• İstanbul 16 °C
  • Ankara 23 °C

‘Erdal, Irmak Kırmızı Aksın İstiyor Galiba!’

Fahri TUNA
fahritunahd

Konuşmaktan Çok Dinlemeyi Tercih Eden, Saygın, Saygılı Bir Sanatçı

Adını il yıllıklarında, kitaplarda, Yurt Ansiklopedisinin Sakarya bölümünde görmüştüm. Nerede, ne zaman tanıştık? Hafızam beni Yeni Sakarya’da ‘Sakaryalı Sanatçılar’ röportaj dizime, bin dokuz yüz doksan yazına götürüyor. O zamanlar altmış beş yaşlarında, ak saçlı, kırmızı benizli, bıyıksız, sakalsız, dikdörtgen yüzlü, ciddi görünümlü, titiz, oturaklı, konuşmaktan çok dinlemeyi tercih eden, saygın, saygılı bir sanatçı olarak dikkatimi çekmişti. Daha sonraları zaman zaman Necati Ağbinin Havuzlu Çarşıdaki kitapevinde karşılaşır, selâmlaşır, hâl hatır eder olduk. Emekli Resim öğretmeniydi, fotoğraf sanatçısıydı, Erenlerdeki Mobilyacılar Çarşısında kendi stüdyosunda küçük oğlu Fatih Gürsel’le ’sanayi fotoğrafçılığı’ ile iştigal ediyordu.

Selanik Sarışabanlı Bir Fotoğraf Sanatçısı

O söyleşiden sonra –zamanla-yakın aile dostu olacak, belki ellinin üzerinde birlikte gezilere katılacaktık. O kadar çok anımız birikecekti ki. Kitap olur kitap! Selanik’in Sarışaban köyünden 1912 yılında Adapazarı’na göçen bir ailenin, Vehbi Amca ile Bakiye Teyzenin 1341 (yani 1925) yılında doğmuş çocuğuydu Hüsnü Hocamız. Balıkesir Necatibey’den sınıf öğretmeni, Gazi’den Resim Öğretmeni olarak mezun olmuştu. Aynı semtten (Karağaçdibi) Servet Gürkan ile evlenmiş, Barbaros (1950 doğumlu, şimdi Marmara Üniversitesi’nde fotoğraf profesörü), Münevver (1951 doğumlu, profesyonel yönetici Tarık Beyle evli) ve Fatih (1965 doğumlu, Adapazarı’nda fotoğraf stüdyosu işletiyor) adında üç çocuğu vardı Hocamızın. Otuz bir buçuk yıl öğretmenlik sonrasında emekli olmuştu. Sabır, sebat, metanet, düzen,  intizam hocamızın karakterinin belirgin vasıflarıydı.

Karagöl Yaylasındaki Çobana da Kendisini Şöyle Tanıtıyordu: ‘Emekli Resim Öğretmeni Hüsnü Gürsel!’

Adapazarı’nda ‘Hoca’ dendi mi tartışmasız akla Hüsnü Gürsel gelirdi. Osmanlı’da doğmuş Cumhuriyetin ilk kuşak âlimlerinden eğitim almış olmasından olmalı, inanılmaz naif ve güzel konuşuyordu Hüsnü Gürsel.‘Hakkı âliniz var efendim’, ‘Müsaade buyurursanız ben kalkmak istiyorum’, ‘Zat-ı âliniz müsaade buyururlarsa… efendim’, ondan yüzlerce, binlerce kez işittiğimiz cümlelerdi. Dağdaki çobana da ilin valisine de aynı ciddiyet, saygı, hitap ve edeple muamele eden adamdı Hüsnü Gürsel. Büyük bir fotoğraf sanatçısıydı; Türk fotoğrafının ikinci kuşaktan belli başlı sanatçıları olarak kabul edilen Sami Güner, Prof. Dr. Sabit Kalfagil, İbrahim Zaman, İzzet Keribar, Ara Güler arasında onun da ismi vardı; hatta İbrahim Zaman ve İzzet Keribar onu ‘hoca’ görüyorlardı sanatsal gelişimlerinde. Ama Karagöl Yaylasında karşılaştığı çobana da, ilin valisine de aynı saygı ve ciddiyetle kendisini tanıtıyordu: ‘Emekli Resim Öğretmeni Hüsnü Gürsel!’

‘Fahri, Erdal (Er) Ağbin, Irmak Kırmızı Aksın İstiyor Galiba!’

Günlük gazeteleri, güncel siyaseti, haberleri titizlikle takip ediyordu. Cumhuriyetin ilk kuşağının iyi eğitim almış bir temsilcisi olarak elbette koyu bir Cumhuriyetçi ve Atatürkçüydü. Ama şehirde, günlük hayatında tarafsızlığı esas alıyordu. İnsana, şehre hizmette siyaset onun için üçüncü, dördüncü plandaydı. Önce Refahlı, sonra Faziletli, sonra da Akpartili bir belediye olmamıza rağmen, 1996 sonbaharından itibaren düzenlediğimiz hemen tüm etkinliklere –eğer şehirdeyse ve sağlığı müsaitse- katılmaya gayret etmişti.                                                                             Ciddi insandı Hüsnü Gürsel, ender de olsa şaka yaptığı görülürdü. Ama yaptığı espri de tarihe geçerdi. Ona düzenlediğimiz ‘saygı gecesi’ nden itibaren bir grup arkadaşımla beraber çıkartmaya başladığımız Irmak edebiyat-sanat dergimizle ilgili Ressam Erdal Er (nam-ı diğer Komünist Erdal) ağbi sık sık ‘bu ırmak yeşil akıyor (İslamcılık yapıyor manasında)’ diye tutturdukça, ben ‘hayır Erdal Ağbi, mavi (özgürlük) akıyor’ diye itiraz ederdim. Bir gün Hüsnü hocamın bulunduğu ortamda –belki onuncuya- aynı tartışma açılınca Hüsnü Hocam taşı gediğine koymuştu: ‘Fahri, Erdal Ağbin Irmak kırmızı aksın istiyor galiba!’ 2009’un 23 Nisanında ebediyete uğurladığımız sevgili Hüsnü Hocamızı rahmet ve minnetle anarken, bir teselli noktamı da belirtebilirim: Vefatında cenaze işlerinin organizasyonunu üstlenmek de bu fakire nasip olmuştu, ne büyük onur ve tesellidir kişisel tarihim içerisinde. Nur içinde yat Hüsnü Hocam!

O Sadece Müjgan Zaman’ın Değil, Hepimizin Amcası

Adını ansiklopedilerden bildiğim, merak ettiğim, tanışmak istediğim bir başka sanatçımız ise İbrahim Zaman’dı. Üstelik Müjgan Ablamın da (Zaman, herkesin ablası) öz be öz amcasıydı, ama 1967 depreminde hem evi hem işyeri yıkılınca İstanbul Bakırköy’e yerleştiği söyleniyordu. Servet Sezgin’in meşhur ve yakışan tabiriyle ‘İbrahim Amca’yla, Hüsnü Gürsel Hocamın tavassutuyla 3 Mart 1997’de Adapazarı’nda açtığı ‘Canım Türkiye’m’ sergisi hazırlıkları sırasında tanıştık. Geçen yirmi yıla yakın süre de yüzlerce kez aradık, sorduk, konuştuk, birlikte organizasyonlara katıldık. Ailece dost olduk; o kadar ki-Servet Sezgin çok haklı- artık o bizim de ‘amca’mızdı; 1999 Adapazarı depreminden birkaç gün sonra gelip yarım olan evimi tamamlayıp içine gireyim diye on bin dolar verecek ve ‘ne zaman müsait olursan o zaman ödersin’ diyecek kadar da zarif ve naif adamdır. Üç yılı bulan taksit ödemelerimde her seferinde ‘yahu bitmedi mi bu daha’ diyecek, borcu silmeye hazır bekleyen bir cömert adamdır da.

Mevlâna’nın Objektiflisi; İbrahim Zaman

Büyük bir fotoğraf sanatçısıdır İbrahim Zaman; hiç kuşku yok! Çok büyük ödülleri olan bir sanatçıdır. Ödülleri, bienallere katılımlar, prestijli seçici kurul üyeliklerinde Türkiye’nin –belki de- en iyisi, en büyüğüdür. İbrahim Amca, bir o kadar da mütevazı, bir o kadar can, bir o kadar da insandır. Bütün dostlarını tek tek arar sorar, bayram seyran ziyaret eder. Eli de gönlü gibi geniş ve zengindir. Sevgi, hoşgörü, vefa adamıdır İbrahim Zaman. Bir ayağı İstanbul’da, elinde objektifi, diğer ayağıyla dünyayı dolaşan çağdaş bir Mevlâna’dır o! İbrahim Zaman’la da yüzlerce güzel anımız var. Bunlardan birisi Kosova’nın Prizren şehrindeki karşılaşmamızdır. 2011 yılının Kasımında TYB Genel Merkezi’nce Prizren’de düzenlenen ‘Türkçenin 9. Şiir Şöleni’ne’ misafir olarak davetliydim. Servet (Sezgin) İbrahim Amcanın da aynı günlerde Bakırköy’de bir vakfın projesi kapsamında Kosova’da bulunduğunu, belki karşılaşabileceğimizi söyledi. İnince telefondan ulaşamadım (zaten hep o size ulaşır, siz ona her zaman ulaşamazsınız). Kısmet dedim. Prizren’de şiir şöleni devam ederken bulunduğumuz kültür merkezinin kapısından çıkan birini ona benzettim, koştum arkasından, merdivenlerde yakalım, sol omzuna dokundum. Baktı algılayamadı, dondu kaldı, bir türlü inanamıyordu beni orada gördüğüne. Gözlüklerini çıkardı baktı, iki adım geriye çıktı baktı. Beşinci dakikada ancak emin olabildi; bir kucaklaşışımız var ki evlere şenlik! ‘Yahu sen evliya mısın nesin?’ diye tutturdu o günden beri, ben de her defasında ‘ne evliyası İbrahim Amca, ben evinin yolunu bulamayan zavallı biriyim’ der gülüşürüz. Allah uzun ve bereketli ömür versin; eksikliğini göstermesin, harika bir insandır o!

‘Ben Konuşamam Çizerim Ama Yan Çizmem’ Diyen Adam Osman Suroğlu

Adapazarı’nda tanımaktan ve yakın dostu olmaktan gurur duyduğum bir başka büyük sanatçı da Osman Suroğlu’dur. Onunla tanışmamız da doksanlı yılların ortalarına dayanıyor. Şöyle böyle yirmi yıl. Ellinin üzerinde uluslararası ödül sahibi bir çizerimiz, karikatüristimizdir Osman ağbi. Aslen Tunceli Perteklidir; Sur Uşağı aşiretinin reisinin oğludur. Elazığ’da büyümüştür, Elazığlıyım der. Tevazu, edep, çizgi abidesidir de. Âkif için ‘büyük şair olduğunu bilmeden yaşadı’ der ya Mithat Cemal Kuntay, Osman Ağbi de öyledir. Yıllar önce düzenlediğim bir panelde, sıra ona geldiğinde ‘ben konuşamam çizerim ama yan çizmem korkmayın!’ demiş, masadaki diğer panelistlerden Hüsnü Gürsel ’ben de çekerim’, Erdinç Şumnu ‘ben de çalarım’, Mustafa Turan ‘ben de yazarım’sözleriyle ona mukabele etmişlerdi.

‘Ömrün Dinlemekle Geçerse, Kulakların Hastalanır İşte böyle!’

Osman Suroğlu’nun çizgileri gerçekten düşündüren çizgilerdir. Suroğlu aslında çizgiyle şiir yazan adamdır! Devamlı okur ve düşünür. Konuşmayı unutmuştur. Bir toplulukta susar da susar, neredeyse kendisini unutturur. Bir de çok güzel güler. Gülmenin yakıştığı adamlardandır Osman Suroğlu. Bir de – nedense- bana çok güler. Susan ve gülen adamdır o. Çizgileriyle de güldüren. Güldüren ve düşündüren. Yüzlerce anımız vardır onunla da. Hüsnü Gürsel Hocamla birlikte on beş yılda düzenleme sorumluluğunu üstlendiğim binlerce etkinlikte kale gibi dimdik yanımda durmuştur! Ne kadar teşekkür etsem azdır Osman Ağbiye.  ‘Fahri Kardeş’ deyişi ona çok yakışır. Herkesin adının arkasına ‘kardeş’ kelimesini eklemesiyle ve ‘hakkını helâl et’ demesiyle ünlüdür.                                             Geçenlerde uğradığımda moralsiz gördüm onu, doktordan yeni gelmişti, iğne ilaçla doluydu çizi masasının üstü. ‘Geçmiş olsun Osman Ağbi, neyin var?’ soruma, ‘kulaklarım, kulaklarım iyi duymuyor’ deyince onu –hilafsız beş dakika güldüren- cevabı yapıştırdım: ‘Normaldir ağbi, bir ömür konuşmayıp hep dinledin; kulaklarına bu kadar yüklenirsen, bir gün isyan eder onlar da böyle!’

Bu yazı toplam 1111 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim