• İstanbul 21 °C
  • Ankara 16 °C

Sütlü Kahve Tadında Bir Hayat

Fahri TUNA

Kırk Kuyu’dan / Fahri Tuna

Adnan Kahveci;

Son kırk yılın en sade en yalın en zeki en doğal en yerli en faydalı en örnek üç beş siyasetçisinden biriydi Adnan Kahveci, kuşkusuz. Şek şüphe götürmez. Kendisini seven de sevmeyen de ittifak eder bunda.

Yüzlerce bakandan, binlerce milletvekilinden, on binlerce Amerika’da okumuştan sadece biriydi aslında o.

Onu farklı kılan, özgün biri olarak hafızalarımıza kazıyan neydi acaba?

Hiç şüphesiz ‘bizden biri’ olmasıydı. Hemen her Karadenizlide rastladığımız ‘doğallığı/içtenliği’ydi. Hemen her siyasetçide rastlamadığımız ‘protokolsüzlüğü’ydü.

O bir Anadolu çocuğuydu. Fakir yoksul bir Trabzon köylüsünün (Sürmene, Yılmazlar Köyü) oğlu olarak 1949’da gözlerini dünyaya açmıştı. Sarp zor güç yolları aşa aşa ilk ve ortaokulu bitirecek, o sırada Milliyet Gazetesi’nin ilkokullar arası ilk bilgi yarışmasından Türkiye Birincisi olacaktı. Bu birincilik onu Tübitak bursuyla Kabataş Lisesi’ne taşıyacak, 1966 Üniversiteye Giriş Sınavlarında 180 soruya 180 doğru cevap vererek Türkiye Birincisi olacak, İstanbul Fen Fakültesi’nde eğitimine başlayacak, birkaç ay sonra Milli Eğitim Bakanlığı Bursuyla ABD İndiana Purdue Üniversitesi’ne geçecek, orada 4 yıllık Elektrik Mühendisliği Bölümünü 2,5 yılda bitirecek, eğitimi sırasında okulunda bulaşıkçılık garsonluk aşçılık da yapacaktı üstelik. Ardından Missouri Üniversitesi’nde doktora yaparken, aynı okulda asistan-profesör statüsüyle öğretim görevliliği de üstlenecekti.

Burada duralım biraz. Nefeslenelim.

Tam da bu günlerde merhum Gıda Tarım Hayvancılık Bakanımız Korkut Özal ABD’ye gitmese, gittiğinde bir lokantada yemek yemese, yerken kendisine yemeği yirmi beş yaşlarında karayağız bıyıklı gözlüklü bir garson getirmese, o garsona 'burada ne arıyorsun evladım?' diye sormasa, o genç de 'Burada filan üniversitede asistan-profesörüm. Doktora yapıyorum bir yandan da ama aldığım maaş yetmiyor? Boş zamanlarımda da burada garsonluk yapıyorum' demese, bu zeki gence bakan Özal 'adın ne senin evlâdım?' diye sormasa, o da 'Adnan Kahveci efendim' demese, bakan bey o gencin telefonunu adresini alıp o sırada Sabancı Holding'te ceo olan ağabeyi merhum Turgut Özal'a vermese, bugün Türk siyasetinde kimse merhum Adnan Kahveci diye birini tanımayacaktı muhtemelen. Kader böyle de bir şey işte. Gel de burada Fatih Türbedarı Ahmet Âmiş Efendinin şu sözünü hatırlama: 'Olan olmuştur, olacak da olmuştur. Olacak hiçbir şey yoktur.'

Sonra askerlik için Türkiye’ye dönüş, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, İçişleri Bakanlığı’nda bilgisayar altyapısı proje genel koordinatörlüğü, 1980 ve sonrasında Başbakanlık ve DPT Müsteşarı Turgut Özal’a danışmanlık falan filan. Sonra milletvekilliği bakanlıklar. Son bölümü herkes biliyor zaten.

Onun kırk dört yıllık hayatı kelimenin tam manasıyla ‘tam bir başarı öyküsü”, evet; ama yazımızın teması bu değil. Bu tarafı ailesini yakınlarını sevenlerini ilgilendiriyor. Bizi (sizi) ilgilendiren taraf çok daha başka.

Anlatayım. Tipik bir örnekle hem de:

Sevdiğim bir ağabeyden (Nahit Pehlivanoğlu) dinlemiştim. Bizzat şahit olduğu bu olayı nakletmişti: Yıl 1988. Tam otuz sene kadar önce yani. Zamanın Maliye Bakanı Adnan Kahveci bir ili ziyaret edecektir. Haber gönderir: 'Beni il sınırında karşılamasınlar. Ben kendim gelirim'.

Çünkü o güne kadar altmış beş yıllık Cumhuriyet tarihimizde gelenektir; bir başbakan veya bakan, resmi makam aracıyla geldiği güzergâhtaki ilin valileri belediye başkanları daire müdürleri ve partisinin il-ilçe teşkilatlarıyla il sınırında, otuz kırk araç, yüz, yüz elli kişilik heyetle karşılanır, resmi ziyaret on, on beş saat, ne kadar sürdüyse, bakanın ili ziyareti bitiminde de diğer ilin il sınırında, sonraki ilin valisi ve diğer yetkililerince devralınır. Usul adap gelenek görenek budur. Bu hep böyledir.

Bakan Kahveci o ilin valiliğini - diyelim salı günü 10.00'da - ziyaret edecektir. Valilik koruma amiri İsmet Komiser, avlunun girişindeki görevli polisi bilgilendirir. Polis arkadaş da o gün saat 09.30’dan itibaren vilayet bahçesine hiçbir aracı sokmaz. Zira az sonra koruma araçları önde - arkada kırmızı plakalı Mercedesyle bir bakan gelecektir. Hep öyledir çünkü. Titizdir, sorun çıksın istemez polis memurumuz. Dikkatle yolu gözler.

Saat 10.00'a birkaç dakika kala bir jip belirir kapıda. Memur fırlar önüne. Jipin şoförüne, azarlarcasına bağırır: 'Çek arabanı buradan. Bir iki dakikaya Maliye Bakanı gelecek. Kapatma yolu. Haydi çekkkk çabuk!...' Jipin sağ kapısından koyu yeşil montlu krem gömlekli kravatsız kırk yaşlarında var yok, gözlüklü karayağız bir adam iner, polis memuruna seslenerek valilik kapısına doğru yürür: 'Tamam kızma, geldik işte.' Sade giyimli, gösterişsi, tevazu içinde yalnız başına valilik merdivenlerini adımlayan o garip adam Maliye Bakanı Adnan Kahveci'den başkası değildir.

Bu protokolsüzlüğe ne kadar çok ihtiyacı var ülkemizin.

Bakan olduğunda ilk yaptığı işin, sabah bakan bakanlık binasına gelirken her sabah yapılan karşılama uygulamasını kaldırdığını pek kimse bilmez.

Bir bayan anlatıyor: “O yıllarda ben de İstanbul Defterdarlığında memurum. Bir gün öğle yemeğindeyiz yemekhanede. Sivil kıyafetle bir bey de geldi, sıraya girdi, yemek aldı oturdu masamıza. Hem yemek yedik hem bize ‘nasıl gidiyor, eksikler ihtiyaçlar nedir?’ filan türünden sorular sordu. Bilgiler aldı. O zaman tek kanallı televizyon. Sosyal medya yok. Pek de tanıyamadık geleni. Meğer o bey Maliye Bakanı Adnan Kahveci’ymiş. Defterdardan habersiz yemekhaneye gelip bizden işin gidişatı ile ilgili bilgiler almış. Yemek sonrası da resmi ziyaret için Defterdar Beyle makama görüşmeye çıktı. Böyle özel ve güzel bir insandı rahmetli.”

Her gün milletiyle beraber halkının içinde adamdı Kahveci. İstanbul Kartal-Pendik bölgesi milletvekiliydi. Mesela özel aracı olduğu hâlde, bakanken de milletvekiliyken de İstanbul-Ankara gidiş gelişlerinde trenle gelir gider, halkla konuşur; dertlerini öğrenir, halkın nabzını tutar, çözümler üretmeye çalışırdı.

Hiç unutmam: 1987 Genel Seçimlerinde ilk kez tercihli oy kullanılmıştı. Bu şu demekti: Partiniz diyelim ki sizi o bölgeden 10. Sırada aday gösterdi. Seçimde partiniz o bölgeden 5 milletvekilliği çıkarttı. Siz partinizin tüm adayları arasında tercihte il beşe girmişseniz milletvekili seçilecektiniz. Öyle de oldu. Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın - bilemediğimiz nedenlerle - hışmına uğrayan Adnan Kahveci o bölgeden aşağı sıralarda aday gösterilmiş, ama daima içiçe olduğu Pendik-Kartal halkı genel seçim sandığından ‘bilhassa tercih’ ederek onu 1. Sıradan milletvekili yapmayı başarmıştı.

Olay tam da buydu; siz kimin yanındaysanız onlar da sizin yanınızdaydılar. Kime benziyorsanız onlarlaydınız.

Popülizmden uzak, nutuktan, şovdan, fotoğraftan, paylaşımdan uzak adamdı. Hep çözüm peşindeydi. Realistti. Hem de acıtırcasına.

Yine Nahit Pehlivanoğlu’na kulak verelim:

Maliye Bakanımız Sakarya Valiliği’ne ve Defterdarlığı’na resmi ziyaretten sonra - adet olduğu üzere- Parti Binamıza geldi. Milletvekillerimiz, Belediye başkanları, il ilçe başkanları, belediye meclis üyeleri, il ilçe yönetim kurulu üyeleri. Seksen yüz kişi varız.

Bakan Kahveci programı sordu, il başkanı anlattı: Bir: Şu anda partideki teşkilatımıza konuşmanız. ‘Onu geçin’ dedi bakan Kahveci, ‘zaten gece gündüz konuşmaktan başka bir şey yaptığımız yok.”            İki: Filan otelde öğle yemeği. ‘Onu da geçin’ dedi bakan Kahveci ve ekledi: ‘Ne yemeği, ben rastgele bir kapıyı çalar selam veririm. Vatandaşım bana bir dilim peynir ekmek bir bardak çay verir. Toplu yemeğe, masrafa gerek yok. Bir saat kaybedemeyiz yemekle. Sonra?” Üç: Filan otelde bir saat istirahatiniz. ‘Ne yaptık da yorulduk istirahat ediyoruz. Kaldırın onu da. Ben halkla konuşarak dinlenirim ancak. Vakit dinlenme değil çalışma zamanı. İptal. Sonra?” Dört: Belediye başkanlarımızın sizden çok önemli istekleri var sayın bakanım, onları dinlemeniz. ‘Buyursunlar’ dedi bakan Kahveci. Diğer başkanlar aralarında anlaşmışlar. Yaşını başını almış, olgun, itibarı en yüksek iki başkanı sözcü seçmişler. Arifiye Belediye Başkanı Sefer Kubilay ile Ferizli Belediye Başkanı Salih Kılıçarslan söz alarak ‘seçime altı ay kala maaş ödeyememekten ve bütçe yetersizliği nedeniyle yeterince yol su kanalizasyon yapamamaktan’ yakındılar ve ‘Sayın Maliye Bakanım. Ne olur belediyelerimize ek kaynak istiyoruz. Size çok güveniyoruz. Seçim en önemli şey. Ne olur kırmayın belediyelerimizi’ türünden sözler söylediler.

 

Herkes hepimiz Maliye Bakanı Adnan Kahveci’nin ağzından çıkacak müjdeye kilitlenmişiz. Bakan bey konuştu: ‘Size kaynak buldum!” Herkes mutlu, hele de başkanların yüzünde güller açtı birden. Bakan Kahveci devam etti: ‘Kadro ve bütçe olmadığı hâlde, seçim kazanmak için her aileden birkaç kişiyi işe almıştınız ya hani. Onları çıkarın şimdi işten. Onlardan tasarruf edeceğiniz bütçe ile de yol su kanalizasyon yaparsınız. Alın size bütçe, alın size kaynak!’ Tabii hepimizin başından aşağıya kaynar sular dökülürdü.”

Evet; Adnan Kahveci tam da buydu işte. Gerçekçiydi. Realistti. Halk dalkavukluğundan, parti goygoyculuğundan nefret ediyordu. ‘Adama göre iş değil, işe göre adam’dı derdi. Elbette partisinin teşkilatları hiç sevmedi sevemedi onu; buna ne şüphe. ‘Sevilmek’ derdi olmayana vız gelir tırıs giderdi. ‘Doğrucu Davut’lar için alkışın da alkışsızlığın da ne önemi vardı.

Zaten Maliye Bakanı olur olmaz ilk yaptığı işlerden birisi partisinin tüm Türkiye’deki belediye başkanlarına haber göndermek olmuştu: ‘Kimse ödenek isteğiyle Ankara’ya gelmesin. Benimle görüşemez de alamaz da. Bu böyle bilinsin!’

Öyle de yapmıştı.

‘Benim partilim, benim hemşerim, benim akrabam, benim delegem, benim cemaatim’ sözlerinden nefret ediyordu. Anavatan Partisi İlk Genel Meclisi Üyesi Rahmetli Nedim Günay’dan dinlemiştim:

“- 1986 senesi. Adnan Kahveci bakan değil daha. Bir akşam Ankara’da bir otelde beş altı kişi yemek yedik, sonrasında meyve muhabbet filan. Adnan Kahveci de masamızda. Ben alkol alıyorum, baktım o da içiyor. Çok şaşırdım. Vakit ve muhabbet ilerledikçe kendimi tutamadım sordum: ‘Adnan Bey, sizin için tarikatçı diyorlar, siz içki içer miydiniz?’ Bir kadehi daha diken Kahveci cevap verdi soruma:              ‘- Doğru diyorlar. Tarikatçıyım ben… ama Tekel Tarikatı’ndan. Her akşam bir 35’lik içmezsem yapamam.’ Masamız kahkahaya boğulmuştu birden. Kahveci devam etti: ‘İşin aslı şu. Beni Amerika’dan Korkut Özal Bey bulup getirdiği için MİT beni doğru dürüst araştırmadan ‘Tarikatçı’ diye fişlemiş. Anavatan Partisi’nin 37 kurucusundan birisi olduğum hâlde 1983 seçimlerinde Kenan Evren Paşa MİT raporuna dayanarak milletvekili adaylığımı veto etti, seçilemedim. Benim dinle dindarlıkla alakam yoktur.”

Evet, Adnan Kahveci muhafazakar kimlikli biri değildi.

Kabataş, İstanbul, Amerika, Boğaziçi derken... Trabzon Sürmene’deki ‘fabrika ayarlarından’ uzaklaşmıştı biraz, doğruydu.

Nitekim bakan olarak - ve tabii yine sivil kıyafetle - Çaybaşı Yeniköy’de belediye seçimleri için hane hane dolaşırken salâ verilecek, sokakta karşılaştığı - ne ilginçtir ki kendisi gibi Trabzon Sürmene kökenli- yetmiş beş yaşlarından koca yüzlü iri burunlu beyaz sakallı amcaya soracak, ‘Amca hayrola, kim öldü?’ Yaşlı amca da ona  - hayatının belki de en büyük dersini verecekti, bilmeden-: ‘Sen gavur misun evlâdum. Ha bu gün Çuma. Çuma selasi okunayi da!’

Türkiye’nin birincisi olabilirdiniz, mükemmel bir zekâya sahip olabilirdiniz, Amerikalarda doktora yapmış olabilirdiniz, Türkiye’nin en birinci okulu Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmış olabilirdiniz, milletvekili hatta bakan olabilirdiniz. Mümkündü bunlar. Nitekim olmuştu işte.

 

Özgürdü insanoğlu. İnanıp inanmamakta özgürdü elbette. İnanırdı da yapıp yapmamakta özgürdü. Amenna.

Ama, ama, ama. İçinde yetiştiğinizin cemiyetin, kucağında büyüdüğünüz toplumun değerlerinden koptuğunuz anda, hem de bin bir zorlukta çocukluğunuzun geçtiği - sizin gibi- Sürmene’nin bir başka köyünden gelmiş bir ihtiyar, bir cümleyle bütün diploma kariyer unvan makamlarınızı yırtıp çöpe atabiliyordu işte: ‘Gavur misun sen evladum. Ha bugün Çuma da!’

Kırk dört yaşında elim bir trafik kazasıyla, hem de ailece vefat edecek, sonra naaşları - Sürmeneli hemşerisinin dediği - ‘son turak olan Çame’ye getirilecek, cenaze namazı sonrası toprağa tevdi edilecekti.

Toprağa verilen Adnan Kahveci değildi aslında. Eşi ve kızı değildi. Dürüstlüktü, çıkarsızlıktı, yalan dolansızlıktı.

Pırıl pırıl bir zekâ, yiğit mert vefalı bir duruş, mütevazı halkıyla içiçe samimi bir kalp, popülizmden uzak gerçekçi ve çözümcü bir örnek, ‘akşamları Tekel Tarikatı’ndan olsa da gündüzlerini milletinin inançlarına çilelerine dertlerine vakfetmiş bir gönüldü toprağa verilen.

Kırık dört yıllık, sütlü kahve tadında, sütlü kahve renginde, sütlü kahve kokusunda kısacık ama dolu dolu faydalı dürüst bir hayattı onunki.

Adnan Kahveci, Adnan Kahveciler yaşıyor aslında.

Bütün iyilerin iyiliklerin yaşadığı, kıyamete kadar da yaşayacağı gibi.

Bu yazı toplam 635 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim