• İstanbul 22 °C
  • Ankara 18 °C

Çaldıran’ın 500. Yıldönümü...

D. Mehmet DOĞAN

500 sene önce, Osmanlı Devlet’inin başında Yavuz Sultan Selim vardı... İstanbul’un fethinden sonra, Sultan Mehmed Anadolu’nun siyasî birliğini geniş ölçüde sağlamıştı. Türkiye’nin doğusu ile İran’da hükmeden Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı Otlukbeli’nde mağlub etmiş, böylece İran-Anadolu zeminine oturan bu Türkmen devletinin, Anadolu ayağını budamıştı.

Fatih’ten sonra 2. Bayezid, Cem Sultan gailesi ile epeyce meşgul oldu. Bu arada, Akkoyunlu devleti, sünni temelli bir tarikatken, şiileşen Erdebil tekkesinin genç lideri İsmail tarafından yıkılmış, onun hakimiyet alanlarına Safevî devleti oturmaya başlamıştı. Şah İsmail, bir devlet başkanı olmadan önce, kutsal bir lider konumundaydı. İran’ın batısı ve Türkiye’nin doğusuna hükmeden İsmail, tamamen Türkmen kabilelerine dayanıyor, onların yaygın olarak bulunduğu Türkiye’nin diğer bölgelerine de el atarak taraftar kazanıyor, hatta bunların önemli bir kısmı göç ederek Azerbaycan’a gidiyordu.

Şah İsmail’in şiilik taassubu için en açık örnek, tahta oturduktan sonra kendisini doğurup büyüten, uzun süre Akkoyunlulardan saklayan annesine şii olmasını emretmesi, kabul etmeyince de öldürtmesidir! Şah İsmail, o zamana kadar sünniliğin hâkim olduğu İran’ı kılıç zoruyla şiileştirmiştir. (İsmail’in şiiliğinin bugünkü İran şiiliğinden farklı, hayli rafızî bir şiilik olduğunu da kaydetmeden geçmeyelim.)

Bu sırada Trabzon sancağında bulunan şehzade Selim, Şah İsmail’in Anadolu’daki faaliyetlerini daha yakından görmekte ve rahatsız olmaktadır. Osmanlı kamuoyu, “Sofu” veya “veli” olarak anılan Bayezid’in, Safevilere karşı hareketsiz kaldığı görüşündeydi. Yeniçerilerin desteğini sağlayan Selim, babasını tahttan feragata zorladı. O da sonunda, “oğlum Sultan Selim hanı yerime nasbeyledim, Allah mübarek eyleye” diyerek tahttan feragat etti. (Nisan 1512)

Yavuz tahta çıktıktan sonra kardeşi Ahmet’le mücadeleye mecbur oldu. 1514 Martında İran seferi için yola koyuldu. Bu coğrafyalar arası bir hâkimiyet mücadelesi olduğu kadar, dini anlayış farklarına dayanan bir siyaset mücadelesidir. Osmanlı başlangıçtan itibaren Sünni İslâm’ın temsilcisi olmuş, Anadolu’nun batısında uç veren bu gaza devleti, kısa sürede Balkanlar’da önemli bir güç haline gelmiş, Avrupa’nın ortalarına doğru ilerlemiştir. Avrupalıların Osmanlılara karşı Safevilerden yararlanmak istemeleri tabii idi.

Yavuz, Safevi yayılma siyasetinin Osmanlı’nın asıl merkezini çökerteceğini bildiği için engellenmesinin şart olduğu kanaatinde idi. Safeviler daha önce Osmanlılardan bir tepki görmediklerinden şımarmışlar, nitekim İsmail’in Diyarbekir Beylerbeyi Ustaclu Mehmed, Yavuz tahta çıktıktan kısa süre sonra Osmanlı sarayına kadın elbisesi göndermişti! Her ne kadar Yavuz tahta oturmuşsa da, kardeşleri ile taht mücadelesi sona ermemişti. İşte o fasıl kapandıktan sonra Selim Han İsmail’e inancının bâtıl olduğunu, pişmanlık gösterir de İslâm’a dönerse affedileceğini belirten bir mektup yazdı.

Osmanlı ordusu Sivas’ta sayıldı, 140 bin mevcudun 40 bini ihtiyaten orada bırakıldı. Şah İsmail’le karşılaşmanın Erzincan’da olacağı tahmin ediliyordu. Fakat İsmail ve ordusu ortalıkta yoktu. Ulaşılan yerlerde tarım ürünlerinin talan edildiği görülüyordu. Yavuz yeni mektuplar yazdı. Ona tasavvuf bağını kastederek aba, hırka vb. gönderdi. Karşısına çıkmaması yüzünden de kadın elbisesi göndermeyi de ihmal etmedi. Nihayet, Van’ın İran sınırındaki Çaldıran ovasında iki ordu karşı karşıya geldi. İsmail’in ordusu neredeyse tamamen Türkmenlerden oluşurken, Osmanlı ordusunda Balkanlar’dan gelen unsurlar da bulunuyordu. Osmanlı ordusu, süvari birlikleri yanında, tüfek kullanan piyadelere ve topçulara sahipti. Savaş, tüfek ve top atışlarıyla başladı. Eski Türkmen usulü süvari birliklerinden oluşan Şahın ordusu baştan bir şaşkınlığa uğradı. Ve Osmanlı gücü karşısında dayanamadı. Yavuz zaferden sonra Tebriz’e kadar gitti. Rivayete göre İran’ı geçip Türkistan’a kadar gitmek, böylece bir asır önceki Timur’un seferini iade etmek istiyordu. Fakat, Yeniçerilerin daha öteye gitmeye niyetleri yoktu.

Çaldıran zaferinin üzerinden 5 asır geçti. Yavuz bu seferle Anadolu’nun doğusunu kesin olarak kontrol altına aldı. Bu sefer aynı zamanda bölgedeki Kürtlerin mezheb birliği üzerinden Osmanlı ile eklemlenmesi ile sonuçlandı.

Türkiye-İran mücadelesi, elbette Çaldıran’la sona ermedi. Onun oğlu Süleyman ve daha sonra bilhassa 4. Murat İran’ı hedefleyen seferler yaptılar. 18. yüzyılın ortalarına kadar çatışmalı mücadele devam etti. 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Andlaşması ile savaş sona erdirildi. Bu arada, İran’da Safevi hanedanının yıkıldığını ve yerine Kaçar hanedanının geçtiğini unutmamak gerekir.

İran ve Türkiye birbirlerine pek benzemez sanılan çok benzer ülkelerdir. Bu kültürel benzerliğin İran’ın Türkistan ile Türkiye arasında bir coğrafya olmasından kaynaklandığını, doğudan Türkistan ve batıdan Türkiye’nin bu ülkenin kültürel arkaplanını etkilediğini söyleyebiliriz. (Bakınız: Türkistan Türkiye Gergefinde İran kitabımız).

Doğrusu, Türkiye’yi Türkiye yapan temel hadiselerden biri olan Çaldıran zaferini unutmuştum. Derin Tarih’in son sayısında Tufan Gündüz hocanın bir çırpıda okunan yazısı bir hafıza tazelemesine vesile oldu.

İnşaatı devam eden üçüncü boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim’in adının verilmesi gerçek bir 500. yıl kutlaması olarak kabul edilmelidir.

 

21.08.2014 Habervaktim

Bu yazı toplam 635 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim