• İstanbul 22 °C
  • Ankara 27 °C

“Şehir” Denilince Heyecanlanırız Boş Umutlar Peşinde

M. Ali ABAKAY

Şehir” dendi mi, akla neler gelmez:

-Yeni bir kitap mı çıktı?

-Eski şehirlerden biri mi bulundu?

-Sempozyum mu var?

-Adam, sonunda şehirle ilgili bilinmeyenleri açıkladı!..

-Şehir dergisi çıkıyor…

Uzatabiliriz, bu tarz soruları, kısa ifadeleri:

-Kilisenin altında gizli dehliz bulunmuş.

-Bu köprünün rastgele yapılmadığının sırrını çözmüşler.

-Sinan’ın eserleri, ismini ve sanatını yaşatmaya yeter.

-Şehirlerdeki tarihî eserler yeterince restore edilmiyor!..

-Yeraltı şehri ortaya çıkarıldı…

-Turizm, bacasız sanayidir de insana saygı esastır.

Dilin kemiği yok, bilindiği gibi. Her sorunun cevabını vermeye kalkışırsak, birer makale, makaleleri toplarsak kitaba dönüşür.

Şehirlerimizden çok katlı yapılar yükselmektedir, şehirde artan nüfusa çare olarak düşünülen bu kapı aralama, tarihî ve kültürel yapılarla birlikte medeniyetin mührünü taşıyan şehirlerin işgalinden başka değildir, nazarımızda.

İstanbul’da, Konya’da, Bursa’da, Diyarbakır’da ve diğer birçok ilde yükselen bu yapıların estetikten uzak, tarihî yapıları gölgelemesine ses çıkaran olmuyor, imar izni veren yetkililer, çirkinliğin, kirliliğin sonrasında, “Keşke yapılmasaydı.” Sözünü söyleyerek hem katil hem maktul rolünü oynuyor.

Kabe’nin etrafında şekillenen ucube yapıları görmezden gelen anlayış, buna çözüm bulmazken kendi şehirlerinde yükselen trend (Ne demekse?) karşısında binlerce yıllık geçmişe sahip şehirlerde çok katlı apartman anlayışından gökdelenlerin inşâ edilmesini çağdaşlık ve modern yaşam alanları olarak nitelendirirken, yıkılması yasak, tahribi mümkün olmayan tescilli yapıları, oldu-bitti hileleriyle arsa alanı şekline dönüştürmesi, göz göre göre yıkımlarına zemin hazırlaması, yeşil alanların imara açılması, mevcut yapıların yıktırılarak özel mülkiyet sebebiyle onlarca kata tamamlanması karşısında eli-kolu bağlılık, yüzyılımızda utanç halini alırken, yüz senelik yapılarını tarihî yapı olarak nitelendirenler, Bremen Mızıkacıları Heykeline yılda milyonlarca turist akışını sağlamakta, biz üç tarafı denizle çevrili, kumsallarla süslü kıyılarımızda Bremen Mızıkacıları’nın çektiği oranda turisti göremiyoruz.

Televizyon ekranlarından pazarlanan bu çok katlı, absurd mimarî tarzını şehir dışında, yen, yerleşim alanlarında yapması gerekenler, tarihî değerlerle dolu şehir merkezlerinde yükseltirken, çağdaş yaşamın emperyal tüketim değirmenleri olan marketlerin mantar misali çoğalarak, kent mimarî anlayışını tehdit etmesi ön plâna bile çıkarılmamaktadır.

Bir üniversitenin özel sıfatını taşıması sebebiyle kesilen yüz bini aşkın ağacın görmezlikten gelen umursamazlığı, cadde ortasında kalan birkaç ağaçla yığınları meydanlara taşırmakla tam zıtlık içindedir.

Şehirlerin yanı başında açılan maden ocaklarının, maden arama çalışmalarının kısa zamanda bitki örtüsünü, coğrafî şekillendirmeyi bozan, tabiatta hayvan nesline doğrudan, insan yaşamına dolaylı zarar veren yapısı üzerinde durmayanları anlatsak mı?

Çıkardıkları mermer blokların yerini toprakla doldurup, ağaçlandırmaları gerekenler, eserlerine bakıp hiç düşünmez mi?

Özel malikânelerine yol getirenlerin kestiği ağaçların esamisi okunmazken, fakirin fukaranın gecekondusuna diş bilemenin manası ne ola?

Binlerce insanın ikâmete zorlandığı çağımızın kutsanmış toplu yaşama alanlarında bir-iki çocuk parkı, elli-altmış ağaç, birkaç yerde yapılan süs havuzlarıyla yirmi-otuz katlı yapıları şirin gösteren anlayışın, yeşil alanlara uyguladığı katliama ses çıkarılmaması için diktiği ağaçlara kuşların yuva yaptıklarını reklâmlardan seyre doyamıyoruz!..

Çim alanları oluşturmakla doğal dengeyi bozmadıklarını iddia edenlere, spor halı sahalarının plastik çimlerini (?) sormanın abesle iştigal olduğunu biliyoruz.

Golf sahalarını güzelim yeşil alanlara konduranların zevkleri için harcanan suyun hesabı sorulmuyor.

Yüzme havuzlu vilalarda yaşanan hayattan uzak olan bizim, suyu kesik semtlerde yaşanan sefalet ve rezaleti dile getirmeye hakkımız yok gibi. Parasını ödeyen istediği kadar su kullanma hakkına sahiptir, resmiyette.

Yol genişletme bahanesiyle yıktırılan sağlı sollu yönlerde apartman diktikten sonra alt katlarını kaldırımdan kalan fazla payla iş yerine çevirenlerin, havadan kazandıkları kazanımların çoğunun kirliliği, mülevves kokuların varlığından bellidir.

Kalkıp tarihte şehirler hakkında yazmış seyyahlardan numune şehirler sunmamıza gerek var mıdır, meramı dile getirmek için?

Medinetu’l-Fazıla anlayışını kitaplaştıran Fârâbî’den bahsetmeyelim, bu yazımızda.

Evliya Çelebî, nasıl tasvir eder, tarihî yapıları bağrında barındıran şehirleri?

Fazlan’dan, Batuta’dan söz açmayalım, görgüsüzler bu isimlerin Arap olduğunu söyler.

Mukaddime’den söz açarsak, Haldun’un Berberî olduğunu söyleyerek seslerini yükseltirler…

***

Yüzyılımızdan öteye gidersek sadece Mimar Sinan’ı tanır, çoğu; Yunus Emre’yi Humanizm savunucusu bilip ilahî aşkı reddetmeleri gibi. Batılıların Mevlana’yı insanları seven, getirdiği anlayışla onu dinler üstü yeni inancın peygamberliğine yüceltme sapıklığı misali, neler yok, etrafımızda.

***

Kilisesine sahip çıkarak, etrafını kale duvarlarıyla çevreleyenler, şatovarî yapılarda yaşayanlar, ezan sesinden rahatsız, çan sesiyle mutlu, yoga ile huzurlu, ilahilerle neşeli, pikniklerle sosyalleşen yapıda, giyimde-kuşamda ve içmede-yemede mukallid, hayatta menfaat için demokrat, uygulamada emperyalist, inanışta nihilist, kavgada komünist, merhamette kırgın, yardımlaşmada vurgun, mirası paylaşmada soygun, bankada birikim yapma yolunda liberal, kâr etmede kapitalist, ırkını yüceltmede faşist, operaya hayran, tiyatroya kurban, yılbaşına meftun, Ramazan ayına düşman, Kurban kesmeye karşı, bayramı şeker-çikolata-cola ile kolonyaya mahkûm kılan anlayışa hayran, başı sıkıştığında devletçi, rantı kesildiğinde laik, meydan genişlediğinde emperyalist, annesi çocukluğunda başörtülü iken kendisi serbest, başkasının hakkını kullanma isteğine kamusal alan, vs…

***

İnsanın bir konudaki ısrarını dile getirmesini anlamayanları sorgulamıyoruz, kesinlikle. Kişinin ısrar ettiği hususta sorduklarına cevap bulamayışı, yetkili olduklarını söyleyenlerin sessizliği karşısında daha bir hüzün vermektedir, ruhuna insanın.

Şehir Araştırmaları Merkezi’nin ne olup olmadığı hususunda yıllardır, yazılanları tek kitapta toplamak isterdim, kuşkusuz. Henüz söyleyecek sözümüz olduğu için, yazdıklarımızı kitaplaştırmak erken görünüyor.

Şehir Araştırmaları Merkezi, günümüzde uygulanma alanı olduğu zaman hayatla iç içe, insanlığın hizmetinde önemli görev üstlenecek, sosyal, kültürel, edebî ve diğer hususlarda topluma yön gösterecek özellikleri ihtiva etmektedir

***

Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Cezayirli, Tunuslu, Sudanlı, Libyalı aynı kanın ve damarın evladı olarak “Tu kaka!..” edilirken, Fas’ın karşısında yer alan İberik mutlu, Endülüs katilleri huzurlu, Fransız Kralları kutlu, Alman Şansölyeleri varlıklı, İtalya Duçeleri esrarlı, Yunan insanı itibarlı olmayı nasıl hak eder?

***

Afrikalı açlıktan ölürken kendisini insan olarak sorumlu görmeyenler, Güney Afrika’da elmas ocaklarından akşam çıkanları röntgenlerken, radyasyon alan garibanları erken kanserle tanıştırmakta değil midir, hala?

***

3. Kültür Şûrası yapılmış… Şehir Araştırmacılarından kaç kişi çağrılmış, Şûra’ya?

Şehir araştırmacısı, bir şehrin, şehirlerin bunca ağır yükünü cılız omuzlarında iki büklüm taşırken, ne kazanır?

***

“Şehir” dendi mi, söyleyecek çok şey var, hûn dolu bağrımızdan çağlayan, gözyaşını içine akıtan, acılarla ruhunu karan. Gelin görün ki ehl-i yaran sandığımız dostlar, halimizden ne anlar?  

Bu yazı toplam 1140 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim