• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

Cahit Zarifoğlu’ndan Yediğim Fırça

Fahri TUNA

İşletme mi, Sanayi mi, Endüstri mi?

1978’lerde adı bile net değildi bizim bölümüm. Biz ‘İşletme mühendisliği’ adıyla okurken, Yıldız Teknik Üniversitesi ‘Sanayi Mühendisliği’ adıyla, İTÜ ise ‘Endüstri Mühendisliği’ adıyla okutuyordu. Eskilerin tabiriyle ‘ha Hasan Kel, ha Kel Hasan’dı; adları ayrı da olsa içerikleri aynıydı aslında. 1981’de SDMMA resmen Sakarya Mühendislik Fakültesi’ne dönüşecek, bizim bölüm de resmen ‘Endüstri Mühendisliği’ adını alacaktı.

Habire gaz veriliyordu bizlere: ‘Beş on yıla kalmaz görürsünüz, Türkiye’nin en önemli, en kıymetli mühendisliği sizinki olacak.’; pek inanamıyorduk ama kulağımıza da hoş geliyordu doğrusu. Güya gelişmiş ülkelerde ‘yükselen bir bölüm’müş bizimkisi. İtiraf etmeliyim ki bu öngörü doğru çıktı; 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de ÖSYM’de ilk ona girenlerin en az üç-dördü hep ‘Endüstri Mühendisliği’ yazdılar. Zamanla makine, inşaat, ziraat gibi ‘klasik’ mühendisliklere ilgi geriledi, endüstri ve bilgisayar gibi bölümler büyük ilgi gördüler.

İTÜ’ye Bağlanıyoruz; İTÜ’nün Himayesindeydik Zaten

O yıllarda Anadolu’daki hemen her okulun büyük bir ağbisi, büyük bir hamisi vardı; Gaziantep DMMA ODTÜ’nün, Kocaeli DMMA Yıldız Teknik Üniversitesi’nin, Sakarya DMMA yani bizimkisi de İTÜ’nün koltuğu altında hayat sürüyordu. Akademiler fakülteye dönüşünce de -eşyanın tabiatı gereği- bizim okul İTÜ’ye bağlandı.

Zaten hocalarımızın önemli bir bölümü İTÜ’den geliyorlardı. Aklıma ilk gelenler, Prof. Dr. Nevzat Kor, Prof. Dr. Ruşen Gezici, önemli bir matematik teoremini çözümlediği söylenen Doç. Dr. Abdülkadir Özdeğer ve Doç. Dr. Cevdet Cerit vs.

Makine ve İnşaat mühendisliği bölümlerinde dört yılda 45-50 ders oktulurken, 1980 Türkiye’sinde tam da ne olduğu bilinmeyen bizim ‘Endüstri Mühendisliği’ bölümünde 65 ders okuyorduk. O zamanlar şu sözleri sık sık duyuyorduk: ‘Sınırları tam belli olmayan bir bölüm ya, İstanbul’da ne kadar dersi olmayan ahbap hoca varsa, bize gönderiyorlar!’

Hocalarımız; Proflar, Doçentler, Doktorlar, Asistanlar

35 sene sonra hocalarımızı şöyle bir hatırlamak gerekirse önce profesörlerden başlamalıyız tabii ki: Prof. Dr. Sabahattin Zaim (İktisat), Prof. Dr. Nevzat Kor (su bilgisi), Prof. Dr. Osman Öztürk, Prof. Dr. Kenan Gürtan (istatistik), Prof. Dr. Ruşen Gezici (malzeme bilgisi), Prof. Dr.  Fevzican Akyüz (elektronik hesap).

Doçentlere ve doktorlara (o zamanlar yardımcı doçent kavramı yoktu, Dr. yazardı unvan olarak) gelince: Doç. Dr. M.Esad Coşan (Türk-İslâm medeniyeti), Doç. Dr. Sacit Adalı (anayasa hukuku ve ergonomi), Doç. Dr. Kemal Varol (ücret sistemleri), Doç. Dr. Çetin Şanlı (muhasebe), Doç. Dr. İhsan Uluer (fizik), Doç. Dr. Kahraman Emmioğlu (teknik resim), Dr.  Gültekin Yıldız (personel yönetimi), Doç. Dr. İsmail Cürgül (makine elemanları), Doç. Dr.  Abdülkadir Özdeğer (analiz), Doç. Dr. İlhan Erdoğan (enformasyon teorisi), Doç. Dr. Cevdet Cerit (lineer cebir), Doç. Dr. Ali Nihat Eskioğlu (yüksek matematik), Doç. Dr. Cevat Akşit (ticaret hukuku), Doç. Dr. Gönül Özkaya (yöneylem araştırması), Doç. Vahdettin Sevinç (kimya), Doç. Dr. Muhittin Karabulut (pazarlama), Doç. Dr. Hamdi Arıkan (yüksek matematik), Dr. Münir Kutluata (iktisat), Dr. Burhan Sümer, Dr. Ertan Yülek (fabrika organizasyonu), Dr. Fevzi Yılmaz (malzeme bilgisi).

İlerinin doçenti profesörü, o günlerin asistanları: Abdullah Gül (iktisat), Sami Güçlü (iktisat), İ.Mete Doğruer (iktisat), Salih Şimşek (iktisat), Kerim Özdemir (iktisat), Adem Uğur (işletme), İbrahim Özgür (matematik), Abdullah Saraç (matematik), Yılmaz Özkan (istatistik), Ömer İnan (ekonometri), Bekir Yıldırım (elektronik hesap), Eyüp Sabri Türker (elektronik hesap), Sami Şener (sosyoloji), Yılmaz Güney (fizik), Mehmet Kaymak (fizik), Recep Akkaya (kimya), Ali Osman Aydın (kimya), Muharrem Özdemir (finansman/muhasebe), Harun Taşkın (yöneylem araştırması), Ufuk Doğuç (elektronik hesap), İsmail Hakkı Özinci (teknik resim), Selim Pazarçeviren (pazarlama), Osman Sarı (hukuk), İsmail Kıllıoğlu (hukuk).

Güler Yüzlü Eskioğlu, Öfkeli Osman Öztürk

Dört sene boyunca çok ilginç, çok sevdiğimiz, çok renkli hocalarımız oldu. Yüksek Matematik dersimize Eskişehir’den gelen ve ‘sakalı nedeniyle on beş senedir profesörlüğü verilmediği’ söylenen Dr. Ali Nihat Eskioğlu en sevimli hocalarımızdandı. Bize (liselerin sayısal bölümlerinden çıkışlı olmayan sınıfın neredeyse % 75’ine) analizi, integrali o sevdirdi, o öğretti, hem de Furye serilerinde. Öğretmeden, anlattığı dersi herkes anlamadan yeni bir konuya geçmeyen bir sistematiği uyguluyordu bu güler yüzlü, güleç yüzlü orta yaşlı siyah sakallı hocamız. Zoru kolaylaştıran, güzelleştiren adamdı o.

Osman Öztürk’ü hatırlarım, tarih profesörüydü galiba. Ülker’in damadı derlerdi. 45 yaşlarında, sarışın, kafasının üstü tümüyle kel, sert yüz çizgili ve ifadeli, öfkeli bir hocamızdı. Sık sık konu dışına çıkmayı başarırdı, zaten genel kültür dersimize geliyordu. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel için ‘Nato kafa Nato mermer’ diye kızıp söylendiğini hâlâ hatırlarım.

Ağzından Bal Damlayan Hoca: M. Esat Coşan

En sosyal mühendislik bizim bölüm ya, bolca sosyal/kültürel dersler koymuşlardı doğrusu, iyi de etmişlerdi.

Bunlardan birisi de ‘Türk-İslâm Medeniyeti’ dersimizdi. Dersimize İstanbul’dan gelip giden bir hoca giriyordu: Doç. Dr. M. Esad Coşan.

40 yaşlarında güler yüzlü, siyah sakallı, yavaş yavaş tane tane konuşan, ilgiyi daima üzerinde tutmayı başaran, güzel konuşan ve kendisini dinletmesini bilen; nur yüzlü, ağzından bal damlayan bir hocamızdı Esat Coşan Hoca. Sonraki yıllarda kamuoyunun yakından tanıdığı, İskenderpaşa Cemaatinin lideri, şeyhi olacaktı Esad hocamız.

Sami Güçlü; ‘Seni Ben Yetiştirdim!’

Titizliği nedeniyle pek sevilmese de bizim en sevdiğimiz hocamız -daha doğru ifade ile ağabeyimiz- Sami Güçlü’ydü. Tahtada ders anlatırken -gerçi Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in huzurunda ders anlatmak da büyük cesaret işiydi– terlediğini, sıkıldığını, tahtaya yazarken kullandığı beyaz tebeşir nedeniyle ellerinin sağ el baş ve işaret parmaklarının beyaza boyandığını, sıkıntıdan pantolonu çekelediğini ve koyu renk pantolonunun arka tarafının beyazladığını hatırlıyorum. Bir de oda arkadaşı Abdullah Gül ile birlikte bize kitaplar dağıtıp özetler çıkarttırdığını/ödevler yaptırdığını… Ayrıca her geçen yıl benimle daha yakın olduğunu, üzerimde büyük hakkı bulunduğunu da söylemeliyim.

Öğrenciliğimden on beş sene kadar sonra Birlik Vakfı’nda cuma akşamları sohbetlerde benim ‘Ben Harun Taşkın’ın öğrencisiyim’ sözlerim üzerine, bir gün dayanamayıp beni köşeye çeken Sami Güçlü hocamın, ‘Seni Harun Taşkın değil ben yetiştirdim, ne demek istiyorsun sen?’ diye çıkışmasını, benim de ‘Evet haklısınız hocam, üzerimde en çok sizin hakkınız var, biliyorum. Ancak unutkanlığım Harun Hocama çok benzediğini için, ona telmihen söylüyorum o sözleri’ demem üzerine tebessümle karşılamasını hoş bir anı olarak hatırlarım.  Gerek Tarım Bakanlığı (2002-2004), gerekse sonraki yıllarda Sami Güçlü Hocamla bir çok güzel organizasyonda birlikte görev üstlenecek, bir çok vefa programına -diğer dostlarla elbette- birlikte imza atacaktık. Titizliği kadar vefalı ve iyi çalıştıran bir tarafı da vardır Sami Hocamızın.

Şair Hocalar Yılmaz Güney’le Osman Sarı ile Dostluk

Yenidevir gazetesi var o zamanlar; İslâmcı entelektüellerin gazetesi, hatta Türk düşüncesinin Everest’i Cemil Meriç bile orada yazıyor ‘Fildişi Kuleden’ başlığıyla zannediyorum. Düzenli olarak Yenidevir okuyorum, arada da Ahmet Kabaklı’nın Rauf Tamer’in yazdığı Tercüman’ı.

Okuduğum edebiyat dergisi ise Mavera. Şair Yılmaz Güney Fizik, Şair Osman Sarı ile Hikâyeci İsmail Kıllıoğlu ise Kam hukuku derslerimizin asistanları.

Güya ben de şiir yazıyorum; güya büyük yetenek büyük istidat olduğuma inanmışım, bizim Ali (Uyanık) de şiir yazıyor, mahlası da Ali Kemâl. Teneffüslerde yazdıklarımı sık sık Yılmaz Güney Hocama götürüyorum, arada Osman Sarı Hocamla da konuşuyorum. Bu arada Osman Sarı’nın ‘Taş Gazeli’ni hepimiz ezbere biliyor, sık sık okuyoruz. Benim gibi deli dolu bir yeteneğe sabır ve yol göstermeye çalışıyorlar sağ olsunlar. Yazdıklarımı dergilere göndermemi öneriyorlar.

Cahit Zarifoğlu’ndan Yediğim fırça

Büyük Doğu kökenliyim ya, Üstad Necip Fazılvari şiirler karalama heveslilerdenim ben de. Mavera dergisine gönderiyorum birkaç şiirimi, tabii ki –yirmi yaşlarında kendisinin büyük şair olduğuna tam inanmış- her Türk genci gibi ‘övgüler bekleyerek!..’

Mavera’yı ‘Yedi Güzel Adam’ çıkartıyor o zamanlar; kim mi bu ‘yedi güzel adam’? Elbette ki en başta Cahit Zarifoğlu. Sonra Rasim ve Alaattin Özdenören kardeşler. Sonra Davudî sesiyle Erdem Beyazıt. Sonra elbette ki Akif İnan. Diğer iki isim ihtilaflı; Cemil Çiftçigüzeli ve Bahri zengin rivayetleri, Osman Sarı ve İsmail Kıllıoğlu söylentileri de yaygın.

Derginin –neredeyse her şeyi olan- Cahit Zarifoğlu, son iki sayfada ‘Okur mektupları’ başlığıyla bizlerin mektuplarına cevap veriyor, önerilerde bulunuyor.

Zannımca 1979 sonları. Benimle ilgili de bir eleştirisi var en arka sayfada, özeti şu: ‘Yazdıklarınız şiir değil şiirimsi şeyler. Siz şiir değil, düzyazı yazmalısınız!’  O günden sonra şiiri bırakıyorum; Cahit Zarifoğlu yüzünden Türkiye –elbette ki ve hiç şüphesiz- büyük bir şairden oluyor, vah ki vah düzyazının başına geleceklere!..

Merhum Eyüp Sabri Türker; ‘Gel Sana Bir Harun Taşkın Fıkrası Anlatayım!’

Akademi günlerimizde 50’nin üzeri 100’e yakın hocamız/ağbimiz oldu. Bunların içinde en ilginç, zeki, güler yüzlü ve nüktedan olanı (dört özelliği de bünyesinde birleştiren) hiç şüphesiz Eyüp Sabri Türker Hocaydı. 17 Ağustos 1999 depreminde yitirdiğimiz merhum bilim adamı Eyüp Sabri Türker’le ne zaman nerede karşılaşsak ‘Gel sana bir Harun Taşkın fıkrası anlatayım Fahri Tuna’ diyerek, son görüşmememizden bu yana gelişen ‘yaşanmış bir Harun Taşkın Vakası’nı anlatırdı.

Çok sevdiğim Harun Taşkın Hocamın hoşgörüsüne sığınarak ve merhum Eyüp Sabri Türker Hocama Fatihalar göndererek bir tane ‘yaşanmış vaka’yı buradan paylaşmak isterim: ‘Geçen hafta Harun Hoca Mercedes’ini bir yere park etmiş. İşini gördükten sonra bir de bakmış ki araba yerinde yok. Arabamı çaldılar diye polise müracaat etmiş, on dakika sonra Emniyet’ten aramışlar, ‘arabanızı bulduk, şurada’ diye, orası zaten Harun hocanın park ettiği yermiş. Harun hoca her zamanki gibi, yine park ettiği yeri unutmuş!’

‘Harun Taşkın’ı Anlıyor musunuz? Cedimoğlu’nun Yazısını Okuyabiliyor musunuz?’

2005 yılı olmalı, SAÜ 4.Endüstri Mühendisliği Günleri’ne bölümden mezun olmuş biz eski mezunlardan 4-5 arkadaşı da konuşmacı olarak davet ettiler. Okulumuzun Esentepe Kampüsü’ndeki programa –sınıf arkadaşlarımızdan- TEİAŞ’tan Tahir Necdet Çetin ve Tamer Önder, Tank Palet Fabrikası’ndan Gürsel Kaya, Aselsan’dan Mustafa Toka davet edilmiş, bir de Adapazarı Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kültür İşleri Daire Başkanı olarak ben. Programı bölüm başkanı, sınıf arkadaşımız Prof. Dr. Orhan Torkul yönetecek.

Program öncesi yemek var; ama ben her zamanki gibi geç kalınca, direkt olarak 400 kişilik konferans salonuna geçtim. Salonun yarısı bölümümüzün öğrencileri ile dolu. Program saatine de daha on beş dakika kadar olunca, hasbıhâl edip hoşça vakit geçirelim istedim, başladık gençlerle söyleşmeye. Sordum: ‘Prof. Dr. Harun Taşkın dersinize geliyor mu?’, ‘Evettt’, ‘Anlattıklarından bir şey anlıyor musunuz?’, ‘Hayırrrrrrrrr’, ’Yirmi beş sene önce biz de bir şey anlamıyorduk, demek bir şey değişmemiş’, gülüşmeler… ‘Doç. Dr. İsmail Hakkı Cedimoğlu dersinize geliyor mu?’, ‘Evetttt’, ‘Yazısını okuyabiliyor musunuz? ‘Hayırrrrrrr!’, ‘Demek yirmi beş senedir o da yazısını geliştirememiş!’, gülüşmeler…

Çok iyi bir entelektüel ve çok iyi bir insan olan Prof. Dr. Harun Taşkın Hocamızın, dersi ‘adeta doktora öğrencilerinin’ anlayabileceği düzeyde anlatmasına, çok sevdiğim sınıf arkadaşım İsmail Hakkı Cedimoğlu’nun da yazısının biraz kötüce olması dolayısıyla Teknik Resim dersi asistanımız  İsmail Hakkı Özinci’nin ona alfabeden oluşan plastik bir şablon hediye etmesine göndermeydi sorularım; cevabını da almıştım zahir.

 

19.04.2013

Bu yazı toplam 7785 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 2
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim