• İstanbul 17 °C
  • Ankara 15 °C

Gerçek Dostlarla Geçen Kırk Güzel Yıl

Fahri TUNA

Şeyhi Düzeltmek İçin Kurulmuş Dünyada İlk ve Tek Tarikat

Bilenler bilir; bir süredir Adapazarı sokaklarında iki metre boyunda, uzun saçlı uzun sakallı, yaşayan İbn-i Sina zannedebileceğiniz bir adam dolaşıyor… Adı Sadık Canlı; tıp doktoru. Genel cerrah ve kaza cerrahisi uzmanı.

Bu satırların sahibinin de, birçok Adapazarlının da dostudur. Bin bir doğrusunun yanında bazı kararlarından şikâyetçiydik. En başta da Hamza Tekin Hoca ve gazeteci Zeki Aydıntepe rahatsızdı bu kararlardan. Mazlum Şekerleme Tarık Pekerken ile bu fakir de onun kendi kendisine verdiği zararlardan mustarip olanlardan. Tarık Ağbi ile baş başa verip çözüm üstüne çözüm aradık: Bir tarikat kurmalıydık, şeyhini Sadık Ağbi yapmalıydık. Vekili Tarık Ağbi olmalıydı. Tek müridi de ben. Bu tarikatın iki özelliği olmalıydı, bir: Şeyhi düzeltmek için kurulan ilk tarikat olması; iki: aşağıdan yukarıya yönetilmesi, yani ipler müridin elinde olmalı, şeyhi yönetmeliydik.

‘Sen Gerçek Şeyhsen Umreye Gittiğimi Bilmelisin Zaten!’

Doksan dokuz yılı ramazanı Ocak ayına tekabül etmişti; şükür, eşim Gülseren Hanımla birlikte umre yapmayı nasip etti yüce Yaradan. O manevi coşkuyu, zirveyi, tefekkürü, tezekkürü, teneffüsü (Hâce-i Ekber’im Hilmi Yavuz’un çok beğendiğim tabiriyle) temellük ettik; benim tabirimle telezzüz eyledik.

Dönüşte şeyh vekilini de alıp şeyhe misafirliğe gittim. Bir iki küçük hediyeyle; zemzem, hurma vs. ‘Sadık Ağbi’ dedim, ‘umreye giderken sana haber vermedim; zira sen gerçekten şeyhsen zaten müridinin nereye gittiğini bilmen lâzım, değilsen haber vermeye ne hacet! Kâbe’de sana dua da etmedim. Haddine mi düşmüş zavallı hakir bir mürit, koskocaman şeyhine dua edecek! Edebe mugayir...’ O meşhur dolu dolu, dişlerinin tak tak birbirine vurduğu nefis gülüşlerinden biriyle iki dakika kadar güldü, ‘aferin, iyi etmişsin!’ dedi sadece.

 

‘Şeyh Seni Salladı Salladı, Himmet Buyurup Bıraktı’

Beylik bir anekdot daha; Kent Meydanının açılmasına şöyle böyle dört beş ay var. İnşaat hızla devam ediyor. Herkes gibi biz de merak ediyoruz. Bizim kitapçı İsmail’le (Aydın, Değişim Kitabevi) yürüyüşe çıktık. Tam Ziraat Bankası önünden geçerken İsmail, ‘Fahri gel şu meydana bir göz atalım, neler oluyor burada arkadaş’ deyince, içimdeki meraklı çocuk ‘tabii tabii’ dedi, yöneldik oraya. Yirmi santimlik bir betonun üzerinden hafif yan basa basa ilerliyoruz; solumuz toprak düzlük, sağımız otoparka inen ve gitgide iki buçuk metreyi bulan beton yol. Ben önde İsmail arkada, yirmi santimlik beton duvarın üzerinde dikkatlice basa basa yürüyoruz. Birden arkamda bir gürültü koptu; o da nesi; simsiyah takım elbisesi olan İsmail kahverengi sarı bir renge bürünmüş adeta; sola doğru devrilmiş; toza toprağa bürünmüş. Merak sâiki ile ona bakarken ben de sendeledim. Sol dizim hafiften betona çarptı ama –bazı arkadaşların yorumuyla- sportmenliğimden olsa gerek ucuz kurtuldum. Alanı, inşaatı detaylıca gezdik, yorumlar yaptık. Biraz daha yürüdükten sonra İsmail’le ayrıldık; yüzer metre mesafedeki işyerlerimize gittik.

Aradan on beş dakika geçti geçmedi; telefonum çaldı. Arayan bizim şeyh vekili Tarık Pekerken: ‘Geçmiş olsun kardeşim!’, ‘Sağ olasın ağbi, ama hayrola?’, ‘Bir kaza geçirmişsin, toza toprağa yuvarlanmışsın! Şeyhime ulu orta dil uzatırsan böyle çarpılırsın işte’, ‘Hayır ağbi, sen yanlış duymuşsun, ben düşmedim, İsmail düştü. Ben hafif sendeledim o kadar!’, ‘Bak o da şeyhimden gene. Seni salladı salladı, acıdı himmet buyurdu, bıraktı!’ Cevabım mı? ‘Ağbi helal olsun valla! ‘Şeyh uçmaz mürit uçurur’ sözü sanki senin için girmiş lugatımıza!’     

‘Kafan Hep Yanlış Çalışıyor Ama Âh O Gönlün!’

Bir genel seçim arifesindeydik; bizim desteklediğimiz/daha doğrusu içerisini düzeltmek üzere çaba sarf ettiğimiz partinin ilimizde 54 aday adayı vardı. ‘Düzeltmek için yirmi yılımızı verdiğimiz’ Şeyh Sadık Canlı, duyduk ki üç adayı destekliyor, üçü de yanlış. Kafam attı, Tarık Pekerken’i de alıp Sadık Ağbi’nin muayenehanesini bastım; resmen (daha doğru ifade ile fiilen) bastım. Selâm kelamdan sonra sakalını çektim, ‘Sen nasıl olur da bu üç aday adayı sahtekârı desteklersin arkadaş?’ diye çıkıştım; çok öfkeliydim; aşağıdan aldı. ‘Şu, şu, şu.’ dedim. ‘İlki doğru dedi, ikinci, üçüncü isimler yanlış. Geldiler; ama destekliyorum demedim, demek öyle propaganda yapıyorlar.’ İlk isme döndüm; ‘Yahu senin gibi parayı ayağının altına alıp paspas yapmış adam, para ve güçten başka hiçbir özelliği olmayan bu adamı nasıl destekler? Utanmadın mı? Fotoğraflarınızı yan yana koysak, koca şehirde bir kişi bile bu adam bu adamın dostu, destekler demez yahu?’ Verdiği cevap: ‘Ama ben bu şehirden şu, şu özelliklerde de bir adam gitsin istedim Meclis’e.’ Öfkem yatışmamıştı; gerekçeleri makul ve mantıklı değildi. Çıkışmaya, söylenmeye devam ettim: ‘Kafan hep yanlış çalışıyor senin Sadık Ağbi; ama âh o gönlün! O gönlünden korkuyorum ben; o çocuk kalbin olmasa, ne işimiz var burada!’ Ama itiraf edeyim ki aynı çağda aynı şehirde yaşamaktan onur duyduğum on isim varsa, biri tartışmasız Sadık Ağbim’dir. Bazı görüş ve uygulamalarına şiddetle karşı çıksam da o ‘çocuk kalbi’nin hatırına bin kez daha çalarım gönlünün kapısını.

Haklı olarak ‘ne oldu peki, şeyhinizi düzeltebildiniz mi bari?’ diye bir soru sorduğunuzu duyar gibiyim; Söyleyeyim: Yirmi yıldır icra-ı sanat ve faaliyet işleyen bizim tarikatta, ne bir milim şeyhi düzeltebildik ne kendimiz düzelebildik… Yirmi yıllık süreçte bu tarikata mürit yazılmak isteyenler çok oldu; ama kabul etmedik; Sadık Ağbi’nin tabiriyle ‘asi mürit’ (burada ben oluyorum), Tarık Ağbi’nin tabiriyle ‘iktidar elinden gitmesin diye mürit kabul etmiyor!’

 

Sözü Tam On İkiden Söyleyen Adam: Hamza Tekin

İlk kırk yıllık ömrümde aynı şehirde yaşamaktan mutlu olduğum/kardeşi olmaktan onur duyduğum on kişiden biri de Hamza Tekin Hoca’dır. Aslen Yozgat Araplı köyünde ömür serüvenine adım atan Hamza Hoca, babamdan birkaç yaş küçük olsa da o benimle (ve herkesle, her dostuyla) akrandır. Hayatın bin bir gailesi, dünyanın bin bir meselesini çözme gayreti içerisinde o ciddi, ‘ağırım, mollayım’ gibi görünen yüzünün arkasında sımsıcak bir ‘insan kalbi’ vardır onun. Yeri geldiğinde gülen, yeri geldiğinde tebessüm eden, yeri geldiğinde tebessüm ettiren. İşe başladığım 1985 başlarından, emekliliğimle sona eren yirmi beş yıllık meslek hayatımda, eğer Adapazarı’ndaysam yüz Cuma’nın doksanını onun arkasında kılmışımdır. Rahmetli büyükbabamın sesine benzeyen, huzur veren bir sesi, gösterişsiz, öz, kısa ama tam on ikiden söyleyen bir sözü vardır. Bir gün formel okullara gitmemiş, klasik medreseden yetişme bu hocaefendi inanılmaz geniş ve çağdaş düşünce sahibidir de. Şairliği de olan Hamza Hocamın yayımlanan kitaplarının sayısı iki elin parmaklarını geçti; bir o kadar da yayıma hazır kitabı vardır (bir kısmını bana emanet etti meselâ). Her müşküle, her suale, her soruna bir fetvası, çözüm önerisi vardır onun. ‘Kur’an’da heykele izin vardır!’ diyen ‘yeni’ bakışlı biridir o. Sadık Canlı’nın da ‘başındaki kılıç’ gibidir. ‘Sadık; din, ayet, hadis bizim işimiz. Zayıf  bir hadisle amel edeceğim diye hayatını zehir ettin. Sorsana bize. Biz doktorluk yapmaya kalkıp, senin işine karışıyor muyuz?’ sözüyle de şehir tarihine geçmiştir. Ondan önce bana ‘Emr-i Hak vaki olursa’, cenazemi kaldırmasını vasiyet ettiğim adamdır Hamza Tekin.

 

Vermeyi Bilen Almayı Beceremeyen Gerçek Dost: Hadi Şahin

Kırk yıllık ömrümde, üzerimde pay ve hak sahibi dostlarımdan birisi de Hadi Şahin’dir; ne yapsam hakkını ödeyemeyeceğim adamlardandır. 900 numaralı öğrenciydi sınıfımızda önceleri. Malatyalı ‘kara kuru’ bir çocuktu Adapazarı İmam-Hatip Lisesi 4-D sınıfındayken bizler. Malatya Darendeliydi. Ailesi Bahar sokakta oturuyordu ve pazarcıydılar. Karne tatilinde -nedense-  okulu bırakıp pazarcı oldu. Önceleri Salı Pazarında ele kola bele lastik satıyordu. Utanır, yolumu değiştirirdim (ne kadar yanlış yaptığımı sonra anlayacaktım). Aradan beş altı yıl geçti. Artık üniversite öğrencisiydim. 473 Tavuklarlı Şefik (Bozkaya) bir gün (mevlit paralarıyla çarşıya geldiğinde beni bulur yemeğe götürürdü) ‘gel seni 900 Hadi’ye götüreyim, Sürekçioğlu’nda yüncü dükkânı açtılar’ dedi. Gidiş o gidiş, Hadi Şahin’le biz, o gün bugün can kardeş/yol arkadaşıyızdır. Onun yüzünden birçok kişi beni Malatyalı bilir oldu. Gufil’i bile öğrendim ondan. Evlerinin dördüncü erkek çocuğu gibi oldum zamanla. (Hasan Ağbi’yi de severim, biraz geçimsiz de olsa küçükleri Mustafa’yı da severim, düzgün ve güvenilir çocuktur). Nasip kısmet oldu Şefik’in kız kardeşi Nadire ile evlendirdik onu. Sağdıcı da ben oldum. Bütün iyi ve kötü günlerimizde beraber olduk. Çok yolculuklar yaptık, çok kahrımı çekti (ki kahrı kolay kolay çekilir adam değilimdir). Cömerttir, merttir. Vermeyi, yedirmeyi bilir, almayı toplamayı beceremez (ben ikisini de beceremem). İyi insanlığından, iyi niyetinden kaybetmiştir hep. Oturduğumuz evleri, kooperatif olarak 1986’da beraber kurup yaptık. Hep takılırım; ‘Malatya canavarı, Tavuklar’dan (Manavlardan) evlendirdik de insanlık öğrendin biraz’ diye, o da cevap verir; ‘ben mi insanlığı sizden öğrendim, güldürme adamı. Sizinkiler, içlerinden biri hasta olduğunda dört kişiden aşağıya doktora gitmekten aciz, cesaretsiz insanlar!’ Doğru söze ne denir.

Güzel Günlerin Güzel Hatıraların Sahibi: Veysel Karafilik

Ta 1978’den  (ben mühendislik ilk sınıf öğrencisiyken o bir üst sınıftaydı) beri dostumdur Engürülü Veysel. Ankaralı yani Angoralı yani Engürülü. Kırıkkale o zamanlar Ankara’nın büyükçe bir ilçesiydi; dolayısıyla Kırıkkaleli Veysel’imiz de resmen Ankaralıydı. Aslen Çorum Sungurlu’danmış duyarız. Zeki, çok zekidir; çok iyi de bir mühendis oldu. Sınıfımızdan Fatma Yontar ile evlendi. Karaağaçdibili Boşnak kızı Fatma ile. O da iyi bir mühendistir. Sonraları sınıf öğretmeni oldu. 1999 Adapazarı Depremi sonrası Ankara’ya yerleştiler. Fatma başarılarını katlayarak büyüttü; hatta ilkokul 4.sınıflarda okutulan Türkçe dersi kitabının da yazarıdır. Ömrümüz Fatma’yla didişmekle geçiyor; en son takılmam da şudur: ‘Türk eğitim sisteminin neden çöktüğü belli değil mi Fatma?’, ‘Neden?’, ‘Bir Boşnak kızı Türkçe kitabı yazarsa o eğitimden hayır gelir mi?’ ve ekliyorum: ‘Ben de Bosna’ya gidip Boşnakça ders kitabı yazacağım!’ O da cevap veriyor: ‘Biz borç ödüyoruz Fahri, malum; Fatih döneminde Bosna’da bizi siz Türkler Müslüman ettiniz ya! Teşekkür borcu benimkisi!’ Veysel bana pilavı (çok güzel pilavı yapardı), planı, Neşet Ertaş’ı (bozlakı), Ankara’yı, Anadolu’yu sevdiren adamdır; vefa, bağlılık, saygı ve dostluk abidesidir. 1999 Depremine kadar neredeyse haftada iki akşam beraberdik; şimdi daha az görüşebiliyoruz belki ama gönlümüz hep beraber. Her telefon açışında ‘güzel günler biraderim, güzel akşamlar üstadım’ deyişi ona ne kadar çok yakışıyor.

Taraklı’nın Nasreddin Hocası: Tacettin Özkaraman

1997 Haziranında tanıdım onu. Zor, sıkıntılı bir haftamdı. ASM’de Hattat Saim Özel’e hat sergisi açacaktık; o büyük hattatın, güzel gönüllü, yüce gönüllü hattatın hizmetinde uzunca boylu zayıf temiz yüzlü biri vardı; levhaları (tablolara hat camiası levha demektedir) taşıyan o, Saim Özel’i taşıyan o, çerçeveleri duvara ölçüp biçip asan o. Taraklı Halk Eğitimi Merkezi Müdürüymüş.

Geçen sürede ‘akraba gibi’ olduk; ailece yüzlerce kes görüştük; ailece seyahatler yaptık. İçi dışı aynı olan az adam gördüm; Tacettin Hocanın içi dışı aynıdır; ayrısı gayrısı yoktur. Samimi, güler yüzlü, insan ve memleket (bu arada en başta Taraklı oluyor memleket) sevgisiyle dolu, mütevazı biridir.

Bir akşam bana gelecekti; bana dediysem daire başkanı olduğum tarihi binadaki ofisime. Sekreterim Kadir’i uyardım; ‘Yarım saate Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman gelecek, alırsın içeri’ diye. Aradan yarım saat geçti geçmedi Kadir, ‘Başkanım, biri geldi sizinle görüşmek istiyor’, dedi, ‘Tacettin Başkandır, al içeriye’ dedim, ‘hayır hayır belediye başkanı değil; memur kılıklı biri geldi efendim!’, dedim ‘tam da o işte!’, ‘ama koruması, zabıtası yok etrafında’ deyince, ‘tamam tamam kadir; tarifin tam da Tacettin Başkanı gösteriyor, buyur et içeriye!’ Yanılmamıştık; oydu.

Gerek müdürlüğü, gerekse iki dönemdir belediye başkanlığı döneminde; üç bin nüfuslu Taraklı’yı, üç yüz bin nüfuslu Adapazarı kadar ülkenin gündemine taşımayı başaran adamdır o! Örnek aile babası, örnek dost, örnek siyasetçi.

Tek kusuru Fenerbahçeliliğidir; bir de arada sırada içtiği sigarası.

Bir de, bu ülkede  iki dönem belediye başkanlığı yapıp da mal varlığı azalıp, son çare evini satan –belki de- tek belediye başkanıdır o!

03.01.2014

Bu yazı toplam 929 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim