• İstanbul 13 °C
  • Ankara 14 °C

‘-Sizin Müteahhidiniz Kim? Penum da!’

Fahri TUNA

Dersimiz İstatistikî Analiz!

Otuz aylık su müdürlüğümde acı tatlı o kadar çok olay yaşadık ki; hangisini anlatsam bilemiyorum. Müteahhitten başlıyayım dilerseniz.

Aziz Duran döneminin ilk yılı dolmuş, genel koordinatörümüz (geçenlerde o da rahmetli oldu) Mehmet Ali Bolu hocamız, -o günlerde- Basın Müdür Yardımcısı olan Rıdvan Duran ile bana ‘Ünal Ozan’ın son yılıyla Aziz Duran’ın ilk yılını istatistiklerle analiz etmemizi’ istedi. Benim makam odamın (7 katlı binanın 4.katında batıya bakan) kapısına ‘toplantı var’ yazısını yapıştırdık, içeriden kapıyı kilitledik, Rıdvan Beyle birlikte hummalı bir çalışmaya daldık. İki üç saat geçti geçmedi, birisi ısrarla kapıya vuruyor: Tak tak tak! Bekliyoruz ama gitmiyor, vuruyor da vuruyor. Rıdvan Beye ‘gideceği yok, bir iki cümle ile kapıdan savayım’ diyerek, yürüdüm, kapıyı araladım.

 

‘Büdün Müteahhidler Hirsuz’ mu?

 

Baktım yetmişli yaşlarında sakallı Karadenizli bir amca, ‘uşağum, penu niye apone etmeyisinuz?’ deyip duruyor. ‘Amca, iki kat aşağıda sağda abone servisimiz var, çözemezlerse bitişiğinde müdür yardımcım Mesut Seslioğlu var, o çözer’ dediysem de, amcam oraları geçmiş. Derdi şu: İnşaatı daha yeni biten on altı daireli bir apartmandan daire satın almış, su abonesi yaptırtmaya gelmiş, satın aldığı apartmanın müteahhidi inşaat aşamasında su borcunu ödemediğinden, arkadaşlar da ‘müteahhidiniz gelsin, su parasını ödesin, sonra da sizin aboneyi yapalım’ demişler. Belediyemizin işçilerine altı maaş borcu olduğu çok zor günler. Biz de su tahsilatını arttırmak için ‘inşaat aşamasındaki su borcunu ödemeyenlere su abonesi açmama’ zorluğu getirmişiz. Karadenizli amcam haklı olarak bana soruyor: ‘İyi de uşağum, müteahhid hirsuzsa penum günahum nedur?’

 

‘Sizin Müteahhidiniz Kim?’, ‘Penum!’

 

Amca doğru söylüyor olabilirdi de, bizim yapacak neyimiz vardı. Durumu izaha çalıştım; ‘bak amcacığım, müteahhitler inşaata başlarken aboneyi açtırıyorlar, üç-dört sene inşaat süresince bir daha belediyeye uğramıyor, su parası ödemiyorlar. Sonra bitince de daireleri size satıyorlar. Bak biz maaş ödeyemiyoruz. Siz daire alanlar onları tanıyorsunuz, söyleyin müteahhidinize, gelsin belediyeye, ödesin inşaat suyunu; siz de rahat edin biz de!’ Karadenizli amca bozuk plak gibi benzer cümleleri tekrarlamaya devam ediyor: ‘Uşağum, ha bu müteahidlerun hepisu hirsuz, namussuz. Da penum günahum nedir?’ sorun bir türlü çözülmeyince, ilerleme de sağlayamayınca aklıma bir çözüm geldi, ‘belki müteahhitlerini tanıyabilirim’ diye geçirdim aklımdan, öyle ya dönemin meşhur müteahhitleri Recep Aşoğlu, Mehmet Tever, İbrahim Taşkent, Cevat Uncuoğlu, Atilla Sağır filan değil mi. Onlardan biriyse eğer, telefon eder ‘ağbi mağdur, su borcunuzu ödeyiverin’ derim diye düşünerek, ‘amca, sizin müteahhidiniz kim?’ diye sordum.  Amca gayet sakin ve kendinden emin bir ses tonuyla: ‘Penum!’ demesin mi?

 

‘Faiz Haram Teğilmidur Uşağum? Niye Alayisunuz?’

 

Tuttu bizi bir kahkaha. Meğer uyanık Karadenizli, dört kat, her katta dörder daireden on altı daireli bir apartman inşa etmiş, on beşini satmış, birini de kendisine ayırmış. Aşağıya abone servisine gitmiş, daha inşaattan su borcunuz var’ denilince de ‘daire satın alan’ rolüyle işini görecek! Seni uyanık hemşerum senu! Rıdvan Duran’a döndüm ‘toplantıya on dakika çay arası’ dedim. Amcayı oturttum çay söyledim. Dedim ‘amca senin asıl derdin ne, onu söyle?’amcanın asıl derdini de hemencecik öğrendim; sordu bana: ‘Uşağum, faiz haram teğilmidur?’ Anlamıştım, ‘akilli uşak’ beni Kur’an’la imtihan ediyordu; rahatlattım onu: ‘-Evetttt haramdır!’. Meğer ödemediği inşaat suyunun aslı kadar da gecikme faizinden mustaripmiş. Aklı almıyormuş bir türlü. Devam ettim. ‘Amcacığım dedim, sen dürüst bir hane reisisin mesela, ben üç kâğıtçı. İkimizin evinde de ayda on ton su tüketiliyor. İkimiz de yılda yüz yirmi ton su tükettik, sen gününde ödedin 250 lira, yani 125 dolar. Ben hiç ödemedim yıl boyu, yılsonu gittim 250 lira ödedim 90 dolar. Ha bu 35 dolar kâra geçmem haram değil midir?’

Amca vicdanlı adam, ‘haramdur uşağum, kidup ödeyirum’ dedi, gitti ve gecikmeleriyle beraber on altı dairenin inşaat suyunu ödedi. Yaşıyorsa Allah selamet, öldüyse Allah rahmet eylesin. Bu arada Rıdvan Duran kardeşim, daha sonraları Özel Kalem Müdürü, Genel Sekreter Yardımcı ve Büyükşehir Genel Sekreterliği yaptı. Yüzlerce hizmeti, onlarca kritik hadiseyi birlikte üstlendik; benden küçük olmasına rağmen kendisinden çok şey öğrendim. Soğukkanlı, realist ve çözümcü bir yapısı vardır; onu ‘amcasının yeğeni’ olarak yerden yere vuranlar, son beş yıldır o koltukları ne kadar doldura(maya)nları gördükçe, beni daha iyi anlayacaklardır...

 

‘Ben İktidar Partisi Köy Temsilciyim, Su Arıza’da Çalışmam Ben’

 

Su İşleri müdürüyüm. Fen İşlerinden Su Arıza’ya üç kişi gönderdiler. İkisi aynı gün başladı. Sakallı olanı geldi, ‘müdürüm çocuğum hasta bana bir gün izin verebilir misiniz?’ dedi, ‘elbette’ dedim verdim. Üçüncü gün geldi, ‘müdürüm babam hasta izninizle doktora götürebilir miyim?’, ‘evet’ dediysem de içime bir kuşku kırıntısı düşmedi değil, iki gün daha geçti, ana binanın merdivenlerinde karşılaştık, ‘müdürüm babamın bakkalı vardı, birikmiş vergi borcu sebebiyle geceyi karakolda geçirdik, yarın da izin istiyorum, malum babamın hürriyeti söz konusu’, ‘tamam geçmiş olsun’ dedim ama içimdeki kuşku git gide büyüdü. Bir araştırma yaptım ki, başkanımızın partisinin köy temsilcisiymiş, uyanık ‘ne olur ne olmaz’ diye başkanımızın rakibinin partisinin de üyesiymiş. Olabilir, kişisel tercihi. Anladığım çalışmaya niyetinin olmadığı.

İki gün sonra yakaladığım gibi bunu, odama çıkarttım. Oturttum. ‘Sen ne yapmak istiyorsun, Allah aşkına?’ diye sordum. Açık açık itiraf etti: ‘Ben iktidar partisinin köy temsilcisiyim, ne işim var Su Arıza’da? Çalışmam ben, mazeretlerimin hep yalandı zaten’ deyince ‘sakalından utan, bir de yalan söyledim diyorsun’ dedim. ‘Ne yani, siz şimdi sünnet olan sakala dil mi uzatıyorsunuz?’ demesin mi? Sinir katsayım yükselmeye başladı.

 

Benim Olduğum Yerde Namaz Kılan Kılmayan Problemi Olamaz

 

‘Hem ben namazlarımı Orhan Camii’nde (şehrin tam merkezinde, Osmanlı’nın ikinci padişahı Orhan Gazi’nin yaptırttığı selatin cami, bulunduğumuz belediye binasına da elli metre) kılmak istiyorum!’Kafamın tası iyice attı; ‘Su Arıza’dakiler gavur mu, onlar kılmıyorlar mı? Orada da mescit var, yeryüzünün her tarafı mescit, yeter ki sen kılmak iste’ diye cevapladım. ‘Siz şimdi de  benim namazıma mı dil uzatıyorsunuz?’ demez mi. ‘Benim olduğum yerde kılanın da kılmayanın da namaz derdi olmaz olamazzzzz!’ diye bağırmama odamdan kaçtığını hatırlıyorum. yarım saat sonra başkanımızın partisinin merkez ilçe telefonundan fırça girişimi: ‘Sen kimsin de benim köy temsilcime fırça atıyorsun?Sen Müslüman değil misin ki namaza, sünnet olan sakala dil uzatıyorsun? Efendi efendi haddini bil!..’, ‘Siz beni tanıyor musunuz?’ dedim, ‘Hayır’ dedi ilçe başkanı, ‘Ben 1974’den beri, sizin de yetiştiğiniz MTTB’den geliyorum, benim olduğum yerde namaz, sakal problemi olabilir mi?’ dedim, sesi azıcık yumuşadı, ‘olmaması lazım’ dedi, ‘bana iki dakika ayırın lütfen, dinleyin’ dedim, olayın aslını özetledim. Başkanın da gardı düştü, ‘siz gereken neyse onu yapın o zaman!’ dedi. Particiliği kullanma fırsatçılığı da böylece suya düşmüştü o kurnaz vatandaşın. Görüyorum onu şehrin sokaklarında, ele kola bele lastik, çakmak vs. satıyor. Allah kolaylık versin, kazandığının bereketini arttırsın da, kurnazlıkla değil tabii emeğiyle geçinsin.

 

Sık Tekrarlanan Bir Belediyecilik Mazereti: ‘Beni Başkan Çağırıyor!’

Hepimiz şunu biliyoruz; bir yerde sekiz, on veya on, on beş kişi varsa mizacen meşreben birbirine yakın hissedenlerden oluşan hemen üç dört grup oluşuverir. Bu doğaldır, insanidir de. Dokuz yüz seksen beş yılında da Adapazarı Belediyesi’nde de hemen benzer bir durum oluşuvermişti. Özel Kalem Müdürü Hafız Rıdvan Yapar, Personel Müdürü Şaban Deniz, ben daha sık görüşür olmuştuk. Sosyal İşler Başkan Yardımcısı Sinan Çileli ile Teknik İşler Başkan Yardımcısı Cevat Sarıgüzel de zamanla samimi oldular. Ben Su İşleri Müdürü olarak zaten Cevat Sarıgüzel’e bağlı çalışıyorum. Belediyemizin en zorlu en sıkıntılı en borçlu dönemi. İçeride güzel bir dayanışma var. Bir yaz günü Rıdvan Hoca (öğretmen kökenliydi zira) karpuz almış soğutmuş kestirmiş Cevat Beyin odasına gitmiş, dahili telefondan hepimize ‘haydi karpuza gelin’ diye haber verildi. Şaban Bey ile ben de geldik. Bir tek Sinan Bey eksik. O da aynı katta. Ama misafirleri varmış, bekledik bekledik, beni kurnazca gördüklerinden midir nedir, ‘hadi Sinan Beye telefon et de gelsin artık, sen bir şey uydurursun’ dediler. Aradım, Sinan Bey, ‘tabii başkanım, hemen geliyorum’ gibi pek de anlam veremediğim bir şeyler dedi, kapattı. Bir iki dakika içinde de bize katıldı, nefis karpuzu yaz sıcağında muhabbet eşliğinde hep birlikte götürürken Sinan Bey, ‘şehrin değerli sekiz on işadamı ziyaretime gelmişlerdi, çıkamadım, Fahri telefon edince de, ‘Aziz Başkan çağırıyor, gitmem gerek efendim’ diyerek onları uğurladım geldim’ dedi.

 

Bizim ‘KapruzVak’ası’ Tarihe Geçti

 

Derken bizim kapı vuruldu, o günlerde Teknik İşler Başkan Yardımcısı Cevat Sarıgüzel’in  sekreterliğni yapan Abdurrahman Yıldız kapıda göründü, Cevat Beye hitaben ‘Başkanım, işadamları Cahit Serbest ve arkadaşları, müsaitseniz selam vermek istiyorlar’ deyince gözlerimiz kapıya doğru yöneldi, Sinan Bey ‘Eyvah, bunlar benim misafirlerimdi’ diyerek ok gibi fırladı, bir kolonun (direğin) arkasına saklandı. Ama içeri girerlerse görmemeleri imkânsız.  Biz hemen Cevat Beyle kapıya yöneldik, ben de tanıyordum zira hepsini. Niyetimiz onları makam odasına sokmadan kapıdan uğurlamak; Cevat Bey 1.90, eh ben de 1.80’e yakın. Fenerbahçeli Volkan baraj kurdururcasına kapıya barajı kurduk. Elimizi sıkıp bize sarılan içeriye girmeye çabalıyor, biz geriye itiyoruz ama dağılan FB barajı gibi fazla dayanamadık içeriye girdiler. Onlar koltuklara oturuyorken Sinan Bey yine ok gibi fırladı, hızla odadan dışarıya çıktı. Biz şaşkın, misafirler şaşkın, görmemeleri mümkün değil tabii, karpuzu çatallarken baktım karpuz mu daha kırmızı bizlerin suratı mı diye.

Bir sonraki görüşmemizde Sinan Bey, ‘yahu ne zaman ‘Başkan çağırıyor’ diye kaytarsam başıma bir şeyler geliyor, anlaşılan başka mazeret üretmem gerekiyor’ demesin mi gülüşmeler arasında. Biz aramızda bu olayın adını ‘Karpuz Vak’ası’ koyduk, arada karşılaştığımızda hatırlayıp hatırlayıp gülüyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim; şartların ve sürecin her türlü zorluğuna rağmen –sırasıyla- on beş yıllık idareciliğim de kendilerine bağlı olarak çalıştığım üstlerim Cevat Sarıgüzel’le de, Sinan Çileli’yle de, Rıdvan Duran’la da çalışmak büyük zevkti. Sinan Beyle altı yıl çalıştık ben Kültür Müdürüyken. Bu kabiliyet ve kıvraklıkta bir birikimin milletvekili olması gerektiğini düşünmüşümdür her zaman. Bazı şeyler kısmet elbette. Üçüyle birlikte birçok hizmete imza atmak kısmet oldu bana. Aradan yıllar geçse de hâlâ sevgi ve saygıyla kucaklaşıyoruz, selamlaşıyoruz üçüyle de. Yukarıdaki gibi bir çok güzel anıyı, hatırayı barındıran bir geçmiş bizimkisi.

 

29.11.2013 

Bu yazı toplam 1128 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim