“Sensiz Olmaz” Bülent Ortaçgil ve Müslüm Gürses’i Buluşturan Tarihsel Öykü Üzerine/ Selçuk Küpçük

“Sensiz Olmaz” Bülent Ortaçgil ve Müslüm Gürses’i Buluşturan Tarihsel Öykü Üzerine/ Selçuk Küpçük

“Neredesin Firuze” (Yönetmen: Ezel Akay, 2004) filminde Müslüm Gürses’in Bülent Ortaçgil’e ait “Sensiz Olmaz” isimli şarkıyı yorumlaması köken kazısını Cumhuriyet öncesine kadar çekebileceğimiz ve gerilimlerle yüklü pratiklere sahip merkez-çevre çatışmasının sönümlenmeye başladığını göstermesi bakımından önemli gelmiştir bana. Çünkü isimleri bir şarkıda yan yana duran Ortaçgil ve Müslüm Gürses birbirinden farklı iki temsil taşımaktadır.

Bülent Ortaçgil, izlerini 1960’ların ikinci yarısında bulabileceğimiz ama asıl örneklerini 1970’li yıllarda dinlediğimiz Anadolu Pop ve Anadolu Rock formunun herkesi büyülediği, etkisi altına aldığı bir zaman diliminde daha çıkardığı ilk plağı ile ayrışmış, bu süreçten uzak durmuş bir isim. Yani kuşağı olan kolej kökenli, ülkenin kültürel, ekonomik, siyasal merkezinde bulunan kentli orta sınıfın çocukları, ellerinde gitarlarla İngilizce şarkılar söylemeyi bırakıp türküler yorumlamaya başladığı yıllarda o yönünü tam tersi istikamete çevirmiştir. Bir anlamda Fikret Kızılok kıra, Sivas’ın Şarkışla’sına Aşık Veysel’in dizinin dibine giderken o, kentte kalmış kaynağı Batı olan bir müzik türünü üretmeye ısrarla devam etmiştir.

1975 yılında yayınladığı “Benimle Oynar Mısın” bu yüzden, Anadolu Pop ve Anadolu Rock coşkulu, iddialı, kesinlikler ifade eden, yargılar yüklü, anonim bireyin öyküsünü volümü yüksek cümlelerle dillendirirken, dünyaya ve insana dair naif ve basit sorular sormayı, sıradan iddiasız bir yaşamı omuzlamayı, etrafında olup bitene hayret duygusu içinde bakmayı, şaşkın, kafası karışık ve kim olduğu belli bireyin (“Şık Latife” gibi mesela) öyküsünü anlatmaktadır. Dolayısı ile Orhan Kahyaoğlu’nun söylediği gibi müzikal yolculuğunun başından beri “Kentin göbeğinde yaşayan, birazcık entelektüel, varoluşsal sorunlar konusunda hassas her kesimden insana hitap etmektedir” (Hürriyet Gösteri, Mayıs 1990, Sayı 114, s.63).

Müslüm Gürses ise “varoşsal” sorunlar yaşama lüksü bulanamayan, daha çok kendisini ve ailesini geçindirmek gibi temel önceliklerle mücadele edenlerin hikayesindedir henüz. 1950’lerden itibaren (Demokrat Parti) farklı gerekçelerde (Marshall yardımı, köylere traktörün girmesi, kırda ekonomik döngünün kendisini yenileyememesi, kentin bir umut ve konfor olarak belirmesi vs.) başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin kıyılarına akan toplumsal katmanın hikayesi yani. Kentte devinip duran hayat karşısında mesleği, parası, “güzel Türkçesi” olmadığı, buraya ilişkin yaşama alışkanlıklarını bilmediği ve buranın ürettiği kültüre yabancılığı sebebi ile ötekileştirildiği yeni hayat karşısında kendine mahsus yeni bir dil üretmek zorunda kalınan bir süreçten bahsediyoruz. Kenti çevreleyen boş arazilerde derme çatma küçücük meskenler (gecekondular) inşa ederek tutunmaya çalıştığı bu yeni hayatında artık ne köylüdür ne de donanımsızlığı sebebiyle kentli. Kimi zaman sigortasız ve ucuz iş gücü ile kendisini feda ederek arkadan gelecek çocuklarının merkez’de oturanlar gibi belirli ekonomik standartları elde edebileceğini umut eden bu hikaye aynı zamanda Türkiye’nin dönüşümünü belirleyen toplumsal işlevler de gördü.

Çevre’den merkez’e alın terini satmak için gidebilen bu toplumsal katmanı her sabah akşam taşıyan araç (dolmuş minibüs) aynı zamanda bir metafordur. Onun yolculuğunu, göçünü anlatır. Büyük patronların fabrikalarına vida sıkıştırmak için giderken onu taşıyan minibüste sesini duyduğu Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Hakkı Bulut kendini feda etmeye çıktığı bu yolcuğunun ayinsel müziğini söyleyerek büyük bir moral üretir. Merkez’in “dolmuş müziği” diyerek küçümsediği o şarkılar halbuki gün gün mesafe kat etmekte, onun yaşam kalitesindeki dönüşümü simgelemektedir.

1970’lerde fabrikalarda işçi olabilen ya da el tezgahlarına sıkışmış zorlu şartların ekonomik yoksunluklarını yaşayan ilk kuşaklardan sonra, minibüsün durakları kentin merkezine o kadar yaklaştı ki, 1980 sonrası Anavatan Partisi’nin (Turgut Özal) sunduğu imkanlardan da yararlanarak küçük-orta ölçekli işletmelere sahip olabilen ikinci kuşak (oğullar) çıktı karşımıza. Bu yüzden 1970’li yılların arabesk müziğini (ki arabeskin 1.Dönemidir) Orhan Gencebay üzerinden açıklarken, 1980 sonrasının arabeskini (2.Dönem) İbrahim Tatlıses’le çözümlemek daha mantıklı. Çünkü 1970’lerde hor görülmeye dair protestosunu Gencebay ile dillendirirken, 80 sonrası elde ettiği kısmi ekonomik refahının uzantısı olan abartılı bir özgüvene sahiptir artık. Hatta bu özgüveni gözümüzün içine sokar.

Devamı: http://www.kalabalikcadde.com/sensiz-olmaz/

Bu haber toplam 1989 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim