• İstanbul 16 °C
  • Ankara 23 °C

ŞİİRİN ALTIN KANATLARYLA UÇMAK

M. Ali ABAKAY

ŞİİRİN ALTIN KANATLARYLA UÇMAK

 

Günümüzde geçmişten kopuk şiir tarzına dair söylenecek çok söz vardır. Serbest nazımla yazılan şiirlerden, ezberlenesi olanı yok mudur? Elbette serbest nazımla kaleme alınan şiirler, oldukça çok ve şiir kitaplarının okunmadığı söylenen ortamda en çok yayınlanan kitapların başında gelir, şiir kitapları.

 

Şiirin altın kanatlarıyla uçmayı denemek istedik, uzun zaman. Şekil olarak düne, muhteva olarak bu güne seslenen şiirler kaleme almak oldukça zor. Aruzla yazılmamış, şeklen dünü hatırlatan bu tarz şiirlerden duyulan haz, tarifi zor duygularla bizi hemhâl kılarken, konuştuğumuz dilden anlamadıklarını belirtenlere ne demeli?  

Bize daima bu tarz şiirler, okul sıralarında kötülendi, okunmamız istenmedi.

 

Bu şiirlerin dünyevî, zevk û işret dolu olduğunu söyleyenler, yazdıklarının sosyal şiirler olduğunu savunarak, edebiyatın sanat için mi halk için mi olduğunu öne sürdü, kendiliğinden. Sanattan uzak edebiyatın ayakta duramayacağını bilmelerine rağmen dönemin dayatmasıyla halk için sanatı savunanların mirasçılarına baktığımızda ortaya çıkardıkları ürünlerin, eserlerin halkla hiçbir alakasının olmadığını üzülerek görmekteyiz.

 

Sırtını bankaların, holdinglerin yayınevlerine dayayarak icrâ-ı san’atta eser verenlerin halkla bir bağının olmadığını görmekteyiz. Âşık Veysel’i hor gören, küçümseyen anlayış, Karacaoğlan’ı bilmez tavır, Emrah’ı tanımayan görüş, Yunus’un dediğinden uzak çizgi, arada bir kendi istediklerini dile getirmek için bahsi geçen değerlerden bahsedip geçmektedir.

 

“Sevgi”, “Umanizma”, “Hoşgörü” ilençleri tutanlar, Mesnevî’yi açmadan, okumadan, akıllarına esen sözün altına “Mevlana” adını yazarak, asıl muratlarını ifade ederken, Yunus’tan aldıklarıyla düşündüklerini örtüştürme zahmetine girerken, bu iki ismin belirttiklerinin kendi hayat felsefeleriyle hiç uyuşmadığını, örtüşmediğini bilmez mi?

 

Edebiyat ve dil alanında eğitim gördükleri, öğrenime tabiî olduklarını diploma ile tescil edenlerin yüz yıl öncesine ait şiirleri, sözlüksüz tercüme edememe halleri, bir utanç abidesi olarak önümüzde dururken, akademisyenlik zırhına bürünen zevat, kitaplarında eskimez yazıyla okumayı sökemezken, onlardan kalkıp bu şiirlerin tahlilini beklemek, zûl değil de nedir?

 

Birinci ve ikinci dünya harbinin arasına sıkışmış, dününden koparılmış, yaşantıdan uzaklaştırılmış, tarihle kültürle bağından azade (?) kılınmış gençlerin şiiriyle hemhâl olunca şiir dünyamızın hali, sanattan anlamaz, incelikten yoksun, özünden habersiz, kâfiyeden uzak, emekten yana fakir, duygudan yoksul, kelimelerin yan yana alt altta dizilmesinden oluşan garip tarzda çalışmaları benimser oldu.

 

Aşktan yana Leyla’dan, Aslı’dan, Şirin’den habersiz olandan kalkıp Hafız’dan, Gencelî’den, Şeyh Galib’den, Attar’dan bahsetmesini beklemek, deveye hendek atlatmak kadar zor.

 

Tasavvuf’tan yana bilgi sahibi olmayana, gülle bülbülü sual, bizce intiharın öbür adıdır, ismidir.

 

Elinin altında düne dair birkaç kitap bulunduranın üstad bilindiği demde, hele adının önünde bir unvan varsa, talebeleri geleceğin şairi, bilge isimleri arasında yer alır. Elif’i mertek görme bu mudur, acaba?

Belki düne dair bir kapı aralama adına ilk yazıldığı gibi duran, kimi yerde acemilikten geçilmeyen, öğrencilik yıllarında kaleme alınmış şiirleri yayınlama isteğimiz, gördüğümüz bu hallere tepkiden, muhalefetten mi kaynaklanır?

 

Bu gün yazdıklarımızı değil, dünde kalanları daha çok beğenmemiz, bizim şiir âleminde çaresizliğimizin nişanesi misalidir.

      

ÇİÇEK

Oturmuşsun güz mevsimi vakitlerden subh demidir bahçede çiçek
Boyun bükmüş rüzgâra direnir hava soğuk üşür bu havalarda çiçek

Yaprağın yitirmiş kalanları inatla kopmak istemez özünden bir bir
Boyun eğmiş icbara gelir mevsim geçti elinden ne gelir ah be çiçek

Ben olaydım bağban bî-çâre bakıp hüzne gelirdi dilim lâl bağır içre
Güzelliğin eskidi, mevsim geçti arılar aşinaydı rayihana önce çiçek

Devrana baktım hayallere daldım ömrü çiçeğin ne ola beş-on gün
Kendim yaşlandım gençlik rüya misali kelebek uçtu kader bu çiçek

Muhîbba silkin uykudan ettiğin ne ola ömr-i hayatın noktalanır bil
Tohum verir göçerken sen bilmezsin baharla yeşerecek yine çiçek

 

DİLEK

Tutmuşum elinden bırakamam beni al yanına ya geleyim bu dilek
Yetmiş iki millete dahilim necat isterim senden sadece odur dilek

Devranda nice yaşamış olandan eser yok şimdi unutuldular bir bir
Unutulmamak insanın derdi hatırlayanlara ne mutlu budur dilek

Zahmı çoktur dünyanın iki taşı üst üste bırakmaktır devranda gaye
Kitabesiz kalmasın kabrimiz yaşadı öldü demesinler ah şudur dilek

Eser veren geride bırakır hayırlı iş, meşgalesi dünyanın yaşamaksa
Şiire gönül ver, ezberlense hayır dua başka şey istemek değil dilek

Muhîbba kabrinin yek sengine nakşedilse müteveffaya dua arzusu
Asûdedir gönlün mutma’în ol arzuladığın olsa rahat uyu oldur dilek

 

YÜREK

Kanar, dindiremez ıstırabını sen bilir misin nasıl kanar yürek
Kendi içinden çağlar bağra hûn olur akıttığım gözyaşı yürek

Sorarım çaresi yok dermanı tükenmiş nasıl dayanır bilmem 
Sor kanayan yarayı kim dindirir kanı dayanır mı acılı yürek

Ateş çemberi düşen çocuk annesiz babasız vahşete bak istila
Ne ab ne nan her yer harab insanım diyen nerde parçalı yürek

İsmi Halep olur Halepçe olur Sabra olur Şatilla olur perişan
Dayanmaz bu sıklete tahammülüm kalmadı çatlar ah yürek

Muhîbba derdin ne ne söylersin kim anlar seni şol hengamede
Gölgenle silinir yaşamın geride kalan kalır yaralıdır zatî yürek

Bu yazı toplam 892 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim