• İstanbul 14 °C
  • Ankara 20 °C

Mahallemizin Takımında Oynamak Namus Borcumuzdu Bir Zamanlar

Fahri TUNA

Seksenler’de mahallenin koordinatlarını bakkallar ve kahvehaneler belirlerdi.

Mahalleler o zamanlar bakkal ve kahvecilerden sorulurdu; mahalle sakinleri hakkında MİT kadar, CIA veya KGB kadar derin ve doğru bilgilere sahiptiler onlar. Kim güvenilirdir, kimin sözü senettir, kimden kız alınır, kime kız verilir.

Seksenlerde ‘aile’ kavramı öndeydi, ‘birey’ ikinci, hatta hatta üçüncü plandaydı.

O zamanlar mahallelerin x yönündeki koordinatları kahvehaneler, y yönündeki ölçüleri bakkallardan ibaretti; Orhan Bakkal (Kabukçu Burhan’ın ağabeyiydi), Laz Bakkal (Süleyman Demirel’den daha çok AP’liydi ve tam bir Oflu şivesiyle konuşan, Halk Partililere sigara satmayan, dünya tatlısı bir amcamızdı), Aziz Bakkal (ki nur yüzlü amcamdı), Necmettin Bakkal (Artvinli Gürcü çok hoşsohbet bir amcamızdı), Şaban Bakkal (ki Kınalı muhaciriydi, merhamet abidesi bir amcaydı, bir on dokuz mayıs sabahı kalp krizinden kaybetmiştik)…

Raşit’in Kahvesi (Dibektaş caddesi sonlarında, ki sosyalistlerin mekânıydı, sosyal demokratları bile almazlardı zahir), Ersin’in Kahvesi (eski Kandıra caddesi üzerinde), Ekrem’in Kahvesi’ (yine Eski Kandıra Caddesi üzerinde, Değirmen’in karşısında), ‘Yumurta Kemal’in Kahvesi’ (Ulucami yolunda), ‘Aziz’in kahvesi’ (Adil sokağın sonunda)…

Elbette çayhaneydi onlar. Da, müdavimleri pişpirik, altmışaltı, okey oynar, saatlerce de kalkmazlardı. Hafta sonları gündüz on birde oyuna oturup, yemeğe, tuvalete bile kalkmayıp gece yirmi dörtte oyun masasından kalkanlara, açlığını da lahmacunla geçiştirenlere çok rastlanırdı.

Bu satırların yazarının ‘kız tavlası’ bile bilmediğini söylersek, kahvehanelerle yakınlığını da tahmin etmiş olursunuz!

Delikanlı adam mahallesinin takımında oynar

Seksenli yıllarda şehirlerimizin hemen her mahalle kahvesinde bir de futbol takımı bulunurdu; hâlâ ne anlama geldiğini anlayamadığım ligden, kümeden takımlardı bunlar: Gayrı Federe Kulüp! Yirmi yedi mahallesi olan bizim şehirde sayısının yüz yirmi kadar olduğu söylenirdi ki, makul ve muhtemel bir rakamdı bu.

Ne federeden haberimiz vardı, ne de gayrısından! Ama bir şeyi iyi biliyorduk; mahallemizin bir gayrı federe kulübünde oynamak, Galatasaray’da Fenerbahçe’de Beşiktaş’ta oynamaktan farksızdı bizler için. Çünkü bizim dünyamız mahallemiz kadardı ve üç büyükler bizim mahallemizde değildiler; sadece televizyon haberlerinde, gazetelerin arka sayfalarındaydılar ama mahallemizin takımı hava kadar, su kadar, adımız soyadımız, evimiz barkımız kadar gerçek, hemen şuracıkta ‘yakınımızda’, günde üç öğün önünden geçtiğimiz kahvehanemizdeydi.

Askere giden nasıl  ‘vatani görevi’ni yerine getiriyorduysa, en az onun kadar kutsal ve önemli bir görevi yerine getiriyorduk, mahalle takımımızda oynayarak: kutsaldı gerçekten bizler için o forma; zaten iki forma kutsaldı hepimiz için: Biri A milli takımın (o Kafdağı’nın arkasındaydı zaten), diğeri mahallemizin takımının.

Nüfusu beş bini aşan bizim Ozanlar’ın üç takımı vardı: Ozanspor, Adil Gençlik ve Adagücü.

Mahallemizin ağır ağbilerinin takımı: Ozanspor

Mahallemizin adı Ozanlar ya; mahallenin merkezindeki ‘Ersin’in Kahvesi’nin takımıydı Ozanspor; daha çok mahallenin eskilerinin, ‘ağır ağbileri’nin takımıydı. Takımın başkanı ‘Aytaç’ ağbi’ydi, esnaftı, zannederim torna atölyesi vardı. Lakabı ‘Başkan’dı. Yardımcısı ‘Nahit ağbi’ydi, Nahit Pehlivanoğlu. Nahit ağbilerin Karaağaçdi’nde ‘para kesen’ bakkal dükkânları vardı. O zamanlar, yani Seksenlerin başlarında atölye, dükkân sahiplerine ‘varlıklı/zengin’ gözüyle bakılırdı. Takımın yükünü bu iki ağbi çekiyordu; daha doğrusu ne yükü varsa…  on yılda bir takım forma!

Mavi lacivertli takımda esas ağbiler oynuyordu; kalede Kabukçu Burhan vardı: Burhan ağbi ‘delikanlı başı’ydı aynı zamanda. Mahallenin her şeyi ondan sorulurdu; daha doğrusu mahallenin her şeyini o sorar sorgular, racon keserdi. Canı istemezse, işi varsa meselâ, yedeği Tomajevski Suat oynardı. Ağırbaşlı karakterinin aksine Suat inanılmaz çevik ve çabuktu, ‘Kedi’ lakabını hak edercesine. Onun da yedeği Bombili Cavit’ti

Hepimizin Lakapları vardı o zamanlar; lakapsız kişiye özürlü gözüyle bakılırdı sanki

Seksenlerde sanki herkesin bir lakabının olması mecburi gibiydi; lakabı olmamak engeli olmak, özürlü olmak gibi bir şeydi. Bir özelliğinizden ötürü bir lakap takıverirlerdi; amme vicdanının belirlediği bu lakaplar genellikle de ‘cuk oturan’ türden olurlardı.

Canavar Orhan, Dımıtlı Ekrem, Croyf Fahrettin, Çolak Orhan, Ayala Sezai, Şalvar Hasan, Memiş Mükremin, Çakır Sabahattin o günlerin Ozanspor’undan aklımda kalan isimler. Hemen hepsi otuz yaş civarındaydı ama kaptanları benimle aynı yaşta, bıyıkları henüz çıkmış, yirmiyi daha yeni devirmiş ‘akıl küpü’ durumundaki Şalvar Hasan’dı Ozanspor’un. Hayret edilecek bir şey; herkes kendilerinden 8-10 yaş küçük bu afacan delikanlının sözüne ‘tam riayet’ ederdi.

Ozanspor’un genç takımını kurmak da bana düştü, birkaç sene sonra; 16-17 yaş grubunu toparladım, Ozanspor’un mavi-lacivertli eski formalarını da teslim alınca takımım da tamam olmuştu: Ekici Osman’la kardeşi İbrahim, Gebeşoğlu Ömer, Lazların Ali ile Ömer, Fruko Faruk, Kesik Fahrettin! Genç Ozanspor Takımının başkanı, teknik direktörü, kaptanı mı kim? Söyleyeyim: Mahallede kızların arasındaki lakabıyla ‘Sırık Fahri’, yani bu satırların yazarı… boy 1.73’de olsa, kollar leylek gibi, kilo da 66… sırığa benziyormuşuz demek!

İpkoparan’da Aziz Kahvesi, Aziz’in Kahvesi’nde Adil Gençlik

Sait Hoca (ki bilinmez meşhurudur mahallenin, adını hepimiz biliriz de, cismini görenimiz, hatırlayanımız yoktur) Altmışlı yıllarda bakmış mahallenin arka tarafı hızla çoğalıyor, her sene bir iki sokak eklemleniyor, ‘ipini koparan da geldi buraya, iyice İpkoparan oldu buralar’ dediğinden beri Ozanlar mahallesinin proleter kesimine İpkoparan denir olmuş zahir, gayrı resmi olarak!

İpkoparan’ı ortadan bölen bir sokak vardır; en afilli, en merkez, en canavar sokaktır; sanki Bağdat caddesi anasını satayım, öyle önemli: Adı Adil sokak. Şeker mahalle Dibektaş caddesinden başlar, gider gider, Aziz Bakkal’ı, Necmettin Bakkal’ı, Şaban Bakklal’ı da alır içine, T (yazıyla te) bir noktada bitiver, duvara toslarsınız; duvar dediysek Aziz’in Kahvesi’nin bahçe duvarına. Aziz ağbi aslında kahvehanede neredeyse hiç durmaz, kardeşi Ahmet vardır her zaman. dolgun, 1.80 boyunda, yakışıklı, merhametli, yufka yürekli, tertemiz bir Karadeniz delikanlısıdır Ahmet.

Herkes sever Ahmet’i, para ikinci plandadır Ahmet için; çay taze değilse satmaz! Ben de sırf Ahmet’i sevdiğimden gitmişliğim vardır kahvehaneye. Aziz ağbi az gelir zaten, kabadayıdır, kavgaya hazır gibidir.

Kahvehanede iki oda vardır: Birisi kömürlük, diğeri Adil Gençlik’in bürosu. Formaları da siyah-beyazdır.

Galli Osman, ağabeyi Çaçaron Enver, libero Nurettin, Raif ağbi, Mevlam Refik, Kıvırcık Nevzat, P.ç İsmail ilk aklıma gelen iyi oyuncular. Santrafor Raif ağbinin her iki ayağıyla mesafe tanımaksızın attığı şutları ve gollerini unutamam!

Bir de başını Osman ağbinin (Galli) çektiği, hemen her maçın ikinci yarısında yaşanan mahalle kavgalarını.

Sosyalist kahvehanenin şanlı takımı: Adagücü’müz!

Ben sosyolojik olarak Ozanspor’a, mekânsal olarak Adil Gençlik’e yakındım halbuki. Nedendir, nasıldır, niçindir bilinmez ben kendimi-nasıl olduysa- Adagücü’nün kırmızı-beyazlı formasını sırtına geçirmiş bir mahalle delikanlısı olarak buldum.

Raşit’in Kahvesi, Dibektaş caddesinin ortalarında, hem İstiklâl, hem de Ozanlar mahallelerine sırtını dayamış özerk ve özgün bir kurumdu: Sadece sosyalistler müdavimiydi. Cumhuriyet’ten başka gazete girmez, giremez, (anayasamızın ilk üç maddesi misali), sokulması akıldan bile geçirilemezdi. Raşit ağbi, orta yaşlı, her Cumhuriyet okuru gibi bıyıksız ve matruş, her zaman ciddi ve asık suratlı biriydi. Adagücü işte bu kahvehanenin takımıydı.

Sosyalist olmayan kahvehanenin kapısından da giremez, takımın formasını da sırtına geçiremezdi ya; Büyük Doğu kökenli Fahri Tuna o takımda yıllarca nasıl oynadı, ben de bil(e)miyorum doğrusu. Kuvvetle muhtemel Yorgancı Hamdi’nin göz ağrısıydım; bütün şüphe ve dışlamalara rağmen onun desteğiyle forma giyebiliyordum!

Adagücü’nün efsane kadrosu!

Kalecimiz Evlat Nevzat’tı. 1.65 boyuna rağmen iyi kaleciydi, boy fukaralığını inanılmaz çevikliğiyle kapatıyordu. Yedeği de Atilla’ydı.

Sağbekimiz, Adagücü’nün efsane başkanı, teknik direktörü, kaptanı, malzemecisi; velhasılı takımımızın her şeyi Yorgancı Hamdi ağbiydi. Yılmaz Güney’in Adapazarı şubesiydi adeta; onun gibi filinta gibi ince uzunca boylu, ‘Çirkin Kral’ın aksine yakışıklı, bakışları ile konuşan, ağzından kerpetenle laf alınabilen, konuştuğunda da kanun gibi adamdı Hamdi ağbimiz.

Stoper Barbo Kemal, libero Karga Turan, solbek Çolak Cemal, bazen de Melih oynuyordu. Orta sahamızın kralı Parmak Mehmet’ti. Sanki GS’lı Mehmet Oğuz gibiydi yani maestro. Kuyumcu Kamil’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Üçüncüleri de Naci Tekin’di.

Forvetimize gelince; sağ açık gelmiş geçmiş amatör kümelerin (federe/gayrı federe fark etmez) en hızlı açığı Şembil Nuri, santrafor hemen her hava topunu alabilen Nalıncı Sadi, solaçık Sırık Fahri (galiba biraz ben oluyorum) oynuyordu.

Takımda üç mühendislik fakültesi öğrencisiydik: İnşaat mühendisliği okuyan Sadi Nalıncıoğlu, Elektrik mühendisliği okuyan Naci Tekin ve Endüstri mühendisliği okuyan

17.01.2013

Bu yazı toplam 1353 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim