Şiir, tarihsel devinimi içerisinde birçok kimliğe bürünerek tanımını güçleştirmiştir. Bundan dolayı aidiyet menşei üzerine öne sürülecek her iddia yetersiz kalacaktır. Bazen ideolojik propagandaların aracı olarak karşımıza çıkarken bazen de aşkın, sevginin veya öfkenin aracı olarak karşımıza çıkar. Buna karşın stabil toplumların şiir kimliği pek değişkenlik göstermez. Çünkü şiir, toplumun dinamiklerine paralel olarak şekillendiği için toplumsal hareketliliklerin olmadığı toplumlarda şiirde de değişime yönelik herhangi bir hareketlilikten söz edilemez. Şiir bir toplumun hafızasıdır çünkü.
Andrey Tarkovski “Şiir gerçekliği değiştirmez, yaratır” derken tam da bu hususa dikkat çekmeye çalışıyor. Şiir, girdiği kabın şeklini alır. Yani toplumun şeklini, bir anlamda toplumun gerçekliğini yansıtır. Bu bağlamda gerçekliği değiştirmekten ziyade gerçekliğin ifadesidir şiir.
Türk şirinin topografyasını incelediğimizde Tanzimat Dönemi ve öncesi olarak iki dönemde ele almamız konuyu daha da somutlaştıracaktır. Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma sürecinin etkilerini şiirde de görmek mümkündür. Akabinde Türk şiir kimliğinin dünya şiir literatüründe yerini bulması için Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Garip Akımı gibi reçetelerle sürekli bir değişim evresi geçirmesi toplumsal yapıdaki değişimle ilişkilendirilebilir. Öte yandan şiirin geçirmiş olduğu evrelerden dolayı kimliğindeki muğlak durum bütün şiir akımlarını birer şiir kimliği olarak kabul etmemizi zorunlu kılmaktadır. Fakat günümüze gelindiğinde modernitenin sanat tanımına göre, öznenin merkeze alınmasıyla şiire hüviyet kazandırılmış oldu. Bu hüviyetin derinlemesine sorgulandığı bir eserle konumuzu pekiştirelim.
Devamı: http://www.dunyabizim.com/kitap/26855/siire-yeni-bir-aci-barbarligin-siiri
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.