• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Gelin Tanış Olalım İşi Kolay Kılalım

Fahri TUNA

Hafız Hasan Çolak; ‘Ali Amca Cennete Gidemezse Hiç Birimiz Gidemeyiz!’

Eski Adapazarı eskimemesi gereken Adapazarı’ydı. Eski Adapazarı’nın kahramanlarından birisi de Terzi Ali Amca’ydı.

Ali Taşçeken, Bulgaristan Şumnu’dan daha çocukken Adapazarı’na hicret etmiş bir büyüğümüzdü. Orhan Camiî’nden Uzunçarşı’ya geçişte ikinci sokakta soldan ikinci dükkânda terzilikle iştigal ediyordu ya. Asıl işi7görevi/misyonu başkaydı; Adapazarı’nın neresinde bir aç açık susuz uykusuz varsa onu bulur, o kendi çocuklarından fazla onlarla meşgul olurdu bir ömür.

Bir hayır çetesi’nin, bir hayır grubunun, bir iyilik kurumun başıydı Ali Taşçeken. Selahaddin Şimşek’in sağ kolu Alaaddin Ağbi’nin de babasıydı.

Bildiğim kadarıyla onun sağ kolu da bizim Osman Meğreli’ydi. Adapazarı’nda hangi gariban evleniyor ama koltuğu, masası sandalyesi buzdolabı yok; Ali Amca’nın hayır çetesi bir şekilde çözerdi. Osman Ağbi de, mahalle arkadaşı Burhan Kabukçu gibi, delikanlılığın kitabını yazan bir başka büyüğümdür; bir ömür insanlığa yardım/iyilik için çırpınan ağbimizdir.

Meslek hayatının otuz yedi yılını Orhan Camiî’nde müezzinlikle geçirmiş ve neredeyse bütün Adapazarı’nın son kırk yılını ezbere bilen Hafız Hasan Çolak, kırk yıl şahit olduğu yardım/iyilikler bağlamında söz Terzi Ali’den söz açıldığında şöyle diyecektir: ‘Eğer Ali Amca Cennet’e giremezse, biz hiç birimiz gidemeyiz!’

Taraklı’nın Nasreddin Hocası: Tacettin Özkaraman

1997 Haziranında tanıdım onu. Zor, sıkıntılı bir haftamdı. Haksızlığa uğramıştım. ASM’de Hattat Saim Özel’e hat sergisi açacaktık; o büyük hattatın, güzel gönüllü, yüce gönüllü hattatın hizmetinde uzunca boylu zayıf temiz yüzlü biri vardı; levhaları (tablolara hat camiası levha demektedir) taşıyan o, Saim Özel’i taşıyan o, çerçeveleri duvara ölçüp biçip asan o. Taraklı Halk eğitimi Merkezi Müdürüymüş.

Geçen sürede ‘akraba gibi’ olduk; ailece yüzlerce kes görüştük; ailece seyahatler yaptık. İçi dışı aynı olan az adam gördüm; Tacettin Hocanın içi dışı aynıdır; ayrısı gayrısı yoktur. Samimi, güler yüzlü, insan ve memleket (burada en başta Taraklı oluyor memleket) sevgisiyle dolu, mütevazı biridir.

Bir akşam bana gelecekti; bana dediysem daire başkanı olduğum tarihi binadaki ofisime. Sekreterim Kadir’i uyardım; ‘Yarım saate Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman gelecek, alırsın içeri’ diye. Aradan yarım saat geçti geçmedi Kadir, ‘Başkanım, biri geldi sizinle görüşmek istiyor’, dedi, ‘Tacettin Başkandır, al içeriye’ dedim, ‘hayır hayır belediye başkanı değil; memur kılıklı biri geldi efendim!’, dedim ‘tam da o işte!’, ‘ama koruması, zabıtası yok etrafında’ deyince, ‘tamam tamam kadir; tarifin tam da Tacettin Başkanı gösteriyor, buyur et içeriye!’ Yanılmamıştık; oydu.

Gerek müdürlüğü, gerekse iki dönemdir belediye başkanlığı döneminde; üç bin nüfuslu Taraklı’yı, üç yüz bin nüfuslu Adapazarı kadar ülkenin gündemine taşımayı başaran adamdır o! Örnek aile babası, örnek dost, örnek siyasetçi.

Tek kusuru Fenerbahçeliliğidir; bir de arada sırada içtiği sigarası.

Bir de, bu ülkede iki dönem belediye başkanlığı yapıp da mal varlığı azalıp, en son evini satan –belki de- tek belediye başkanıdır o!

Sahtekâr mı Dürüst mü Karar Veremediğimiz Otuz Yıllık Dost: İmdat Akgünler

1983’te Türkoğlu Pasajında tanıştık. Birinci katta Muhasebe Bürosu vardı, Futbol Hakemi Fuat Totrakan’la ortak. Ta 2012 sonuna kadar başarıyla sürmüş bir ortaklıktır o sistem. Örnek bir çalışmadır da, birbirini tamamlayan. Otuz yılda iki yer daha değiştirdiler. Hâlen Kız Meslek Lisesi karşısında İmdat Ağbi.

Mesleğin nedir sorusuna cevabı nettir İmdat Ağbi’mizim: ‘Sahtekâr’. Estağfurullah dediğinizi duyar gibiyim, benim gibi sizin de. Ve ekler: ‘Ama üçkağıtçı değil!.. Milletin işi görülsün diye ufak tefek dürüst sahtekârız biz.’

İmdat Ağbiyle Adapazarı’ndaysak Cuma namazında yüzde doksan beraberiz. Zaman zaman üç dört kişi daha eklenir bize. Öğretmen Mustafa Erdoğan, Dayı (Kuyumcu Şemsettin Güney), Berber Erdinç (Kuruş). Yemekleri de hemen her Cuma elbette ki İmdat Ağbi ısmarlar.

Bunu da şöyle başardım: Yılı (en adil biçimde) üçe böldüm: Hava açıksa İmdat Akgünler, yağmurluysa Berber Erdinç, karlıysa ben ısmarlıyorum. Bana biraz ağır kaçtığının farkındayım ama adalet böyle bir şey işte. Ne yapacaksınız, çekeceğiz artık.

İmdat ağbi bizim Hulusi Kentmen’imizdir.  Biraz sert, sesi yüksek ve aksi görünümlüdür ya, yumuşacık, yufka, altın gibi bir kalbi vardır. Bütün iyi ve kötü günümüzde en önce yakınımızda yer alanlardandır. Para uzmanı, para üstadı, para mütehassısıdır. Para onun işidir; dilinden en iyi o anlar. Bense organizasyondan anlarım. İkimiz yurt içi/yurt dışı onlarca gezi organize ettik birlikte. İfadesi şudur: Fahri Tuna ile her sorunu çözüyorum, zamanı asla.

 

Kadir Tunca; İnsanlara İyilik Etmek İçin Yaratılmış Emmoğlu

Okçuoğlu Ailesi’ndendir. Üç yaş küçüktür benden. Emmoğlu. Yani amca oğlu. Yani iki kardeşin torunlarındanız. İzmit Seka’da okudu liseyi. Özden, kökten Sekalı. Seka kapanınca Kocaeli Büyükşehir’e usta olarak geçti, oradan emekli oldu.

Bacanak da sayılırız. Eşlerimiz uzaktan akraba yakından dosttur. Neredeyse beraber büyüdük, beraber evlendik, beraber çoluk çocuğa karıştık, beraber büyüttük, hatta kızı Esra’nın nikah şahitliğine seçerek onurlandırdılar beni.

Her zaman dost, her zaman iyi, her zaman yardımsever. Ömründe kimseyi üzmemiştir; kimseyi üzmemek için gün gelmiş üzüntüden mide kanaması geçirmiştir.

Mide kanaması deyince; yıllar önce, doksanların başları. Cep telefonu icat edilmiş değil; ancak ev telefonları var, o da herkeste değil. İzmit’te mide kanaması geçirmiş, SSK Hastanesi’ne kaldırmışlar. Acilen üç ünite kan verilecek. Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan ve hafif gözlerini aralayan Gadiriko (ben ona Gadiriko, o bana Fariliko diye hitap ederiz birbirimize) ağabeyi Mükremin’i Adapazarı’na göndermiş; ‘git Fahri Ağbimi bul, onunla bizim kan gruplarımız aynı; onu getir de onun kanını versinler bana. Bu yaştan sonra kumarbazın, sarhoş kanını alıp da huy değiştirmek istemiyorum!’

Tel kusuru Fenerbahçeliliğidir. O kadar kusur ‘Kadı Kızı’nda da olur der eskiler. Oğlu Emre Galatasaraylıdır. ‘Babanın hidayetine vesile olursun inşallah’ diye takılıyoruz onlara. Emre de yakışıklı, zeki, espri fabrikası bir delikanlıdır. Malatya’da mühendis şu aralar.

Burhan Kabukçu; Delikanlılığın Kitabını Yazan Adam

Yetmişlerin ikinci yarısında tanıdım Burhan Ağbimi. Ozanlar’dayken. Henüz Ozan sokak damadı bile değildim. Benden üç dört yaş büyüktü. Mahalle takımımız Ozanspor’un da kalecisiydi. Uzun boylu, yakışıklı, ölçülü vezinli vücutlu, yüreği ve bileği kuvvetli bir ağbimizdi. Aynı zamanda mahalle büyüklerine karşı da çok saygılıydı. Lakabı aile lakabıydı: ‘Kabukçu’

Mahallede kim garibansa, kim yetimse, kim öksüzse, kim dulsa, kim bir garibana dula göz koymuşsa onların hamisi Burhan Ağbi’ydi. Resmen kalmasa da fiilen mahallemizin ‘Delikanlı Başı’ydı o.

Benim üzerimde de çok hakkı vardır; kendi öz kardeşi gibi korumuş kollamış, sahip çıkmıştır. Evliliğimin başlarındaki zor yılları; başta o ve Osman Meğreli’nin organize ettiği operasyonlarla kolay geçirmişimdir. Hayatı, yaptıkları, felsefesi televizyon dizisi olsa yeridir. Şu sıralar müteahhit. Yine mahallenin ve her yerdeki garibanların kimsesizlerin, dul ve yetimlerin yanında yakınında.

 

Kırka Girdik; Ömrümüzün İlkbaharı Tamamlandı Artık

Ömrümün İlkbaharı adlı bu hatıralarımı, 2013 yılı boyunca Yeni Sakarya’da okudunuz. 47 hafta devam etti.

Kaç saat, kaç gün, kaç yıl daha yaşayacağımızı bilemeyiz. Bu satırları şu günlerde, elli dört yaşımdan yeni gün almış durumdayım. Anılarımın, ilkbahardan sonraki ‘yaz mevsimi’, kırk-altmışlı yaşlarım olacaktır. Yazabilmek kısmet olur mu bilemem, bilemeyiz.

Şu tespiti rahatlıkla yapabilirim: Ömrümün ilk baharı, yani ilk kırk yıllık bölümü, şükürler olsun ki, bir bahar tadında, bir bahar kıvamında geçti; ‘bir ilkbahar sabahı’ şarkısının melodisi gibi… Ufak tefek sıkıntıları saymazsak; tam da tadında ve kıvamında.

Kimseyi övmek veya yermek için yazılmadı bu satırlar. Benim şahsımda şehrin ve bazı kişi/kurumların bir dönemini gün yüzüne çıkartmaya yaracaktır ümidindeyim.

Hayat düsturum, aynı nehrin kıyısında serinlediğimiz can/kan kardeşim bizim Yunus’tan (Emre) alınmadır:

‘Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz.’

2014 yılı boyunca – kısmetse- önümüzdeki haftadan itibaren, artık başka alanlarda satırlarımı/görüşlerimi okuyacaksınız. Zira; ‘dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lâzım’ demiş pir-i ekber Mevlana.

09.01.2014

Bu yazı toplam 1223 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim