evvela. Sonra Akademisyen Mevlüt Koç’tur. Bu iki güzel kardeşim öyle güzel, öyle içten, öyle nefis gezdirdiler ki Rotterdam’ı bana, bilmemek, tanımamak ve sevmemek adeta imkânsızdı. Unutmadan: Rotterdam nasıl Batı medeniyetinin tipik / tipolojik bir şehriyse, Koç Ailesi’nin misafir karşılama, ağırlama ve uğurlaması o ölçüde Doğu medeniyetine aitti: Öyle samimi, öyle misafirperver, öyle diğerkâmcasına; haklarını ödeyemem doğrusu.

Rotterdam da beni gezdiren bu iki güzel insan gibi gönlünü açtı bana; sımsıcak, güneşli bir gününde karşıladı beni. Altı yedi ay sonra güneş görmek Hollandalılar için de çok şaşırtıcı ve güzel bir sürprizmiş meğerse. Rotterdam sardı sarmaladı beni güneşle...

Rotterdam Nederland’ın yani alçak ülkenin, yani deniz seviyesinin altındaki bir ülke şehri olmanın tüm özelliklerini sergiliyor bize; her yan kanallar ve nehirlerle dolu.  Düz, dümdüz, kilometrelerce, saatlerce, senelerce düz bir ülke; düzland yani. Suyu bol; sular altındaki ülkelerini kanallarla (şimdi aklıma çocukluğumda tarlalarda su çekilsin diye babalarımızın çaprazlama açtığı arklar geldi) tarlaya, verime, üretime dönüştürmüşler. Öyle beş on metre değil, yer yer kırk elli, hatta yüz metre genişliğindeki nehirleri andıran kanallar bunlar. Elbette kanal demek iki şey daha demek; bol bol gemilerle taşıma ve bol bol -yel değirmeni görünümlü- su değirmenleri.  Kendinizi sık sık Cervantes’in Don Kişot’unda Şanso Panso’yla yürüyüşe çıkmış hissediyorsunuz. Meğer zaten Vikingler’in ülkesiymiş buralar.

Rotterdam bir milyon üç yüz bin nüfuslu bir Hollanda şehri. Ülkenin ikinci büyük şehri yani. “Ajax” başkentin takımıymış, “Feyenoord” ise Rotterdam’ın. Amsterdam’dan Den Haag’dan (siz onu Lahey diye biliyorsunuz, gelip görene dek ben de öyle biliyordum) geçip ulaşıyorsunuz. Geçip derken açmalıyım biraz; geçtiğinizi fark etmiyorsunuz; şehirlerde gidiyor gidiyor, hiç ara vermeden, tarlalar meralar otlaklar görmeden, ev ev, bine bina, sokak sokak… gidiyor gidiyor hop Rotterdam’a gelmiş oluyorsunuz; öylesine birbirine ulalı evler, caddeler, kasabalar, şehirler. (Kendimi şimdi de ‘Emirdağı birbirine ulalı’ diyen Afyon türküsünün ortasında hissetim.)

Rotterdam’ın nüfusunun dört yüz bini Müslüman’mış. Yani, şehirde yaşayan her üç kişiden birisi Müslüman. Şehirde mevcut otuz üç camii de bunu işaret ediyor, sanıyoruz. Zaten şehrin belediye başkanı Ebu Talip de, Faslı bir Müslüman. Hollanda Kralı Alexander, mülkiye mezunu Ebu Talip’i atama ile göreve getirmiş. Bir minik not: Hollanda’da belediye başkanları seçimle değil atama yoluyla görevlendiriliyorlar.

Rotterdam Belediye Başkanı Ebu Talip’in Müslüman olduğunu duyunca, ‘ne güzel, hâlden anlayan birisidir, insanımız rahat eder’ diye hemen sevinmeyin öyle; bir Kral, kendisine, felsefesine, ülkesine sadık ve bağlı olmayan birisini atama ile görevlendirir mi? Zaten son Hollanda -Türkiye krizinde de açıkça görmedik mi bunu.

Maass,  şehrin en büyük, en görkemli ve en güzel nehri. Üzerinde dev gemiler limandan limana endüstri devir daimi yapıyor. Birçok isim Maass ile başlıyor burada. Hatta beni ağırlayıp edebiyat söyleşisi/imza günü yapan kulübün adı da Maassluis Kitap Kulübü’ydü. Bizim Tuna’dan biraz küçük, Meriç’ten büyük bir nehir.

Rotterdam bir çizgisel şehir, bir grafik şehir. Plan program, hesap kitap, matematik şehri. Menşeinden belli değil mi: Avrupalı. Bu kadar sert ve keskin çizgi bizim gibi Mistik-Doğulu kafaları rahatsız etmiyor değil açıkçası. Ama onlar için doğal normal ve hatta öğünülesi bir durum.

Şehirde, kalem ev / apartman diye nitelendirilen yapılar var mesela. Gerçek bir kalem biçiminde tasarlanmış belki yirmi katlı bir apartman düşünün. Geometrik küp biçiminde tasarlanmış evler ve apartmanlar da var. Grafik şehir dedik ya.

Rotterdam dört şey aslında: Domates şehri, peynir şehri, değirmen şehri, bisiklet şehri. Marketlerinin raflarında yirmi çeşit domates, yirmi çeşit peynir var. Ve şehrin dört bir yanı bisiklet yolları ile donatılmış. Kutsal birer öğe gibi bisiklet yolları: Kimse geçmiyor o bisikletlilerden gayrı, yürümüyor; hatta yürümeyi aklından bile geçirmiyor. Rotterdam Tren Garı’nın çevresi -hiç abartmadan söylüyorum- on binlerce bisikletin otoparkı durumunda. Bunca bisikleti birbirinden nasıl ayırt ediyorlar, bu da şaşılası bir durum. Bakışlarınızı pencereden dışarı uzattığınızda, yel değirmenleri arasında körebe oynayan onlarca bisikletli görüyorsunuz; süresiz bir bisiklet festivali var sanki…

Daha çok bir heykeller şehri Rotterdam; hemen her köşede, her meydanda, bina cephesinde, nehir kıyısında çeşit çeşit heykeller... Çizgi çizgi, renk renk, irili ufaklı. Şehir sanki açık hava heykel müzesi. Doğrusunu söyleyelim, aynı zamanda estetikler de. Hele Maass Nehri kenarında paslanmış demir enkazlarından yapılmış bir düşünen adam heykeli var ki, şapka çıkartmak lâzım: Zekice, orijinal, estetik.

Apartman çok az Rotterdam’da; genellikle iki, iki buçuk katlı, bitişik nizam, içten dubleks evler yaygın. Ova şehri ya, binalar yüksek değil. Yüksek olanlar daha çok İşhanları; modern, kocaman, yüksek grafik binalar. Vahşi Batı Kapitalizmin estetize edilmiş modernize canavarları gibi heyula heyula duruyorlar dört bir yanda.

Rotterdam sokakları renk cümbüşü içerisinde; Hollandalılar açık tenli, sarışın, uzun boylu insanlar oldukları için hemen kendilerini belli ediyorlar. Türk’ünden Arap’ına, siyahisinden süt beyazına, sokalar, otogarlar, metrolar adeta Birleşmiş Milletler gibi. Hoşgörü ve birlikte yaşama kültürü açısından çok takdir edilesi bir durum bu elbette. Herkese iş aş eş yaşam imkânı verilmesi ülke adına, insanlık adına, yirmi birinci yüzyıl adına çok güzel.

Sokakları kalabalık değil Rotterdam’ın. Hollandalılar disiplinli insanlarmış. Hafta içi iş çıkışında doğru evlerine gider, sadece hafta sonları için program yapar, Cumartesi Pazar ailece yer içer ve eğlenirlermiş. Ama bizim hayat dolu Türkler oranın da suyunu çıkartmışlar elbette: Türk lokantaları, kahvehaneleri ve eğlence merkezleri gece yarısına, hatta gece bir ikiye kadar açık ve doluymuş.

Bir itiraf daha: Ben aldatıldım. Evet resmen aldatıldım son gezimde. Yurt dışına, Avrupa’ya çıkıyorum sanmıştım. Öyle planlamış, şartlanmıştım. Amsterdam uçağında yanımda oturan ve yirmi beş yıldır Hollanda’da yaşayan Ayşe Kılıç Hanım çözdü tüm sorunlarımı havaalanında. Yakın ilgi ve desteğini unutamam. Mevlüt Bey o anda Münih’te derste olduğu için yakın dostu Süleyman Hoca ve eşi Şeyda Hanım ile ablası Hediye Hanım aldılar havaalanından. Yüz kilometre mesafeden geldiler. Yolda Den Haag’da yemek molası verdik. Saat: yirmi dört, Türkiye’de ise gece sıfır iki. Yemek ikram ettiler sağ olsunlar. Kapıya baktım, Mevlana Lokantası yazıyor. İçeriye girdik, o da ne; Aşık Mahsuni Şerif merhum, ‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana / bilmem ağlasam mı ağlamasam mı’ çalıyor.  Az sonra, Antep’in Ezo Gelin çorbası ve Konya’nın Etli Ekmeği geliyor soframıza. Sabah kahvaltıda Konyalım Lokantası’nda ağırlıyorlar Koç’lar beni. Nefis bir edebiyat söyleşisinin ardından Maassluis Türk Kitap Kulübü’nün genç bayanları, Zeynep ve Ülkü Hanım’ın öncülüğünde akşam yemeği ikram ediyorlar bana: O da ne, Lezzet Lokantası’ndayız bu kez. Antepli Nadir Bey’in buram buram Anadolu kokan işyerinde kebap pişiren Karaman’dan gitme Osman kardeş gelip selfie yapıyor benimle hemen.

Kısacası Avrupa Türkiye olmuş dostlar; Hollanda Türkiye olmuş, Rotterdam Türkiye olmuş, diyeyim size. Bir Balkan uzmanı, aşığı, seyyahı olarak konuşuyorum: Balkanlar’da elli üzeri kez sefere çıkmış, dolaşmış biri olarak ‘Balkanlar’da Türkçeyle her şehirde rahatlıkla dolaşabilirsiniz’ diyen ben, şimdi de bunu Avrupa için söylüyorum: Hollanda ve Belçika’da, Brüksel’de, Amsterdam’da, Den Haag’da ve en çok da Rotterdam’da Türkçeyle rahat rahat yaşayabilirsiniz. Sokak sokak, ev ev, iş yeri işyeri, Türkiye Avrupa’ya taşınmış.

Üç yazar, Deniz TV’de canlı edebiyat programına çıktık o gün. On altı yıldır Hollanda’da yaşayan genç Romancı Şeyda Koç ile otuz yıldır Rotterdam’da yaşayan Karslı Romancı Murat Tuncel de, çok sağ olsunlar zenginlik kattılar programıma. Deniz TV ‘Sibel ile Gökkuşağı’ programının yapımcısı ve sunucusu Antepli Sibel Tor'a sıcak, renkli, konu konuyu açıcı sunumu için çok ama çok teşekkür ediyorum.

Netice itibarıyla şunu söylemek mümkün:

Rotterdam bizden bir şehir artık.

Bir yüzü Batılı, çizgisel, geometrik, modern evet.

Bir yüzü rengârenk ve dünyalı. En çok da Anadolulu bir şehir.

Bir bolluk bereket şehri.

Düz şehir, düzlenmiş şehir: Düzland. Farklılıklarını olabildiğine düzlemiş şehir.

Rotterdam: Rengârenk bir Hollanda şehri.

Rengarenk Batı, Rengarenk insan, rengarenk dünya şehri.

Düzland bir ülkenin, rengârenk şehri Rotterdam.

 

2-.jpg3-.jpg4-.jpg5-.jpg

6-.jpg

Bu yazı toplam 1201 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim