• İstanbul 20 °C
  • Ankara 24 °C

Engelli İnsanımızın Hayatına Yolculuk Hikâyeleri: ŞEREF ABİ

M. Ali ABAKAY

“Bardak oluruz sürahi eğilsin.” derdi, mütevazılığından yana sitem eden dostlarına, Şerafeddin, “İki günlük dünyaya ‘aşık kesilen, âşkdan ne anlar ki ne yaşasın!..”

Bazen o denli güzel sözler söylerdi ki kişi, onlarca kitabın özetinin bu güzel, dâhiyane sözlerde olduğunu var sayardı: 

-Kendinizi o denli kaptırdınız iki günlük dünya hayatında, sadece yemek içmek gezmek yaşamakla hayatı sananların ölümü düşündüğü yok. Siz, yüzünüzden aç, perişan kalan, yoksulluk içinde yaşayan, bir lokma ekmeğe, bir yudum suya hasret giden insanlık için ne cevap verebilirsiniz? Bu nasıl mantıktır ki üzerine bomba yağdırılan insanların kaçışından zevk alan kan seviciler, kendi kirli ruhlarını daha karartacak günahlar işlemek üzerine, her yaşadıkları günü kutsar, ma’budlarından daha fazla kötülük işledikleri için iltifat bekler.

İşte beni yüreğimden,  can evimden vuran bu tür açıklamaları, kendisine karşı olan saygımı daha artırıyor, aramızda kimsenin bilmediği dostluk, zaman içinde ilerliyordu. Fazla samimiyet, bazen dostluğun vuslattan uzak düşmesine hicrana dönüşmesine sebep oluyordu:

-Kişi, kendisine fazla muhabbet beslendiği zaman, nefsine yenik düşme ihtimalini fikretmeli, bu sebeple hakkında fazlaca muhabbet duyandan uzak durmalı ki kendisi kul iken şeytan kesilmesin, insan başında. Baktın ki sen, kendine olan saygıdan memnuniyet duymaktasın, köpek kıl nefsini, yemekten kesilsin, bir ekmek için dilenmeye muhtaç olsun kapılarda. Şimdiki insanlık, kutsanmış şahsiyetine taç giydirenleri, kendisine naîb tayin etmiş.

Şimdi bu sözleri hangi felsefeciden dinleyeyim, hangi psikologdan okuyayım, hangi aydından işiteyim, hangi âlimden duyayım.

Şerafeddin, gönül dostumuz kendi halinde, önünde birkaç kutudan oluşan, günlük geçimini sağlamak üzere sattığı sakız, bisküvi, teşbih ve kalemden mürekkep malzemesini, yaşamın maddî sıkıntıları için sermaye görüyordu:

-Ha bana yiyecek ekmek olaydı, içecek su kalaydı satmazdım, bu nesneleri…

Kendisinden alış veriş ederken, istediğinizden sadece birini alırsınız, ikincisini alamazsınız. Belirlediği fiyatın üstündeki para teklifinizi kabul etmez, paranın üstünü almadığınız taktirde, istediğinizi almanız mümkün değil:

-Ben, isteneni önce vermem. Parayı aldım mı üstü varsa veririm. Yoksa fazlası haramdır.  Malzemeyi paradan sonra veririm ki kişi fazla parayı bırakıp gitmesin. Zavallı, bana birkaç kuruş para verecek ve firavunlaşan nefsini birkaç kuruşun sevabıyla aklayıp paklayacak.  Bu ne rezil davranıştır ki kişi, kendi kendini kandırmaktadır…

Şerafeddin, benim için üstad idi, hoca idi, akademisyendi, felsefeci idi, siyasetçi idi, baba idi, ruhuma ışık, menzilime sultan idi:

-Oğlum, bilseydin oynanan oyunları, hayret içinde yaşadığın ülkeyi terk ederdin. Terk edersin de gittiğin yerde farksız olanı mı var? Her yerde insanlık, birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul. Herkes eskiden beri var olagelen iktidar hırsını tatmin etmekle meşgul. Daha önceki krallar, hükümdarlar, padişahlar, şehin-şahlar, bilmem ne karın ağrısı adamlar, daima kısa ömürlerinde saltanat topraklarını genişletmek ve kendilerine biat için daha fazla insan kellesinin sayısını önemli tutmuştur. Şimdi kişiler, dün eleştirdikleri firavunlardan ve  nemrudlardan daha zalim, daha kan dökücü, daha gaddar olmuştur. Dünyaya karşı yalan söyleyenler, bunca teknolojiyi kendi menfaatlerine esir kılmıştır. Daha önce bir haber geldiğinde araştırılırdı, kaynağı tespit edilirdi, sonradan kabul edilirdi. Şimdi televizyonun sahibi o, haberi yazdıran o, yayan o, söylediğine iman edilmesini mecburi kural haline getiren o. Gazetesi de dergisi de aynı şeyi söyler. Bunu kabullenmeme isyancı olmanı sağlar kabullenmen esareti kabullenmenin işareti olur.

Şerafeddin, arada bir kendisinden beklenmediği halde bir musıkî eserini seslendirir, etrafına toplananlar, şahsından bu eseri beklemez:

-Evlâdım, bakma arada bir can sıkıntısından bir parça patlatırım. El, beni “delü” sansın, umurumda değil. Bunu yapmasam, buralarda duramam, insanlardan ayrı düşerim. Çıkarım bir adamın karşısına içimden geleni söylerim, al sana mahkûmiyet. İçerisi güzel de delilerle beni bir arada tutarlar, anlamazlar ahvalimi. Sizlerden ayrı düşerim, bu bana oldukça gıran gelir, sırtımdaki esvab kefenim olsun ki hilaf söz söylemem.

Şerafeddin Abi, ellisinde biri. Kim kendisini ikna etmişse çakmaklara hava gazı doldurmaya başlamış. Sonra sigara içenlere hizmet olan bu çakmak gazı ticareti son bulmuş:

-Ne bileyim ben bu işi. İki gün sürdü. Sigara içenin kendisine vereceği zarara ben ortak olmak istemem. Adam, sigara içecek, verdiğim çakmak gazıyla. Bu iş olmaz dedim. Olan zararım önemli mi?

Aldığı üç tüp küçük gazı da bana verdi, evde sadece yemek için çakmak kullanma ruhsatıyla verdiği hediyeyi kabul ettim. Nihayetinde bir tüp çakmak gazı, üç sene bitmez. İki tüpü satın aldığı dükkâna verdim:

-Hidayet, garibime bu tüpleri vermişsin.

Hidayet, okul arkadaşım, boynunu büktü, ezildi, büzüldü:

-Hocam, günde sattığından kazandığı para ekmeğine yetmez bile. En azından ben çakmaklar için gazı verirken karnını doyursun istedim, garibin. Madem sigara içenlerin günahına ortak olmuyorsa kabul ederim…

-Hidayet parasını da alıver, bendekinin.

Kabul etmedi, Hidayet:

-Hocam, nasıl alırım, parayı. Zaten bir kaç kullanımlık. Olur mu, yaptığın?

Hidayet’e teşekkür ederek ayrıldım, bakkal dükkânından. Ertesi gün, tekrar yolum üzerinde olduğu için, geçerken birkaç kitap vererek, en azından Hidayet’in yaptığı jestin karşılıksız kalmamasını arzuladım:

-Hidayet, yarın kısmette varsa görüşürüz, selametle!..

Hidayet, oldukça memnun kaldı, bu görüşme faslını ifade etmeme. Ortaokul ve lise arkadaşım. Biz, okuma imkânı bulduk ya da kısmetimizde vardı. O, baba mesleği bakkaliyede karar kılmıştı. Nihayetinde küçük bir ilçeydi, kaldığımız yer. Büyük köy olan ilçemizde ne kitap vardı ne doğru dürüst öğretmen. Birkaç kişi, içinden düştüğümüz kuyudan kurtulmuş, belli yerlerde maaş sahibi olmuştuk.

Hidayet, gerçek adı değil, Şerafeddin Abi’nin arkadaşımıza verdiği isim. Bu sebeple kendisine hep bu şekilde hitap ederiz:

-Hidayet!..

-Hadi Abi!..

Arada bir Hidayet ve Hadi arasında bir bakarsınız isim Halid olmuş. Arakadaşımız böylece H ile başlayan her isme duyarlı hale gelmiştir:

-Yav Hoca, artık Halid diyen var işi Hüsam’a kadar götüren var. Hidayeti, Hadi’yi haydi Halid’i kabul ettim de Hüsam içime sinmedi. Aklıma hep cinler gelir, dağın dorukları gelir, ne bileyim işte. Kurban olayım, Şemso’ya dönmek üzereyim. Hani senin yazdığın hikâye.

Evet, Şemso’yu okumuştum, Hidayet’e. Nereden aklına esmişse, hikâyeyi benimsediği için şimdi Hüsam ismine takmış, kafayı.

Şemseddin’i yakından tanıyan Hidayet, aşağı sokağın meşhur bakkalıydı. Çocuklara para verip, “Şemso şemso!..” diye tempo tutturan şahıs.

-Aman, bak  yediriyorsun, yatırıyorsun, Şemso ile barışmışsın, ismin Hidayet konulmuş. Belki günahlarına keffaret olur, bu. Biri Hüsam demişse boş ver, gitsin.,

Hidayet, mahalle rekabeti sonrası yaptığından tövbe etmiş, Şemseddin’e ihtiyacı olan ne varsa yardım etmiş, onun delirmesine sebebiyet verdiği için üzülmüş, Şerafeddin Abinin isteği üzerine Şemseddinin ne ihtiyacı varsa Hidayet karşılar olmuş, yaptığı bu dönüşle ismi de doğal biçimde değişmişti.    

Sabah evden çıkıp Hidayet’e söz verdiğim kitapları dükkâna bırakırken çırağa patronu sordum:

-Oğlum, Hidayet nerede?

Ağladı, çocuk iç geçirerek:

-Şeref Amca ölmüş. Onu yıkamaya gitti.

 

01.09.2014 

Bu yazı toplam 705 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim