• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

TYB Tarihi Roman Ödülü Sahibi Melahat Ürkmez'le Röportaj

TYB Tarihi Roman Ödülü Sahibi Melahat Ürkmez'le Röportaj
Milletlerarası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni Tarihi Roman Ödülünü alan Melahat Ürkmez'le romanları hakkında konuştuk.

1-Tarihi roman için yüz küsur yıllık romancılığımızın vazgeçilmezi diyebilir miyiz?

Elbette… Hangi açıdan bakarsak bakalım tarihi roman; tarihten kaynaklanan varlığımızın, romancılığımızın temeli, milletimizin ve bunun mekânı olan coğrafyanın yani coğrafyadan vatana olan sürecin doğrudan doğruya sesi, nefesi, vazgeçilmezidir…

Aslında “Yüz küsur yıllık” demek yerine, “Bin küsur yıllık” demek geçiyor gönlümden. Romancılık tarihimiz, her ne kadar yeni olarak kabul edilse de Orta Asya bozkırlarına, Orhun Yazıtları’na, Dede Korkut Hikâyeleri’ne, Kutadgu Bilig’e… kadar uzanan emsalsiz hazinelerimizle zenginleşmiş, temelleri atılmıştır. Misâlen Kaşgarlı Mahmut’un Türk boylarını gezerek derlediği, Divanû Lügati’t Türk’ü, bir sözlükten öte Türk sosyolojisi, psikolojisi, nesir parçaları, şiirleri, atasözleri, gelenek görenek ve olaylarıyla, Türk edebiyatının en eski yıllarına tanıklık/kaynaklık eden muhteşem bir altyapıyla, tarihi romancılığımızın temel taşları olduğu düşüncesindeyim.

Eskimeyen, biricik yeni olan tarihi roman, romancılığımız için hem günceldir hem mazidir; en büyük ilhamını, hızını, zenginliğini maziden alan, “Kökü mazideki âti”dir. Tarihi romanı canlı kılan yüklü bir heyecan, yaşayan bir hatıra vardır, etkisi büyüktür. Öyle ki konjonktüre göre kitleleri etkileyecek, sürükleyecek motivasyondur da. İdeolojileri kitlelere mal edenler, bunların teorisyenliğini yapanlar bilim, fikir adamlarından ve kuramcılardan ziyade bu fikirleri eserlerinde işleyen şairler ve romancılar olmuştur. Hatta teorisyenleri gölgede bırakmışlardır. Bu da sanatın, romanın bir başka gücüdür.

2-Tarihi roman yazmadan önce okuduğunuz, beğendiğiniz tarihi romanlarımız hangileridir?

Tarık Buğra’nın Küçük Ağa-Osmancık / Kemal Tahir’in Devlet Ana- Yorgun Savaşçı / Namık Kemal’in Cezmi / Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban / Tolstoy’un Savaş ve Barış… Daha çok beğendiklerim ise Tarık Buğra’nın romanlarıdır. Tarihi roman diyemesek de yazıldığı devrin tarihini, sosyal yapısını yansıtan Çalıkuşu, Sinekli Bakkal gibi romanların da hemen hemen hepsini ortaokul, lise yıllarında okumuştum.

3-Roman yazarlığında bilginin mi yoksa ilhamın mı daha önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

Roman yazarlığında bilgi ve ilham o kadar iç içe geçmiştir ki hidrojenle oksijenin tepkimeye girerek suyu oluşturması gibi; hidrojen mi öncelikli yoksa oksijen mi öncelikli şeklinde bir tartışmanın yersizliği gibi… Bununla birlikte nasıl ki ortamda oksijen bulunmazsa yanma olayı gerçekleşemez; ilham olmadan roman yazılmaz. Romanda ilham ve bilgi sürekli birbirini besleyerek etkileşim içinde olmuştur. Akışa göre bazen bilgi, ilhamın önüne geçer; bazen ilham bilginin önüne geçer. Bilgi romanı sürükler götürür, ete kemiğe büründürür, vücut verip eser haline getirir. Ancak eser, ilhamla doğar.

4-Tarihin gerçekleri romanın gerçekleri ile ne ölçüde telif edilebilir?

Biri diğerini bozmadan ya da gerçekleri çarpıtmadan romana başlamak ve bitirmek zaten yazarı yazar yapan asıl ve en temel kuraldır, diye düşünüyorum. Romanın doğal akışı içinde elbette çok ince nüanslar, çok hassas dengeler vardır. Zaten yazar romana başladıktan sonra akışı içinde uçurumları tarar. Yazar olmanın idrak ve mesuliyetinde, donanım esastır. Kültür ve bilimle mücehhez bir yazarın, bir ilham kıvılcımında, tüm frekanslara açık olduğu farklı dalgakıranlarla ufuklardan ufuklara koşacağı tartışmasızdır.

Tarih ile sanat karşı karşıya gelmeyeceği gibi biri diğerinde erimeyecek, kendi gerçekliklerini koruyarak harikulade bir uyum içinde romana dönüşecektir. Burada tarih sanki sanatın süzgecinden geçmiş fakat dimdik ayakta; sanat ise bilimden bir damar alarak, beslenerek sanatın büyüsünü güç ve değerini esere bir rüzgâr olarak katacaktır.

5-Tarih sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Eserlerinizi kaleme almadan dönemini araştırmak, havasına girmek gibi bir temayülünüz var mıdır?

Millet, tarih bilincidir. Şu anda Yahya Kemal aklıma geliverdi. Fransa’da tahsildeyken tarihçi Albert Sorel’in etkisi altında kalması, Sorel’in Fransız milletini, Fransız tarihinden süzülüp gelen ruh, anlayış ve fikir sistemiyle açıklaması ve bundan etkilenen Yahya Kemal’in Türkiye’ye döndükten sonra Türk tarihinin önemini özellikle yeni bir ruh ve sistemle ele alması… Şiirlerine de yansıtarak, Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eserinde yer alan ve bir şaheser olan Selimnâme’yi, Yavuz Sultan Selim’in iki büyük Türk seferini terennüm eden bir hikâye, bir destan olarak şiirleştirmesi… Milli mâzimizle bugün arasında altın bir halka, bir köprü kurması… Bizi tarihimizin muhteşemliği ile övündüren bir mûsikî, bir tarih bilgisi, bir iman aşkıyla, mazideki şerefli zaferimize alıp götüren; şanlı mazimizi de alıp bize getiren bir şiir yazması… Tarihin nasıl bir anlam ifade ettiğini anlatmaya yetiyor. Tarihimizi ve zaferlerimizi Selimnâme gibi şaheserlerden, tarihi romanlardan kendi ruh sesleriyle okumak ve dinlemek hangimizi coşturmaz ki… Tarih, bir insanın fikir ve inanç dünyasının temel taşıdır. Tarihsizlik köksüzlüktür, bir insanda genler ne ise toplumda da odur.  Bunun başka bir bağlamda izdüşümü, yine Yahya Kemal’den misâl alacak olursak, “Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden / Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” dizelerinde gizlidir…

Tarihine vâkıf olmayan; tarih hafızasını sürekli tazeleyemeyenler yaşama, gelişme ve geleceğe uzanma güçlerini kaybetmeye, buhranlara kapılmaya, güdülmeye, parçalanmaya, yutulmaya, silinip yok olmaya, mahkûmdurlar “Geçmişini bilmeyen; geleceğini de bilemez” derler ya tarihini bilmeyen karanlıkta el yordamıyla önünü bulmaya çalışır. Tıpkı Mesnevî-i Mânevî’deki fil hikâyesi gibi… Tarih hatıra defteridir, tutulmuş bir günlüktür. Ecdadın bıraktığı her iz; geçmişi, bugünü ve geleceği ışıtan, yol, tecrübe; bir deniz feneri, kutup yıldızıdır. Ancak iyi okunan ve yorumlanan tarih; yanlış tekerrüre yanıltmacalara, iftiralara, sözde soykırımlara, diasporalara karşı bir dalgakırandır. Tarihine ve mukaddesatına önem veren; nadide eserler vücuda getiren milletler ebede doğru çınarlaşırlar, yıkılmazlar. Kökleri yerin arzına; dalları arşa uzanır. Yıkılsalar bile tıpkı Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin daha güçlü olarak doğduğu ve asılarca dünyaya hâkim olduğu gibi küllerinden yeniden doğarlar.

Büyük düşünürlere baktığımız, incelediğimiz zaman, asıl kalıcı olanların, tarihe eğilmiş, tarih bilgisinin önem ve değerini kavramış ondan sonra felsefi doktrin ve sistemlerini kurmuş olduklarını görüyoruz. Düşünce dünyasında devrim yapan düşünürler, tarih farkındalığını keşfeden filozof ve düşünürler olmuştur.

Eserlerimi kaleme almadan önce hangi dönemi yazacaksam önce uzunca bir araştırma yapar; araştırmalarımı kitaplaştırmaya, sonra o konuda romanımı yazmaya gayret ederim. Diyâr-ı Aşk / İlahî Ulak Şems-i Tebrizî adlı romanımı yazmadan önce Şems-i Tebrizî hakkında bir araştırma eserin olmadığını gördüm; araştırma-inceleme kitabım yayımlandı ondan sonra Diyâr-ı Aşk / İlahî Ulak Şems-i Tebrizî adlı romanımı yazdım. Yazarlık sürecimde, Hz.Mevlâna’nın aşk sırrına nasıl erdiği oldukça ilgimi çekiyor, yazmaya cesaret edemiyordum. Araştırma olarak, “Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme” adıyla yayınlandı, ondan sonra romanlarımda o aşkı yazmaya bir nebze de olsa cesaret edebildim. “Aşkın Kâtibi / Çelebi Hüsâmeddin” adlı romanımı yazmadan önce İran/Urumiye’de Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve Urumiye Üniversitesi’nin birlikte düzenlediği I.Uluslararası Çelebi Hüsâmeddîn Sempozyumu’nda “Mesnevî’de Çelebi Hüsameddin” başlıklı tebliğimi hazırlamak için epeyce araştırma yaptım. Mesnevi-i Manevi’nin yazılma süreciyle ilgili bir roman olmadığını da görerek,  1258-1284 yılları arasını resmeden romanımı yazdım. “Gönül Bahçesinde Mevlâna” adlı romanımı, Hz.Mevlâna’nın hayatını, eserlerini roman akıcılığında roman kahramanım, Tadadoşi Takahashi’ye rehber tarafından anlattırarak öğrenmek isteyenlere bir hizmet olsun amacıyla yazdım. “Sözcüklerin Nefesinde/ Ateizmden Allah’a” adlı romanımda, 1959-1980 yılları arasında Konya’daki sosyal,  siyasal ve kültürel yapı ve özellikle 12 Eylül öncesi Türkiye’yi anlatan romanda Marksist akımın rüzgârına kapılarak ideal proletarya iktidarı hayallerine endekslenen binlerce gençten birisini ve bu gencin Hz.Mevlâna Türbesi’nde yaşadığı ilginç bir olayla hayatının nasıl değiştiğini anlattım. O yılları birebir yaşadığım için çok fazla araştırma ihtiyacım olmadı.

6-Sırf roman yazmak için mi eserlerinizi kaleme alıyorsunuz? Yahut da tarih anlatmak maksadıyla mı tarihi roman alanını seçtiniz?

Tarihi çok seviyor olsam da tarihi anlatmak tarihçilerin görevi. Ayrıca edebiyatın sadece roman türünde değil her dalında yazdım. Yayınlanmış hikâye, araştırma-inceleme kitaplarım var; makale, gezi, deneme, röportaj, iki bine yakın köşeyazım yayınlandı. Elbette tarihi farkındalıkları dile getireyim, bu farkındalıklar kitabımda vücut bulsun istedim. Ancak sadece tarihin ya da yalnızca fikir ve kültürün tek bir damar olarak yapıtta atması veya sırf roman yazmak değil amacım. Sanata zarar vermeden; tarihe ve tarihi gerçeklere de zeval vermeden bu akışı sürdürmek istiyorum. Romanlarımda 13. yüzyılı yazmaktaki asıl amacım Hz.Mevlâna ve Hz.Şems-i Tebrizî gibi tarihi şahsiyetlere küçücük de olsa bir hizmette bulunmak; yanlış ve yersiz polemiklere cevap vererek, gerçekleri roman akıcılığında vurgulamaya/kurgulamaya çalışmaktır.

7-Hangi ortamlarda daha rahat yazarsınız?

Başladığım roman bir mıknatıs gibi beni çeker. Bütün diğer işlerimin yoğunluğuna rağmen zihnim sürekli o romanla meşgul olur, adeta onun peşinden sürüklenirim. Sanki başladığım roman benim kontrolümden çıkar; ben romanın kontrolüne girerim. Yazmak için yeteri kadar uygun ortam ve zaman bulma şansım olmamasına rağmen motivasyonumu pek kaybetmem, zihnimin bir yanı sürekli o romanla hemderttir/hemhaldir zaten. Dolayısıyla yazmak için boş bulduğum her zamanı/zemini/ortamı değerlendiririm; otobüste, tramvayda, uçakta… Televizyon çekimi, sonra da montajını yapıyorum, o kısacık kısacık aralarda; işyerimde işimi bitirdiğim zaman; evimde ocağa yemek koyduğum ve pişmesini beklediğim sürede… En çok da bütün günün koşuşturmacası sona erip gecenin bir yarısına ulaştıktan sonra yazarım. Başka çalışma zorunluluklarım olmasaydı ve sadece işim yazmak olsaydı çok harika ve keyifli olurdu benim için. O zaman dikkatimi dağıtacak hiçbir şeyin olmadığı sessiz, kimsesiz, bir başıma, istediğim her kaynağa elimi attığım zaman ulaşabileceğim, kocaman bir kütüphanede; huzur içinde, bıkmadan, usanmadan, günlerce, aylarca kapanarak yazmak isterdim. Maalesef bu ulaşamayacağım bir anka…

8-Romanda gerçeğe mi yoksa kurguya mı daha çok önem verirsiniz?

Her ikisi de önem olarak at başı gider.

9-“Bir roman yazayım ama tarihi olmasın” diye düşündüğünüz oldu mu?

Elbette oldu, oluyor… Ama boşluklar vardı, kendimce o boşlukları doldurarak hizmet etmek, gençlere âcizane bir çığır açmak istedim. “Kırmızı Kazak” adlı uzun bir hikâyem var. “Ödlek Musa” adlı hikâye kitabımda yer alıyor. O hikâyemi okuyanlar, defalarca okuduklarını ve her seferinde ağladıklarını, o tür hikâyelere ve romanlara ağırlık vermem gerektiğini söylüyorlar. Ömrüm elverirse temasını, taslağını hazırladığım, tarihi malzemeleri toplamaya/araştırmaya/okumaya devam ettiğim iki tane daha tarihi roman yazma plânım var. Sonra tarihi olmayan, (tema/taslak ve planını yaptığım) bir roman yazmayı düşünüyorum.

10-Mevlana’yı, Şems’i yazmak hassasiyet gerektiriyor. Bu roman dokusunu etkileyen bir durum değil mi?

Elbette hassasiyet, özel bir özen, dikkat, ihtimam gerektiriyor. Burada asıl olan gerçektir ve gerçeğe bir gölgenin bir karartmanın ve bir saptırmacanın düşmemesi gerekir. Hz.Mevlâna, “Ben Kur’an’ın kulu kölesi; Hz.Muhammed’in ayağının tozuyum. Kim bundan farklı bir söz söylerse o sözden de söyleyenden de bizârım” demiştir. Hem ahlâk etiği olarak; hem vebal olarak hem de daha da önemlisi Kur’an-ı Kerim’in ve Hz.Muhammed’in sünnet-i seniyyesinin dışına çıkmadan yazmaya dikkat etmek sorumluluğunda olarak; bu âlemi ve ebedî âlemi düşünerek yazmak gerekiyor. Vebal endişesi de ciddi bir sınırlama getiriyor. Ama sıkmayan, hoş bir muhayyile sınırı… Roman ve roman dokusuyla gelen bir durum söz konusu… Sanat, tüm incelikleri, nüansları ve rüzgârıyla eserin kendisi olacaktır. Bu iç içelikte adeta, elektron mikroskobuyla bir hücreyi inceler gibi mesafeler ve dozlar akışı tayin ve tespit edecektir. Yazar adeta bir gayya kuyusuna düşmüştür. Bu nedenle yazarlık öncesi, sonrası, her bağlamda sorumluluktur. Tarihi roman ve tarihi şahsiyetleri yazan romancı kendi manevra alanını gönüllü olarak daraltır; romanın kendisine tanıdığı uçsuz bucaksız muhayyile salâhiyetini kısıtlar. Ama o dar alanın; o katrede ummanı yaşamanın verdiği manevi hazzın hazzı diğer romanların uçsuz bucaksız alanlarında asla yoktur… Daracık bir çilehânede kâinatın dışını yaşayan bir dervişin vecd muhteşemliğini yaşamak gibi…

11-Bütün eserleriniz Mevlana, Şems ve Konya ile ilgili. Yazacağınız eserler de bu çerçevede mi kalacak?

Hayır. Bu çerçevede kalmayacak. Yazmak istediğim o kadar çok tema var ki… İnşallah Rabbi Teâlâ sağlıklı, hayırlı, yeteri kadar ömür nasip eder; izn-i keremi olur; ben de yazarım.

12-Konya ve Mevlana konulu romanlardan en beğendiğiniz hangisidir? (sizin dışınızda).

Emek verilmiş bir romanı beğenmemek haddim değil. Ancak gerçeklerden sapmışsa o romanı okuma şevkim kırılır. Bazı yanlışlıklar ve haddi aşmalar o kadar çok ki; hadîs-i şerifleri, âyet-i kerime olarak göstermek, hakikat ile mecazı karıştırmak; Mesnevî-i Mânevî’yi ümmi olan Selahaddin Zerkubi’ye yazdırıp sonra Çelebi Hüsâmeddin’e devam ettirmek; Konya’ya geldiği zaman gerçekte iki çocuk babası olan Hz. Mevlâna’yı küçük bir çocuk olarak Konya’ya getirmek; istediği sözü Hz.Pîr’e ve Hz.Şems’e söyletmek; Hz.Şems-i, her kızdığını öldüren bir adalet celladı yapmak; Kimya Hatun’u duvarlara çarpa çarpa öldürdüğünü kurgulamak; Kimya Hatun’u Beyşehir’de masada yemek yiyen bir ailenin kızı olarak kurgulamak; “kağıt mendil gibi kirletip atmak” cümlesini kullanarak 13.yy.a kağıt mendil götürmek… şimdi aklıma geliverenler bunlar. Bilgi eksikliğinden ya da ciddiyetsizlikten kaynaklanan değişik değişik yanlışlıklar o romanı beğenmeyi engelliyor. Şimdi “En çok hangi romanı beğendim?” diye kendi kendime sorunca uzun zaman önce okuduğum Cihan Okuyucu’nun, “İçimizdeki Mevlâna” adlı romanını hatırladım.

Bu röportajı yaparak kendimi anlatma imkânı verdikleri için Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı D.Mehmet Doğan Beyefendi’ye, Genel Başkan Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç Beyefendi’ye ve diğer Yönetim Kurulu üyelerine çok çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.  

 

 

 

Melâhat ÜRKMEZ

 

Konya’nın Hadim kazasında 1959 yılında doğdu. Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden ve Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1976-79 yılları arasında Türkiye Halk Bankası’nda memur olarak görev yaptı. Evlilik nedeniyle memuriyetten ayrıldı. Daha sonra Türkçe Öğretmeni olarak devlet okullarında görev yaptı. 2004-2015 yılları arasında yerel gazete ve internet sitelerinde köşe yazarlığı ve Kültür Sanat yönetmenliği yaptı. Halen SELSİAD Yönetim Kurulu başkan yardımcılığı ve basın danışmanlığı görevini yürütüyor.

 

    2003 yılında Kültür Bakanlığı ve Türk Edebiyatı Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’nda “Buzkaşi” isimli ilk hikâyesi ödül alarak, “Kurban” ismiyle kitaplaştırılan on hikâye arasında yer adı.

 

İlk romanı olan, “Sözcüklerin Nefesinde Ateizmden Allah’a” İstanbul’da Beyan Yayınevi’nin açtığı roman yarışmasında, “Okunabilir En İyi Roman” seçildi.

 

İkinci romanı olan, “Gönül Bahçesinde Mevlâna”, 2004 yılında T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından basılıp yayımlandı. Takip eden yıllarda beş yıl İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü tarafından tekrar tekrar basılıp yayımlandı. Aynı romanı, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkezi’nin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, bastığı kitaplardan dolayı “Özel Ödül” verdiği altı kitap arasında yer aldı. Aynı romanı 2007 yılında Nesil Yayınevi tarafından da yayımlandı. Yine aynı romanı Japoncaya çevrildi ve Japonca çevirisi Hollanda UETD tarafından 2008 yılında basılıp yayımlandı. Japonca’ya çevrilen ilk Mevlâna konulu bir roman olduğu için Japonya Büyükelçisi tarafından teşekkür     mektubu aldı. Araştırma-İnceleme dalında, “Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme” adlı kitabı, 2005 yılında NKM tarafından, 2. ve 3. baskısı, Ağustos 2009 ve 2010 yıllarında Palet Yayınları tarafından yayımlandı.

 

Kısa zamanda 17. baskıya ulaşan ve alanında bir ilk olarak gösterilen, “Şems-i Tebrizî” isimli araştırma-inceleme kitabı, 2007 yılında T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından, 2. ve 3.baskısı, NKM tarafından, 4. Baskısı tekrar Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yayımlandı. Diğer baskıları Tuna Yayınevi tarafından yayımlandı.

 

 “Diyâr-ı Aşk / İlâhî Ulak Şems-i Tebrizî” adlı romanı 2010 yılında NKM; 2.baskısı Gençlik Yayınları tarafından yayımlandı.

 

“Ödlek Musa” adlı hikâye kitabı, Gençlik Yayınevi tarafından 2013 yılında yayımlandı.

 

Yine alanında bir ilk olan “Aşkın Kâtibi / Çelebi Hüsâmeddin” adlı romanı 2015 yılında Gençlik Yayınları tarafından yayımlandı.

 

Çeşitli gazete ve pek çok dergide şiir, deneme, gezi, makale, röportaj ve hikâyeleri yayınlandı. Bunlardan bazıları: Uluslararası hakemli bir dergi olan, “Türk-İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi”nin 2008 yılı, 6. sayısında, “Büyük Türk Mutasavvıfı Yûnus Emre”başlıklı makalesi yer aldı. TYS Aalen-Antakya Kültür Derneğinin düzenlediği, 3. Uluslararası Kültür Sanat ve Edebiyat Günleri’nde sunulan bildirilerin kitaplaştırıldığı Antiocheia Orontesisimli kitapta “Cemil Meriç’in Fikri Gelişim Süreci” başlıklı bildirisi, Tarık Buğra Hikâye Yarışması’nda ilk 40’a giren hikâyelerin kitaplaştırıldığı kitapta “Ahıskalı Korkut Ana” isimli hikâyesi yer aldı. KTO Konya Kitabı Aralık 2013 özel sayısında, “Konya’da Âhîlik Teşkilatı ve Zâviye Evleri” adlı makalesi yayımlandı. Konya Ansiklopedisi ve Karatay kitabında maddeleri yer aldı.

 

Yaptığı televizyon programları, yayımlanan kitapları, sunduğu bildiriler, katıldığı paneller dolayısıyla Konya kültürüne katkılarından dolayı çeşitli resmi kurum, kuruluş ve Sivil Toplum Örgütlerinden ödüller ve plâketler aldı. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve SELSİAD Yönetim Kurulu üyesi, YEBAV Mütevelli Heyeti üyesidir.

Bu haber toplam 2043 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim