• İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C

Yaşamak

S. Cenap BAYDAR

Meşhur Japon yönetmen Akira Kurosava, 1952 yapımı Ikuru (Yaşamak)  isimli muhteşem filminde, İkinci Dünya Savaşından, yaklaşık üç milyon insanını kaybederek mutlak bir mağlubiyetle çıkan Japonya’nın başkenti Tokyo'da yaşayan ve belediyede çalışan orta yaşlı bir devlet memuru olan Kanji Watanabe (Takashi Shimura)'nin hikâyesini anlatır. Otuz yıl boyunca “gerçek” hiçbir iş yapmadan daireye gidip gelmiş uyuşuk bir memur olan Watanabe, nihayet “Halkla İlişkiler Dairesi Kısım Amiri” olmuştur. Filmin hemen başında memur felsefesinin özeti olan şu cümle geçer:

“Bu dünyada makâmınızı korumanın en iyi yolu hiç bir şey yapmamaktır.”

Filmin başında Watanabe’nin yoğun ama anlamsız meşguliyetini ve ne kendisine ne başkalarına en ufak bir fayda sağlamadan geçirdiği yeknesak hayatı izleriz.

Bir gün mide ağrısı şikâyetiyle doktora giden Watanabe, mide kanseri olduğunu ve en fazla altı ay ömrü kaldığını öğrenir.

Bir anda uyuşuk memurun tüm hayatı altüst olur. Hayatı boyunca bozuk para gibi harcadığı “zaman” bir anda kıymetlenmiştir. Yıllardır biriktirdiği küçük bir serveti vardır. Ömrünün kalan kısmında, bu “biran önce harcanmazsa boşa gidecek” serveti harcamayı düşünür. Kendini daha önceleri tasarruf adına kaçındığı eğlencelere vermek ister ama bunun bile nasıl yapılacağını bilmemektedir. Tesadüfen tanıştığı başarısız bir yazar onu Tokyo’nun gece hayatına sokar. Fakat barlar, pavyonlar, içkiler, kadınlar Watanabe’nin aradığı tatmini sunamazlar.

Sona yaklaştığını öğrendiği anda her saniyesi bir anda altına dönüşen ömrünün geri kalanını bu tür yerlerde “harcamak” Watanabe’yi tatmin etmek bir yana iyice derin bir depresyona sevk eder.

Artık bitmesine çok az kaldığını bildiği saatlerini en çılgın eğlencelerle bile olsa “boşa” harcamak müthiş derecede rahatsız edici bir fikirdir. 

Watanabe bu sefer kendi memurları arasında, daha önceleri biraz hayret biraz da kınamayla takip ettiği hayat dolu genç bir kızın peşine takılır. Hayatının geri kalanını o genç kız gibi neşe içinde geçirebilmek için onun neler yaptığını, nasıl böyle enerjik ve mutlu olabildiğini anlamak ister. Ama bir süre sonra anlar ki kızcağızın felsefi bir derinliği yoktur. Mutluluğu ve enerjisi sadece gençliğinden gelmektedir.

Kahramanımız nihayet derin bir depresyon, çaresizlik ve yeis içinde kavrulduğu bir anda hayatına anlam katacak şeyi keşfeder. Kalkar, kaç gündür gitmediği makamına gider ve bu sefer “gerçekten” çalışmaya başlar. Artık kendine ölmeden önce gerçekleştirmeye söz verdiği bir hedefi vardır: Bir grup annenin, çocukları hasta olmasın diye kurutularak çocuk parkına dönüştürülmesini istedikleri bir bataklığı belediye eliyle ıslah ettirmek. Filmin başında sorumluluğu başkasına atıp, iş yapmamak için kısım kısım, şube şube dolaştırdığı insanların dertlerini gerçekten gidermek.

Filmin ortalarına doğru kahramanımız ölür. Filmin ikinci yarısı neredeyse tamamen taziye evinde geçer.

Watanabe ne yapıp etmiş, ölmeden o parkı yaptırmıştır. Onu en son, soğuk bir kış gecesi kendi yaptırdığı parkta bir salıncakta neşeyle şarkı söyleyip sallanırken görürüz. O gece o parkta canını teslim etmiştir.

Belediye başkan yardımcısı, diğer memurlar taziye evinde uzun uzun konuşmalar yapar ve vaziyeti değerlendirirler. Watanabe’nin parkın yapılmasında gerçekten etkili olup olmadığını tartışırlar. Bir kısım memur, parkın bir seçim yatırımı olarak zaten yapılacağını, aslında Watanabe’nin çabasının bir tesadüf olduğunu iddia ederken diğerleri o olmasa bu parkın yapılamayacağı konusunda hemfikirdir.

Taziye evinde oğlu ve gelini de dâhil olmak üzere Watanabe için gerçekten üzülen, gerçekten gözyaşı dökenler sadece, o park için dilekçe veren anneler olur.

***

Elimden gelse bu filmi tüm memurlarımıza defalarca seyrettirirdim.

Watanabe’den tek farkımız ne kadar ömrümüzün kaldığını bilmememiz. Ama sınırlı sayıda günümüz olduğunu bal gibi biliyoruz.

Hayatımızı anlamlı kılacak bir şeye hepimizin ihtiyacı var.

Ve bu “şey” ne yeni bir ev, ne yeni bir araba, ne yurt içi yurtdışı geziler…

Bu “şey” ardımızdan hayırla yâd edilecek bir isim bırakmak…

İnsanlara faydası dokunacak birşeyler yapmak, yolunda gitmeyen birşeyleri yoluna koymak.

İki atom bombası yemiş ve mutlak bir şekilde mağlup olup işgal edilmiş Japonya, o günden bugüne gelebildiyse bizim için de bir ışık var demektir.

“Böyle gelmiş böyle gitmez” diye haykıracak insanlara ihtiyacımız var.

“Evet, yapabiliriz, yeniden doğru, dürüst, ahlaklı bir toplum kurabiliriz” diye düşünen kafalara…

Hayatın anlamını, insanlığa hizmette ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmede arayan nesillere…

Yeni ümitlere, heyecanlara…

Bu yazı toplam 714 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim