• İstanbul 23 °C
  • Ankara 28 °C

‘Komünistim Diye Bana İnanmazlar, Sen Söyle!’

Fahri TUNA
fahritunahd

Altı Aylık Nöbet Otuz Aya Çıkıyor

Altı aylığına ’nöbet tutmak’ üzere (bir tür kısa dönem askerlik) kavilleştiğimiz Su İşleri Müdürlüğü, akşam sabah, kesintiydi, keson kuyuydu, klorlamaydı. Arıtma tesisi gerekiyordu, altı çocuğa yarı yarıya indirimdi derken bir de baktım otuz aya girmişiz; - itiraf edeyim ki- daha önce günde bir bardak su içen ben, artık üç günde bir bardağa gerilemişim.

Okumam yazmam azalmıştı; yüzde doksanı haksız isteklerle doluydu ortalık. Bir çıkış arıyordum; sevdiğim, mutlu olduğum dünyaya, kitapların dünyasına kaçmak istiyordum. Su İşleri ise, belediyelerin Fen İşleri’nden sonraki en yoğun birimiydi; suyu evlerde ve işyerlerinde yirmi dört saat akıtmalıydık zira; mazereti yoktu bunun. Çıkış, umar, çare arayışındaydı gönlüm.

Haddi Aşmanın Bir Örneği: TEKDER Operasyonumuz

Tekder (Teknik Elemanlar Derneği) Sakarya Şubesi olarak Hasan Ali Çelik (Şube Başkanı, SAÜ’de Motor bölümünde yardımcı doçent), İbrahim Ertiryaki (Başkan Yardımcısı, makine yüksek mühendisi, SAÜ’de öğretim görevlisi), Fahri Tuna (Şube Sekreteri, endüstri mühendisi) ve Çetin Öztürk (Şube muhasibi, mimar), üzerimize ne kadar farz/vacipse artık (bugün bakınca ne kadar da haddimizi aştığımızı görüyorum), Refah Partisi İl Başkanı Fahrettin Bey ve İlçe Başkanı Ercan Güneş’in de desteğini alarak belediyede küçük çaplı bir operasyona giriştik. Aziz Başkan da buna çanak tuttu (hayatta gördüğüm en sabırlı ve kurnaz insanlardan birisidir, kolay kolay hayır demez, iki adım sonrasında olaylar onun lehine döner). 1996 ilkbaharındaki bu operasyonun sonunda Adapazarı Belediyesi’nde Mehmet Ali Bolu Genel Koordinatörlüğe, İbrahim Ertiryaki Teknik İşler Başkan Yardımcılığına getirildi.

Hasan Ali Çelik’i Başdanışmanlığa İkna Edemiyoruz

Düşüncemiz şuydu; Hasan Ali Çelik’i (Dönemin RP İl Genel Meclisi Üyesi Şadi Tanış da olayların tanığıdır) Adapazarı Belediyesi’ne başdanışman yapmak! Ama sürekli mazeret uydurdu; sonra anladık ki, niyeti genel politika, milletvekilliğiymiş. Nasip kısmet, üç dönemdir de yapıyor zaten. Allah selamet versin. Gerçi on bir yıllık milletvekilliği döneminde Tekder’deki arkadaşlarını bir kez bile aramadı, sormadı, toplamadı ama önemi yok. Şükür hiçbirimiz kendimiz için bir şey istemedik, düşünmedik; o kadarcık kusur kadı kızında bile olur değil mi ama. Onu Kocaali’deki köyüne de gittik bir gece ekip olarak ikna edemedik.

Bizim arkadaşlar Meclis üyesi/Sosyal İşler Başkan Yardımcısı Sinan Çileli’nin yerine beni getirtmek istediler. Ben bunun birçok açıdan mümkün olamayacağını savundum. Haklı da çıktım; bir tanesini söyleyeyim mesela. Meclisimiz 31 kişiydi o zaman, 17 RP’li, 14 muhalefet. Sinan Bey’in başını çektiği grup 5 kişiydi. Aziz Başkan onu görevden alırsa, Meclis dengeleri tümden sıkıntıya girebilirdi. Operasyonun başarısız noktası burası oldu. Benim de talebim yoktu zaten. Ve bana da Kültür Müdürlüğü’nü kurmak onuru-görevi düştü çok şükür. Sinan Çileli’ye bağlı olarak 1996-2003 yılları arasında Kültür Müdürü olarak görev yaptım; yüzlerce konferans, panel, sergi, geziler gerçekleştirdik; hepsinde uyumlu çalıştık. Kendisinden çok şey öğrendim.

Süleyman Dişli Çetin Öztürk’ün Hediyesidir Adapazarı’na

Tekder olarak ‘Sosyal İşler Müdürlüğü’ne uygun birini arıyoruz, bulamıyoruz. Adapazarı İmam-Hatip Lisesi öğretmeni Sefer Özpilavcı’ya teklif götürdük; kabul etmedi. Akılcılığı, soğukkanlılığı ve çözümcülüğüyle tanıyıp sevdiğimiz Mimar Çetin Öztürk diyor ki bize ‘Sosyal İşler Müdürlüğüne adayım, Geyve Mekece imamı Süleyman Dişli’dir.’ Arifiyeliymiş, Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’ni bitirmiş, Mısır’da El-Ezher Şeriat Üniversitesi’nde okumuş, yurda dönmüş, Hakyol’un ağbisi/öncülerindenmiş, iyi örgütçüymüş, sosyal biriymiş. ‘Bizim Metin Sağır’ın iyi arkadaşı, o anlattı’ diyor.

Bir akşam Hasan Ali Çelik, İbrahim Ertiryaki, Çetin Öztürk, ben; Hasan Ali Hocanın 494 plakalı kırmızı Renault Spring otomobiline (hoca da içini dışını hiç yıkamazdı o arabanın, hatırlıyorum da) atladık, doğru yatsıya Mekece’ye. Tren yolunun doğu/Geyve yönü tarafındaki bir camiydi, geç kalmışız yine. Cemaat dağılıyordu artık. Dişli bizi evine davet etti; tavşankanı çaylar eşliğinde ‘Sosyal İşler Müdürlüğü’ rızası alındı. Birkaç gün içinde konu Rıdvan Duran’a iletildi. Rıdvan Bey de Süleyman Dişli’yi, o sırada Maksudiye’de köyünde dinlenen Aziz Başkana takdim edince, Maksudiye’den çıkan karar: İdari İşler Başkan Yardımcısı olsun! Böylece Süleyman Dişli’nin Adapazarı Belediye Başkanlığı’na giden ilk adımlar atılmış oldu. (Çetin Öztürk-Süleyman Dişli arasında Öztürk’ün aleyhine 2004 seçimleri arifesinde, aday adaylığı sürecinde atılan iftira, çekilen faks, şu bu, bir sürü başka olaylara burada girmeyeceğim, o işleri Allah’a, ‘öbür dünya’ya bıraktık. Çetin’e sık sık takılmalar oluyor; ‘on senesini yedin Adapazarı’nın’ diye, o da ‘evet, itiraf ediyorum: Benim günahım büyük’ şeklinde cevaplıyor sık sık).

1996 Baharı: Kültür Müdürlüğü’nü Kurmak da Varmış Nasibimizde

Nasibimiz varmış; Aziz Başkanın ‘yerine adam bul da öyle git’ sözleri üzerine Su İşleri Müdürlüğü’ne Makine Mühendisi Gıyasettin Çelik adında çalışkan bir müdür yardımcısı bulduk, resmi vekâlet bende, fiili vekalet onda, Kültür Müdürlüğü’nü kurduk; Mayıs1996…

Yedinci katta (adeta çatı katıydı) ART’den (Adapazarı Radyo Televizyonu) kalan ofisi bize verdiler. Orhan Bayraktar’la Orhan Bektaş’ı da personel olarak. İki Orhan da sempatik ve iyi çocuklardı. Ama ikisinin de pek işle alakaları yoktu. Bayraktar olan ‘dünyalar iyisi’ Hatice kardeşimle evlenmek üzereydi. ‘Kavak yelleri’ esiyordu doğal olarak; birkaç ay içinde de ‘dörtlü operasyonla’ (Ayhan Kardan, Selami Kızılarslan, Cemil Meliş ve Orhan Bayraktar) Serdivan Belediyesi’ne transfer oldu. Halen Sakarya Büyükşehir Belediyesi Özel Kalem Müdürü’dür; saygılı, terbiyelidir.

İki Orhan’lar, Babasının Soyadını Unutan Adam Faruk Şişman, Doğunun Arslanı Gefo

Diğer Orhan ise iyi şairdir; şiirlerini ve hassasiyetlerini severim. Ama günde iki saat işe gelip çay içip gitmesine tahammül edemedim; edemezdim. Bir iki ay içinde başka birime geçti sonra. Bando bana bağlandı sonra. Yıllar öncesinden tanıdığım sevdiğim Faruk Şişman şef yardımcısıydı orada; onu sık sık müdürlüğe almaya başladım; çok da çalışkan ve başarılıydı. Yalansız dolansız afrasız tafrasız düz, düzgün biri. ‘Babasının Soyadını Unutan Adam; Faruk Şişman’ portresi o günlerde yazılmaya başladı. Hâlâ da iyi aile dostuyuzdur. Sonraları daha çok müdürlüğün kaleminde kalmaya başladı. Sonra ’Doğunun Arslanı Gefo’ (Ömer Cefa Kızgın) verildi müdür yardımcısı olarak bize. Şairdi Ömer, iyi, sıkı da şair. Güngörmüş, günler görmüş adamdı; altın gibi bir kalbe sahipti ama işe pek uğramıyor, eviyle de pek ilgilenmiyordu. Her sabah işe geç geliyor ve hemen hemen her sabah ‘Müdürüm, sabah kaç kere uyandım, sizden korka korka geldim’, ‘Benden değil Allah’tan kork Gefo’ diyalogu yaşanıyordu. Bir bel rahatsızlığından ‘geceleri uyuyamadığını’ ve geç kaldığını söyleyince ‘geceleri uyunmayan’ bir görev ‘gece bekçilerini kontrol görevi’ne naklettirdik Gefo’yu. İkna kabiliyeti çok yüksektir. Yüzüne söylediğimi söylüyorum burada da: Gefo bir konuda yüzde doksan dokuz haksız, yüzde bir haklı olsun, savunma hakkı verin, konuşsun, sonunda da izleyicilere sorun % 99’u Gefo haklı der; öyle yaman, öyle akıllı, öyle karizmatik bir çilekeştir o! Ama bana sökmedi, çünkü onu istediği alana müsaade etmedim, sorularımla gerçek alana çekince konuyu.  Hâlâ da görüşür, konuşur, yazışırız Gefo’yla. Aman şiire devam Gefo!

Ş’den Sonraki Hocalarım: Şenol Demiröz, Mustafa İsen

Kültür Müdürlüğü’nü kurar kurmaz, Aziz Başkan beni, Adapazarı Ortaokulu ve Lisesinden sınıf/okul arkadaşı, İstanbul Büyükşehir Kültür İşleri Dairesi’nin Başkanı, efsane kültür sanat adamı Şenol Demiröz’e (sonraları TRT Genel Müdürü de oldu) gönderdi. O yıllardan bugünlere sımsıcak, mertçe, öğretici/eğitici, ufuk açıcı bir dostluk başladı Şenol Ağbi’yle aramızda (bu tür bir dostluğu 2001’den itibaren Mustafa İsen’le de yaşayacaktım, o da benim hocam olacaktı). Şenol Demiröz Akademisi’nden de aldığımız eğitimin, mizacımızın meşrebimizin de etkisiyle yelkenleri sadece ‘doğu’ rüzgârına değil, dört bir yandan gelen rüzgârlara açtım o gün bugün.

Şenol Demiröz, Adapazarı’mızın yetiştirdiği en önemli ve en değerli entelektüellerinden birisidir. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde ‘kültür’ün başına getirdiği, hem kurumun hem de ‘şimdiki başbakanımızın’ kültüre bakışını değiştiren adamdır. Aralarında geçen konuşmaları burada nakletmek isterim ama iki kişinin arasındaki konuşmaları yayımlamayı etik bulmuyorum. Sadece o dört yılda her birisi birbirinden değerli 100 İstanbul kitabı yayımladıklarını söylemekle yetineyim. Şenol Ağbi iyi bir entelektüel olduğu kadar iyi bir Adapazarlıdır da; hâlâ her bayram gelir, kurbanını Ada’da keser, teyzelerini, tek tek akrabalarını ziyaret eder. 96’dan bu yana ‘Adapazarı’na bir kültür merkezi, iki bin kişilik de bir konser salonu’ diye tutturmuştur; AKM’nin (istediği ölçülerde olmasa da) yapımında, Büyükşehir olarak otuz iki kitap yayımlamamızda, Sait Faik’ten kerim Korcan’a kadar, sağ-sol ayırmadan saygı günleri yapmamızda onun da payı vardır.

Servet Sezgin Adında Disiplin Abidesi Biri ve Fotomaraton Yarışması

İtiraf etmeliyim ki; Kültür Müdürlüğüm sırasında başta büyük fotoğraf sanatçısı, çelebilik abidesi, dürüstlük abidesi, gönlü sanat, insan ve Adapazarı sevgisi ile dolu Hüsnü Gürsel Hocamızın çok ama çok büyük desteklerini gördüm. Fotoğraf sanatçısı oğulları Prof.Dr.Barbaros Gürsel ve Fatih Gürsel’in de.

Hiç unutmam; Türkiye’ye mâl olmuş, iyilik timsali, büyük sanatçı Adapazarlı İbrahim Zaman, 3 Mart 1997’de Atatürk Parkı’ndaki DGSM Galerisi’nde ‘Canım Türkiye’m’ adlı sergisini açarken, hazırlıkları sırasında otuz beş yaşlarında ince uzun, ciddi görünümlü, titiz, çalışkan biri dikkatimi çekti; Servet Sezgin. O gün tanıştık; tanışış o tanışış; patladı gitti! O günden bu yana dostuz! Bir disiplin abidesidir Servet; onunla bir işe girişmişseniz, gidin yatın! O her şeyi düşünür, planlar, çalışır sizi de çalıştırır arada ve başarıya ulaşır.

1998 başlarında geldi bir gün, ‘Adapazarı’nda fotoğraf sanatının kırk yıllık bir geçmişi var; gel seninle Türkiye’de bir ilke imza atalım; fotomaraton fotoğraf yarışması düzenleyelim; hem fotoğraf sanatı desteklenmiş olur, hem de belediye iyi bir arşiv kazanır’ dedi. Sinan Başkana, Aziz Başkana açtık, onaylarını aldık; Adapazarı Belediyesi olarak1998 yazında ‘Adapazarı’, 1999’da ise ‘Osmanlı’nın 700. Kuruluş Yıldönümü’ nedeniyle ‘Taraklı’ konulu ulusal fotoğraf yarışması düzenledik; 2009’da emekli olduğumda 11’inicisini düzenlemiştik. Bilmiyorum hâlâ devam ediyor mudur; inşallah ediyordur. Birçok kişinin katkısı olsa da bu güzel yarışmanın müsebbibi/faili/öznesi/kurucusu ve sürdürücüsü fotoğraf sanatçısı Servet Sezgin’dir. Sezgin’e binlerce teşekkürler. 

‘Komünistim Diye Bana İnanmazlar, Sen Söyle!’

Bu arada bir ressam/emekli resim öğretmeni dikkatimi çekmeye başladı; Erdal Er adında. Çalışkan, insancıl, dik kafalı, yeri geldiğinde kavgadan, söz düellosundan hoşlanmayan bir muhalif. Ama iyi insan; üretken insan. Beş kuruş para almadan, kurs alma imkânı olmayanlara aylarca resim kursu verdiğine, başta Sakarya Üniversitesi olmak üzere yüzlerce gencin resim bölümlerini kazanmasına yardımcı olduğunun şahitlerindenim. Âh bir de alkol almasa; alkol aldığında ise başka biri, saldırgan biri oluveriyor. Çok güzel, çok hoş, çok tatlı anılarımız vardır; yeri geldiğinde anlatılacak… Bir gün geldi bana; ‘Fahri’ciğim, gelin Belediye olarak Türkiye’de hiç yapılmayan bir resim yarışmasına imza atalım! Açık alanda, meydanda resim yarışması yapalım! Kağıtları ve konuyu biz verelim; üç saat de süre. Gerçekten çocuklar yarışsın! Anneleri, ablaları değil. Ödül olarak da resim malzemesi verelim, para verirsek babaları elinden alır, ya cep telefonu faturasını öder ya da benim gibi rakı parası yapar!’ İlk yedi yılı birlikte yaptık; çok da şenlikli bir etkinlik oldu. Galiba hâlâ sürdürülüyor.

Bir gün telefonla arıyor beni; ‘Fahri, neredesin?’, ‘Odamda, yerimde ağbi?’, ‘Rektörü arar mısın?’, ‘Hayrola ağbi?’, ‘Bir kaç gündür çocukların sınavları nedeniyle üniversitenin Esentepe kampüsündeyim, inşaatı devam eden üniversite camisinin kubbesi yamuk!’, ‘Emin misin Erdal Ağbi?’, ‘Ayıkken de baktım, sarhoşken de. Vallahi yamuk, eminim, sen rektörü tanırsın, hemen ara da haber ver!’, ‘Sen neredesin ağbi?’, ‘Üniversitede’, ‘Ağbi ben telefon edeceğime hazır oradasın, sen git haber ver rektöre?’, ‘Ben Komünistim diye bana inanmazlar, ama sana inanırlar, sen söyle!’ Zamanın rektör yardımcısı  Muzaffer Elmas’ı arıyorum, iddiayı iletiyorum, ‘İlgileneceğim’ diyor, iki gün sonra cevap veriyor: ‘Erdal Er haklı, kubbe dokuz derece yamuk!’ 

 
Bu yazı toplam 1787 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim