• İstanbul 21 °C
  • Ankara 24 °C

Güçlü bir portre yazarı: Necip Fazıl

Fahri TUNA

Şiir, hikâye ve romana kıyasla –uzunca söylemek gerekirse- biyografi, -kısacası- portre Türk edebiyatında az gelişmiş bir yazı türüdür.

Türk edebiyatında biyografi veya portre denilince ilk akla gelmesi gerek iki isim; portrecilikleri pek bilinmese de, ‘Üç İstanbul’un yazarı Mithat Cemal Kuntay ile ‘Üvercinka’ şairi Cemal Süreya’dır. Bu satırların yazarına göre de, edebiyatımıza mühür vurmuş birbirinden değerli iki portrecimizdir.

Kuntay, adeta bir biyografi şâheseri sayılabilecek ‘Mehmet Akif’[1] kitabında bin bir güzel tespitlerde bulunur; hele ‘Akif’in altı çeşit susuşu vardı’ der ki, şapka çıkartmak gerekir.

Yine Cemal Süreya, ’99 Yüz’[2] adlı enfes portre kitabında doksan dokuz portre denemesi yapar; örneğin Sezai Karakoç için ‘… mukaddesatçı kesimin içinde yalnız. Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarıda ve yukarıdadır. İnancı hem silahı, hem çocuğudur’ demektedir.

Elbette başkaları da var iyi yazan; ama iki Cemal’lerin yerleri ayrıdır, üsttedir, başkadır.

 

Üstadın Altı Eserinde Portre İzleri Sürmek

Türk şiirinin ‘Sultan’üş-Şuarası’, Türk düşüncesinin ‘üstadı’, Büyük Doğu hareketinin ‘öncüsü’, hem Türk edebiyatını (Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Mavera’cılar vs.) yakından ve uzaktan etkilemiş, hem de Türk siyasetini (dizinin dibinde büyümüş bir isim bugün Cumhurbaşkanı, bir diğeri başbakan, diğer bazı isimler de bakan) çok derinden etkilemiş Necip Fazıl Kısakürek’in,’ sayıları 100’ü aşan eserlerinden altı adedine biyografik açıdan bakmak, üstadın eserlerinde portresel metinleri öne çıkartmak istedik.

Prensip olarak, biyografik açıdan güçlü ögeler, unsurlar, tablolar ve tasvirler bulunan altı eserini esas almak düşüncesindeyiz: ‘Çile’[3], ‘Bâbıâli’[4], ‘Hz. Ali’[5], ‘Yunus Emre’[6], ‘Ulu Hakan’[7], ‘Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’[8],

Türkçemizi –belki tarih boyunca- en iyi, en derin ve en zengin kullanan şair/yazarların başında gelen Üstad Necip Fazıl’ın altı eserinde ‘portre izi sürmeye çalışacağız.

 

Çile’deki İzler: Kızıl Kıyamet ve Atlas Sedirinde

Mâvera Dede…

Necip Fazıl, enfes Türkçesiyle enfes portre cümleleri kurmaktadır mısralarında.

Üstadın en meşhur ‘Çile’ şiirinde ‘Ve uçtu tepemden birden bire dam; gök devrildi, künde üstünde künde…’ demektedir. ‘Pencereye koştum: Kızıl kıyamet’ tam bir portre tasviridir örneğin.

‘Can elması’, ‘takma gözde cam’, ‘aklım kepçe’, ‘haşmetli azap’, ‘fikir çilesinden büyük işkence’, ‘bir gizli düğüm’, ‘kıldan ince kılıcın’, ‘hayattan muhacir, eşyadan öksüz’, ‘toz kanatlı bir kelebek’, ‘boşuna gezmişim, yok tabiatta, içimdeki kadar iniş ve çıkış’, ‘açıl susam açıl açıldı kapı, atlas sedirinde mâvera dede’, ‘bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur’, ‘artık barınamam gölge varlıkta’, ‘dipsizlik gölü’, ‘heybem hayat dolu’ her ne kadar mısra, metafor, imge iseler de, diğer yandan çok güçlü birer portre cümleleridir.

‘Nur’ şiirinde ‘elmas mahcup, zift mağrur’, ‘Allah Derim’de ‘kursa da boşluğa asma köprü, fen’, ‘En Yakın’ şirinde ‘eşini kaybetmiş herkes eşinde’, ‘İşâret’ şiirinde ‘hürriyetler esaret’, ‘Tam Otuz Yıl’ şiirinde ‘gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum’ da mısraları da güçlü ve etkili, iz bırakıcı imgeler içermektedir..

 

Kaldırımlar, ‘İçinizde Yaşamış Bir İnsan’a Dönüştürür Sizi…

Aslında şiir türü açısından olduğu kadar portre türü açısından da nefis bir metin olan ‘Kaldırımlar’ şiirine gelince; tasvir açısından da, tanımlamalar, imgelem açısından da çok zengin çağrışımlarla doludur; sizi adeta masalsı, büyülü, egzotik bir hayal dünyasına götürür; ‘’evlerin bacalarını yıldırımlar kollarken, in cin uykudadır, bir siz, bir de kaldırımlar uyanıktır sadece’ ve ‘serseri kaldırımlarla yoldaş’ eder sizi, ölesiye. Üstelik ‘sokak başlarını kesmiştir devler ve gözüne mil çekilmiş âmâ gibidir evler’.

‘İçinizde yaşamış bir insan’a dönüşmüştür artık kaldırımlar; ‘aç köpekler ayak seslerinizi işite işite yürürsünüz kaldırımlarla sokakta. Bir süre sonra ‘içinizdeki lisan’a dönüşecek, hatta hatta ‘ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!’ diye haykıracaksınız. ‘Gündüzden vaz geçecek, üstünüze yorgan yerine ‘örtün üstüme örtün, serin karanlıkları’ diyeceksiniz. Artık ‘kaldırımların kara sevdalı eşi’ olmuşsunuzdur!

‘İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var’dır, ‘sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz’dür: Bir şeyi iyi biliyorsunuzdur: ‘Sonunda kabre çıkar, bu yolun kıvrımları, ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, ne senin anladığın kadar kaldırımları…’

Bâbıâli’den İzler: Baykuş Suratlı Halit Fahri, Ondüle Saçlı Faruk Nafiz

Üstad, avucunun içi gibi bildiği ve hem Türk edebiyatını n hem de Türk düşüncesinin nabzının attığı Bâbıâli için ‘Bizde de bütün yollar Bâbıâli’den geçer’ (Bâbıâli, s.13) der ve sorar: ‘ ‘Babıâli’den, bu cüceler panayırından kimler geçti?’ (Bâbıâli, s.15). Üstada göre ‘Bâbıâli bir ‘cüceler panayırı’dır; doğrusunu söylemek gerekirse bu tam bir portre cümlesidir; ne güzel tavsif, ne güzel tanımlama, ne özet bir cümledir.

Üstad Necip Fazıl’ın Bâbıâli kitabında anlattığı karakterlerin, fiziksel ve ruhi tasvirleri de hep birinci sınıftır; mesela ‘ ‘Burunsuz Tevfik’i (Bâbıâli, s.16) şöyle resmeder bizlere:‘… içeriye doğru basık burnu sanki Bâbıâli’nin tuğrası’ (Bâbıâli, s.17), ‘ …, burunsuz cüce.’ (Bâbıâli, s.17). Bir başkasının yüzü ‘Kırım mühürlü’…’dür (Bâbıâli, s.18), bir diğeri ‘… sinir kumkuması bir zat…’tır (Bâbıâli, s.19)

Meşhur bazı tiplerin fiziki özelliklerini resmedişi de çok dikkat çekicidir: ‘Baykuş şairi Baykuş suratlı Halit Fahri, his kumkuması tonton yanaklı kekeme Nurullah Atâ(ç)…’, ‘ondüle saçlı Faruk Nafiz.’ (Bâbıâli, s.19). ‘Yüzü bir kızılderiliye benziyor. Tuğla rengi ve acı’ (Ali Fuat Başgil). (Bâbıâli, s.28).

Kendi tâbiriyle ‘Genç Şai’ Necip Fazıl, devlet tarafından tahsil için gönderildiği Paris’ten İstanbul’a döndüğünde (muhtemelen 1925 sonları, 1926 başları) Şapka Kanunu çıkmış, uygulamaya geçmiştir, gördüklerine inanamaz ve şöyle tasvir eder: ‘Vapur Galata rıhtımına yanaşmakta ve Genç Şair, şanlı bir yolcu gibi, Feridun Cemâl’in yanındadır. Rıhtımda, bekledikleri yolculara el, kol, mendil sallayanlar… Garip şey!.. Herkes şapkalı… O sene Türkiye’de Şapka Kanununun çıkarıldığını biliyordu ama böyle bir manzara göreceğini ummuyordu. Şapkalar başlarda, bir İngiliz’in Hindû kavuğu giymesi gibi duruyor. İçten tepeye çıkma bir şey değil de, tepeden kafaya oturma… Develere de giydirseniz böyle olur. ‘ (Bâbıâli, s.40, 41)

 

Hz. Peygamber: ‘Senin Kardeşin Benim!’

‘Hz. Ali’ adıyla biyografik bir eser yazan Necip Fazıl’ın, söz konusu eserinden ‘numune-i imtisal’/ örnek olması bağlamında Medine’de ‘kardeş edinme’ vakasını Üstadın kaleminden okuyalım:

‘Hicretin beşinci ayında, Kâinatın Efendisi, Mekkeli muhacirlerle Medineli yardımcılar arasında birçoğunu birbirine kardeş ilân ettiler. Gerçek kardeşlik. Birbirinin mirasından pay almaya kadar… fakat ilâhî ferman nâzil olacak ve kan birliği dışında mirasta ortak kardeşlik yasak edilecektir. Mâna kardeşliğine gelince o zaten ezelî ve ebedî… Peygamber ölçüsü: ‘Bütün Müslümanlar kardeştir.’

Kardeş tutma işinde Ali açıkta kalmıştı. Ona hiç kimse kardeş gösterilmemişti.

Bir gün Allah Resulünün huzurlarında, Ali mahzun mahzun:

‘Benim, dedi; kardeşim yok mu?’

Allah’tan gelen sevginin insan şeklinde erişilmez hedefi ‘Gaye –İnsan ve Ufuk-Peygamber buyurdular:

‘Senin kardeşin benim!’

Ve Hazret-i Ali, Peygamber mescidi etrafındaki hücrelerin birinde, kendisine gösterilen yeni mekânında, Peygamber Evi’nin en şanslı temsilcilerinden biri olarak yuvalandı.’ (Hz. Ali. S.51)

 

‘Mezarlığı Olmayan Köyü Arıyorum!’

Bilenler bilir; Necip Fazıl’ın ‘Yunus Emre’, ‘Tohum’, ‘Bir Adam Yaratmak’, ‘Künye’, ‘Sabır Taşı’, ‘Para’, ‘Parmaksız Salih’, ‘Siyah Pelerinli Adam’, ‘Ahşap Konak’, ‘Reis Bey’, ‘Kanlı Sarık’, ‘Abdülhamid Han’, ‘Mukaddes Emanet’, ‘İbrahim Ethem’, ‘Sır’, ‘Kumandan’ adlı, son ikisi yarım kalmış, on altı tiyatro eseri mevcuttur.

Portre açısından ‘Yunus Emre’ adlı eserine bir göz atalım istedik. Zira eser biyografik temalı da olduğundan tercih edilmiş durumdadır.

Oyunun başlarında, derviş ‘ne arıyorsun?’ diye sormuştur: Üstad Yunus’a cevap verdirir: Mezarlığı olmayan köyü arıyorum!’

‘- Orada ne yapacaksın?’

‘- Ölümsüzlüğe ereceğim!’ (Yunus Emre, s.15-16)

 

Ulu Hakan’a İftira: Sadeliğinden Ötürü adını Pinti Hamid’de Çıkardılar

Bilindiği gibi Devlet-i Âliyye’nin çöküş döneminde (1876-1909) otuz üç sene büyük bir başarıyla görev yapan II. Abülhamid, Ermeni, Rum ve Batılıların yerli işbirlikçilerle birleşip ürettikleri bir çok saldırıya iftiraya ve haksız ithamlara maruz kalmış bir padişahtır.

Üstad Necip Fazıl, Batılılarla yerli işbirlikçilerinin ‘Kızıl sultan’ yaftasıyla karalamaya çalıştıkları II. Abdülhamit hakkında tam 687 sayfalık bir biyografik bir eser yazmış, adını da ‘Ulu Hakan’ olarak belirlemiştir.

Söz konusu kitapta Üstad, Sultan II. Abdülhamid’in doğup büyüdüğü mekânı, çevreyi, çocukluğunu ve onu itham ettikleri, iftiralarına zemin oluşturan bazı olumlu özelliklerini şöyle anlatır: ‘Topkapı Sarayı’nın içine kapanık, boğuk, tok, azamet ve şahsiyet yuvası asîl mimarîsi dururken ona garbın işporta malı, adî ve şıllık, bizzat garplının p.. diye andığı Barok ve Rokoko bir kümescik eklemiş bulunan, ilk deri üstü Batı kopyacılarından Abdülmecit, görülüyor ki…’ (Ulu Hakan, s.19).

Çocukluğu için ise: ‘Sıska denilecek kadar zayıf; ve içi humma dolu, yeşil hâreli bir çift göze sahip… Az konuşuyor, yalnızlığı seviyor, kendi kendisine yeter gibi duruyor.’ (Ulu Hakan, s. 19) ‘… çocuk Abdülhamit, seri malı saray oyuncaklarının yedi kat gök tepesinden bakan, derinliğine bir iç oluş çekirdeğidir.’ (Ulu Hakan, s.21)

Sultan II. Abdülhamid’in mizacını ve güzel ahlakını ise şu mısra ile aktarır bizlere üstad Necip Fazıl: ‘Sâdelik, basitlik, şatafatsızlık… En genç çağından başlayarak son ânına kadar asla ayrılmadığı şiâr. (…) Düşünün ki, onun bu sâdeliği, yani eşsiz fazileti, düşmanlarına hemen şu teşhisi koydurtuyor. Hasis Padişah, Pinti Hamîd.’ (Ulu Hakan, s.31)

Sokrates: Kendini Tanımaya Bak!

‘Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’ adlı eserinde bir çok mazlumu anlatır Necip Fazıl; kâh hikâye okursunuz, kâh bir biyografi; kâh usta bir meddahtan dinler gibi kâh bir tiyatro seyreder gibi olayın içine sokar sizleri. Önce oyunun aktörünü tanıtır, sonra bir resim tablosunu, yahut bir tiyatro dekorunu anlatır Necip Fazıl, olaya hazırlar sizi, sonra da vurucu darbeyi indirir, diyalogla final yapar:

(Sokrates) ‘… boğa bakışlı, gözlerini diktiği yeri kezzap gibi oyan, çıkık geniş alınlı, süt beyaz sakallı bu yetmişlik ihtiyar, birçoklarınca Atina’nın başına belâdır.’ (Büyük Mazlumlar, s.8) ‘Şair, heykeltıraş, mimar, asker, politikacı, hatip, kâhin, çiftçi, atlet, hayvan yetiştiricisi; ve nihayet ağaç altlarında buluştuğu ve konuştuğu, kafa dertlisi talebelerine karşı hep aynı yakıcı eda ve boğucu istifham:

-Ben kimim, insan nedir, hayat neye yarar?

Ve tek emir, büyük ‘usûl’ kapısını açan biricik işaret:

-Kendi kendini tanımaya bak!’ (Büyük Mazlumlar, s.9)

 

Enfes Bir Betimleme: ‘Her Akşam Camlarında Yangın Çıkan Üsküdar’

Üstadın altı eserine –portre bağlamında- şöyle bir göz attığımızda aklımızda kalması gereken unsurlar şöyledir:

  1. Necip Fazıl, çok güçlü bir şair olması hasebiyle, şahıs ve mekân portrelerinde enfes tasvirler yapmıştır. Sanki bir resim tablosu, sanki bir tiyatro sahnesi canlandırmaktadır okurların zihinlerinde.
  2. Şairliğinin doğal etkisiyle çok güçlü imgeler sunmuştur bizlere.
  3. Tasvirlerinde kontrast (pozitif-negatif) unsurlar çok ama çok belirginlik, netlik içerir.
  4. Necip Fazıl eserlerinde portre unsurlarını ‘yeri geldikçe’ ve çok ‘doğal’ olarak kullandığından rahatsızlık vermediği gibi, okurun dimağına büyük zenginlik katmaktadır.
  5. Betimlemeleri müthiş bir çarpıcılık ve canlılık içermektedir; gün batımı tasvirinde ‘her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar’ mısraı bunun tipik bir örneğidir.

 

Sonuç: O Büyük Bir Şair ve Nasir Olduğu Kadar Güçlü Bir Portre Yazarıdır da

İncelememizin neticesini en iyi özetleyecek cümle şu olmalıdır:

Necip Fazıl, büyük bir şair ve büyük bir nasir olduğu kadar, eserlerinin içine serpiştirilmiş imge betimleme tasvir ve hükümleriyle o güçlü de bir biyografi/portre yazarıdır!

 

25.05.2013



*     Yazar

[1] Mithat Cemal Kuntay, ‘Mehmet Akif’, İş Bankası Yayınları, yayın no: 280, Ankara, 1986, 377 s.,

[2] Cemal Süreya, ’99 Yüz’, Kaynak Yayınları, Yayın no: 89, 2.baskı, İstanbul-1992, 472 s.,

[3] Necip Fazıl, ‘Çile’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 5, 69.baskı, İst.-2010, 511 s.,

[4] Necip Fazıl, ‘Bâbıâli’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 11, 15.baskı, İst.-2011, 344 s., 

[5] Necip Fazıl, ‘Hz. Ali’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 12, 21.baskı, İst.-2013, 344 s.,

[6] Necip Fazıl, ‘Yunus Emre’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 7, 14.baskı, İst.-2012, 91 s.,

[7] Necip Fazıl, ‘’Ulu Hakan’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 51, 20.baskı, İst.-2012, 687 s.,

[8] Necip Fazıl, ‘’Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’, Büyük Doğu Yayınları, Yayın no: 34, 10.baskı, İst.-2010, 426 s.,

Bu yazı toplam 1325 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim