Prof. İhsan Fazlıoğlu hoca, derslerinden birinde “Şu anda” demişti, “biz kendi hikâyemizde yaşamıyoruz.” Hatta “ilahiyatlarda tefsir tarihinin dahi bir Macar Yahudi’sinin yazdığı kitaptan okutulduğunu, kimsenin Ömer Nasuhi Bilmen’in iki ciltlik tefsir tarihini dikkate almadığını” eklemişti.
Başkalarının hikâyesinde yaşıyoruz ve “bu durumu kanıksamış vaziyetteyiz.”
Bu anekdot aslında pek de yeri değilmiş gibi bir zamanda aklıma geldi. Seyit Ali Kahraman’ın hazırladığı “Osmanlı Çiçekçileri ve Çiçekleri” kitabıyla hemhâl oluyorken dikkatimi çekti; mezkûr lâle isim ve türlerinin hiçbiri Latince değildi. Hâlbuki bugün bütün çeşitlerinin adı Latince zikredilir.
Lâleye yine döneriz, size Seyit Ali Kahraman’ın bu nefis çalışmasından biraz söz açayım.
Çiçek yetiştiricileri genellikle tasavvuf ehli ve ulema imiş
Türklerde çiçek yetiştiriciliği ve meftuniyetinin İslamiyet’i kabulle, daha net olarak ise İstanbul’un fethiyle belirgin biçimde kendini gösterdiğini, günlük hayatta önemli bir yer kapladığını öğreniyoruz. Çiçek yetiştiricileri genellikle tasavvuf ehli ve ulema imiş. Türkler’in lâleyi Orta Asya’dan getirdikleri yönünde bir rivayete yer veriliyorsa da eserde, burada incelenen sekiz şükûfenamede (şükûfe: çiçek) ortak olarak yer almış başka bir geliş yolundan söz ediliyor.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/kitap/24942/sizin-ciceginizin-henuz-adi-yok-mu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.