“Hayat dört şeyle kaimdir” derdi büyükbabam: “Su, ateş, toprak ve rüzgar.”
Buna Adapazarı”nı sonradan ben ekledim. Ve, insanları ikiye ayırdım:
“Adapazarılılar” ve “diğerleri.”
Adapazarı, Türkiye’nin minyatürüdür; hatta Osmanlı’nın... Osmanlının son bir
asrında yaşadığı her felaketin ardından, bir sığınak, bir barınak, bir dergâh, bir
huzurevi olmuştur: Adapazarı, 19’uncu yüzyılın Dersaadeti (1) yani huzur şehridir;
Sanırsınız ki Mevlana, “Gel, kim olursan ol yine gel” çağrısını Adapazarı için
yapmıştır da, şehrimiz ayrı bir cazibe kazanmıştır.
Adapazarı, Türkiye’nin görünmez başkentidir. Üstelik Balkanların ve Kafkasların
da türevidir; ülkemizde var olduğu söylenen 18 etnik kökenin temsil edildiği, hem
“kendisi” olduğu, hem de “anonimleştiği” bir sentez kenttir.
Adapazarı gani gönüllü, tevekküllü insanların diyarıdır: Mevlana ile gönüldaş, Yunus
Emre ile yoldaş, Şeyh Şamil ile akrabadır; Orhan Camiinin minaresi, gökyüzüne
değil, gönül derinliklerine uzanır.
Adapazarılılık, “kökü mazide olan ati”(2) olmak demektir, yahut “ahiretle dünya arasında gidip gelmektir.” (3)
Adapazarı, Necati Mert’e göre, “5.45 İstanbul Otobüsü” dür, nabzı “Camialtı”nda atar.
Adapazarı, Tozlu Camii, Orta Camii, Ağa Camii ve Orhan Camii etrafında kümelenmiş
çarşıları; çarşıların etrafına kümelenmiş mahalleleriyle, geç dönem bir
Osmanlı şehridir. Adapazarı; Aynalıkavak Çarşısı’dır; Unkapanı, Kömürpazarı,
Abacılar Çarşısı, Bakıcılar İçi, Tenekeciler Çarşısı, Türk Ticaret Bankası’dır. Adapazarı,
Köfteci Mustafa’dır; Alikoko Bozası, Mazlum Şekerleme, Gülseven Helva,
Eniştenin Ayranı’dır.
Nostalji mi dediniz? Bazıları için Hacıbaba Lokantası, Tuna Gazinosu, Karabacağın
Kahvesi, sandal keyifleri; bazıları için Cevdet Hoca, Arap Hafız, Hendekli Remzi
Efendi (4), Boşnak Hafız, ramazan geceleri…
Adapazarı, Köfteci Mustafa’dır; Alikoko Bozası, Mazlum Şekerleme, Gülseven
Helva, Eniştenin Ayranı’dır, Köfteci İsmail’dir.
Adapazarı, “her milletin kendi nakışıyla katıldığı bir seccadedir” (5) Çerkez tavuğu,
Abaza pastası, Boşnak böreği, Arnavut ciğeri, Muhacir böreği, Manavların
cevizli lokumu, Lazların hamsi buğulaması, Gürcülerin karalahana çorbası, Doğuluların
çiğ köftesi, sadece kendilerinin değil, nefis kandil simitleri kadar “anonim”dir; bu yemekler, mübalağasız, hemen her evde sofraların süsüdür.
Adapazarı, -enteresandır- üç kıtanın gölge başkenti olduğu kadar, üç ayrı imparatorluğun
da mirasçısıdır: Nehre “kraliçe-tanrıçaları Sangaryus” un adını veren
Bitinyalılar’ın (6), Beşköprü’yü inşa ettiren ünlü II. Jüstinyanus’un Bizansı’nın ve
şehrin merkezindeki Orhan Camii ile sembolleşen Osmanlı’nın. Ayrıca itiraf etmeliyiz
ki, başta Karaağaçdibi’ndekiler olmak üzere, Uzunçarşı ve şehrin muhtelif
yerlerindeki tarihi binalar, bize Osmanlı Rumlarının mirasıdır; hepsi de buram
buram Rum mimarisi kokar.
Tarihin sessiz koridorlarında gezintiye çıkacak olursanız, Adapazarı’nın “sanat
ve edebiyat” alanında da fakir ve bakir olmadığına şahit olursunuz; “çağdaş hikayeciliğin
miladı” kabul edilen Sait Faik, “Tatar Ramazan”ın yazarı romancı Kerim Korcan,
“Sarduvan” romanının yazarı, hikayeci ve şair Faik Baysal, “Hayatın
İçinden” seçtiği konularıyla geleneksel hikayeciliğimizin son ve iyi temsilcilerinden
Cüneyd Suavi, “Bir Bir Değilken” in derin ve vakur yazarı Necati Mert,
“Umursanmayan Kadınlar”ın usta hikayecisi Hatice Bilen Buğra, “Saklı”yla başladığı
edebiyat serüveni önemli eserlerle sürdüren Ayfer Tunç, denemeleri ve özdeyişleriyle
“odunu sert çağa keskin balta” Mehmed Salah ve istikbal vaad eden Ali Suad, şiirde Güvahi (7), Teymur Ateşli, Aşık Deryami, Halit Çelikoğlu, Yılmaz Güney ve Ömer Emecan, Ercan Yılmaz, Fatma Çolak, Zeynep Arkan, denemede gönülleri fethe çıkan Ömer Sevinçgül, Selim Gündüzalp ve Cihad Zafer, portrede Fahri Tuna, tarih felsefesinde İ. Erdinç Şumnu, resimde Mustafa Tömekçe, Sabiha İslam, Orhan Dayal, Şadan Bezeyiş
ve Balkan Naci İslimyeli, fotoğrafta Hüsnü Gürsel, İbrahim Zaman, Barbaros
Gürsel, Servet Sezgin ve Fatih Gürsel, hatta Saim Özel, karikatürde Sezgin Burak,
Sami Caner ve Osman Suroğlu, seramikte Melike Kurtiç Abasıyanık, müzikte Ziya
Taşkent, Zeki Gündüz, Esin Engin ve Ethem Acar, Yeşilçam’da yapımcı Hürrem
Erman, genç yönetmenler Bahadır Karataş ve Aybars Bora Kahyaoğlu; ve aklıma gelmeyenler ile birlikte, saydığım bu bir otobüsü dolduracak sayıdaki sanatçılar, “sanat ülkesinde” bir çoğu “il” olabilecek, geriye kalanı da bir “uç beyliği” üstlenebilecek klastadırlar amma; kitle iletişim araçlarının beyinleri
dumura uğrattığı bir dünyada, kendi değerlerine “kör ve sağır” bir ülkede, bu insanları kaç kişi tanıyabilmektedir?
O ayrı bir trajedidir.
Evet Adapazarı, hepimiz için, gözü kadar, eli kadar, evi kadar sahip çıkılması gereken bir kenttir.
Zira; Türkiye’nin başkenti her ne kadar Ankara ise de, gönlümüzün başkenti Adapazarı’dır.
KAYNAKÇA
1) Dersaadet: “Der: kapı, Saadet: Mutluluk, Mutluluk şehri, Osmanlı başkenti İstanbul’a verilen bir isim”
(Ana Britannica, c.7, sh.174)
2) Yahya Kemal’in bir beyiti, aslı şöyledir “Ne Harabi’yim, ne Harabati’yim / Kökü mazide olan atiyim”,
ati: gelecek,
3) Necati Mert, “Bağ Çorbası”, Milliyet Gazetesi İl İl Türkiye Ansiklopedisi, c.3, sh.788
4) Cevdet Hoca, Arap Hafız, Hendekli Remzi Efendi: Şehrin kültürel kimliğine önemli katkıları bulunan üç şahsiyet,
ilki Mehmed Salah’ın, ikincisi Mehmet Gölhan’ın babası.
5) Necati Mert, “Bağ Çorbası”, Milliyet Gazetesi İl İl Türkiye Ansiklopedisi, c.3, sh.788
6) Bitinyalılar: “Milattan önceki asırlarda Bursa, Bolu, Sakarya ve İzmit toprakları üzerinde yaşamış bir devlet”,
(M. Erendil, Dünden Bugüne Sakarya İli, sh.11)
7) Mehmed Güvahi: (?-1526), Osmanlı divan şairi, Geyveli, atasözlerini şiire uyarlamasında gösterdiği ustalıkla
tanınmıştır. Pendname adlı kitabı vardır. (Ana Britannica, c.10, sh.214)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.