• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

Şehrin Seveni Ölünce Meydan Kime Kalır?

M. Ali ABAKAY

Koyunun bulunmadığı yerde keçiye yapılan işlem, eldekini yitirenin kaderine razı olması misali, Abdurrahman Çelebî muamelesine dönüşünce, şehre dair çalışmalarda ömür tüketenlerin bağa destursuz girenler yüzünden yapılan tahribatı azaltma çalışmaları, yangından mal kurtarmak için canını ortaya koyan ev sahibine benzer.

 

Şehre dair araştırmacı, sokak ortasına dikilen apartmana, kesilen ağaçlar yerine yapılan gecekonduya mı karşı koysun, tarihî yapıları harap hale getirenlerle mi cedelleşsin, şiir ve sanata dair eser verenleri mi araştırsın, folklorik değerlerin kaybolmaması için gecesini gündüzüne mi katsın, evlad û ı’yalı terk edip köy köy ilçe ilçe mi dolaşsın, şehrin tarihiyle mi uğraşsın, şehri tanıtma adına yapılan yanlışlıkları mı düzeltsin yoksa yetkili olduğunu sananların etrafa saçtıkları incileri toplayıp tespih niyetine elinde sallayarak, kendisine düşman olanların sayısını mı artırsın?

 

Uğradığım bir yazma kütüphanesinde ilgili müdüre yaptığımız teklif, oldukça masumane idi, aslında. Bu denli tepki göreceğimize ihtimal vermiyorduk:

 

-Mekân gayet güzel, yirmi beş- otuz dinleyici alacak salonunuz, elli kişiyi ağırlayacak alanınız var. Medrese, haftada değil, on beş günde bir şehre dair tespit edilecek konuda işinin uzmanı kişilerin vereceği konferanslarla şehre canlılık vermede kullanılabilir.

 

Şehrin mimarîsi, musıkîsi, şiiri, hikâyesi, örfü-adeti, tarihi, coğrafyası, şairi, yazarı sanatkârı olmak üzere ne varsa on beş günde bir yapılacak sohbetlerde ele alınabilir. Bu konuya duyarlılığı sağlar, şehrin kültürel yapısını canlı tutar, yenileşmeye sebebiyet verir, şehrin canlı hafızasını oluşturma açısından önemli bir adımdır.

 

Müdür Yetkili, İstanbul’a bağlı olduklarını, oradan izin alınmadıkça bir şey yapamayacaklarını beyan buyurdu, üstüne basa basa, ağza alınan sakızın dişlere olan muhtaç hali misali, kelimeler taksit taksit hecelendi, adeta zihnimde:

 

-Na-yır n’o-la-maz!..

 

Bizden genç adama, bir hatıramı anlattım, özet şeklinde. Davet edildiğimiz kütüphanede yetkili, şehre dair kaynak eser bağışında bulunmamızı istirham ediyor, ne dersek yok demiyor. İkna olur gibi hava var. Sormadan edemedim:

 

-Şu kitabı sizden almamız mümkün mü, iki günlüğüne? Fotokopi olabilir, CD ortamında olması mümkün, Flash Disc’e atabilirsiniz… 

 

Hanımefendi, kütüphanede mevcut olan kitabın asla ve kat’a dışarı çıkarılmasının söz konusu edilemeyeceğini, bunun prensipleri arasında yer aldığını, ancak çalışma amaçlı kütüphanede bir görevlinin nezaretinde şehirle ilgili bu eserin incelenebileceğini, üzerine basa basa vurgulu anlattı.

 

Kendisine bu eserin bizde iki nüshasının olduğunu kendisinin moralini bozmama adına belirtmedik.  “Biz, size yüzlerce eser vermek istiyoruz, bağdan bir üzüm salkımını yemek değil, sadece görmek dahi yasakken nasıl olur, bizden yardım talep ediliyor? Hakikatten üzüldük.” Demeyi nezaketsizlik bildik.

 

Hanımefendi, kendilerinin bu kuralı koymadıklarını, tarihi eser konumunda gördükleri, (Sahaflarda 30-40 TL civarında satıldığını bildiğimiz) bu eserin nadir olduğunu, şehrimizde sadece yek bir tane adet tahmin edildiği için korunmaya alındığını güzel şekilde anlattı.

 

Heybemizden on beş-yirmi adet kitabı çıkararak, adı geçen kaynağı kendisi gördü. Şaşırıp kaldı. Bu kaynak eserleri kendilerine hediye olarak takdim ettiğimizi anlayınca, olabilecek yanlışlıkların önüne geçmek için müdahale etme hakkımızı kullanma mecburiyeti hâsıl oldu, bu müdahale elzem hale geldi:

 

-Bu kaynaklar, Cumhuriyetle beraber yayınlanan ilk eserlerdir. Üniversitemizde bir hocamızla müzakaremiz olduğu için yanımıza getirdik. Bizim kütüphanenize yapılacak bağış kitaplar arasında değil, heybeden çıkardıklarımız.

 

Heybeden kastımız, kitap çantamızdır. Battal boyda oldukça hantal görünen, el valizinden fazla kitap alan heybemiz, memur anlayışlı hanımefendiyi şaşırmadı:

 

-Evet, bahsettiğiniz kitap, şuydu. Kusura bakmayın, her gelene kaynak sunsak, bu önemli kitaplar çabuk yıpranır.

 

Kendilerine e-kitap haline getirmelerini tavsiye etmedik, bir fotokopi çıkartıp aslını senede bir havalandırma teklifinde bulunmadık. 

 

Yazma Eser Kütüphanesi’nin kendisince kurallarına nazire olsun diye yazmadık, bu manasız hatırayı. Genelde kaîde-kural bu şekildedir.

 

El yazması istenir, ücreti mukabilinde. Bu güzel bir uygulamadır, aslında. Komisyon, bu eserin para değerini belirler, kişinin satıp satmaması, kendisini bağlar. Aslı satın alınmasa microsu ya çekilmek istenir ya diğer kütüphanelerdeki istinsah edilenlerden çekilmiştir.

 

El yazmalarımıza değinmedik değil. Bir dönem elimize geçen birkaç yazmanın varlığından bahsederken, bu yazmaların micro filmlerinin çekilmesinin tarihe saygı, kültüre vefa olduğu belirtildi. Türkiye’nin en büyük yazma eser kütüphanesi olan Süleymaniye’de bulunduğumuz için yazma eserin ne denli önemli olduğunu, bu eserlerin nasıl korunduğunu biliyoruz.

 

Söz döndü dolaştı, şehre geldi, elbette. Nihayetinde bu eserler, yazıldığı mekân neresi ise orada toplanmalı, yazanın kendisini aîdiyetinde gördüğü şehirde bulunması gerektiğini belirttik, dilimiz döndüğünce. 

 

Pdf olarak ifade edilen sistem dâhilinde yazma eser takasının olmadığını, buna rağmen bu eserlerin pdf şeklinin kabul edilebileceğini ifade eden yetkiliye, bu şartlar altında ne denli iyi niyetli olsak bile teklif edilene sıcak bakmadığımızı, bunun saygısızlık olarak düşünülmemesini istirham ettik.

 

Bir Yazma Kur’an-ı Kerim’in aynı basımını ilk bu yazma eser kütüphanesinde gördük. Her şeyiyle aslını aratmayan aynı basımın sadece 2000 TL’ye satışta olduğunu yerinde duymamız bizi rahatlattı. Oldukça emek harcanmış, dikkâtle basımı yapılan bu yazma, dönemin padişahına takdim edilmek için ünlü bir hattatımızın hattından mürekkep.

 

Şehirle ilgili çalışmalara ara vermiş biri olarak, sadece kitap toplayıcısı ve bunları koruma görevini kendi işi bilmiş biri olarak, 2000 TL’ye satışa sunulan Kur’an-ı Kerim’i almayı düşündük, taksit olmadığı için bankanın verdiği kredi kartına işleyecek faizin, yaptığımız hayırlı işi gölgeleyeceğini düşünerek, paramızın olacağı güne erteledik, kısmet olursa, alımını.

 

Şehir Araştırmaları Merkezi’ne açılım sağlamak için, merkezin açılmadıkça kimseyi ikna edemeyeceğimiz açık ve seçiktir. Kişi veya kişiler, o denli projelerle kâğıd üzerinde çalışmalar yapmış ve hak etmediği ödenekleri alıp rahata erdiklerinden olmalı, merkezin açıldığını görmedikçe bu işi ciddîye almaktan uzak.

 

Mekân sahibinden müsaade isteyip, medreseyi terk ederken, yazma eser kütüphanelerinin fazla meraklısı olmadığını gördük. Eserlerin yazıldığı alfabenin yasaklı olması üzerinden yüz seneye yakın zaman geçmiş. 

 

Gelenler, arada bir takılıyormuş, sökemedikleri kelimelere. İmdada söylenenler yanlış değilse sözlükler yetişiyormuş, sanal kütüphanelere dair geliştirilen programlar var imiş…   

 

Bu yazı kaleme alındığı zaman kültürle ilgili şûranın yapılacağını öğrendim, haberlerden. Kültür Şûrası’na katılanlardan birkaçını bilirim. Kitap yazdıklarını bilmiyorum, kültürle alakaları sadece memuriyet hayatı ile sınırlı.

 

Sahi şehir araştırmacıları öldükten sonra onların kütüphanelerini satın alıp, bu tarz kütüphanelerde şehir kitaplıkları kurulsa iyi olmaz mı? Çoğu kütüphane, aynı basımı yapılan on kitabın (Kast edilen Kur’an-ı Kerim değildir.) satış maliyeti kadar tutmaz.

 

Bu teklifimiz kabul edilse ölmemiz mi beklenecek kitaplarımıza el konulması için? Yanlış ifade  kullandık, özür beyan ederiz,  satın alınması için…

Bu yazı toplam 909 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim