• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

Kimlik Üzerine Birkaç Not

Önder SAATÇİ

Son günlerde gündemin başköşesine oturan kimlik tartışmalarını dikkatle ve bir o kadar da ibretle takip ediyorum. Cumhuriyet’in 90. yılında Türkiye’nin yakın siyasî geleceğinin böylesine keskin bir şekilde tartışılması bana göre oldukça manidar. Yalnız kanaatimce, Türkiye’nin kimlik sorunu bir ayağı eksik tartışılıyor.

Bu mesele bir taraftan “Kürt” kimliğinin kabulü veya inkârı bir taraftan da “Türk” kelimesinin anayasadaki yeri üzerinden münakaşa ediliyor. Oysa sorunun çok daha farklı boyutları da var. Bugünün Türkiye’sinin, Osmanlı’nın cesedi çiğnenerek yapılandırıldığı, ulus-devleti tahkim etme ve Batılı çağdaş değerlere yamanma sürecinde asıl reddedilenin “Müslüman” kimliğimiz olduğu hep göz ardı ediliyor. Milletçe hangi toplum mühendisliği projelerine tabi tutulduğumuz ve dinimizin bizden nasıl çalındığı nedense gözden kaçırılıyor. Bu yüzden, kimlik tartışmalarında “Türk” kimliğini vurgulayanların “Müslüman” kimliğimizi hiç ağızlarına almayışları büyük eksiklik. Meçhulümüz olmamakla birlikte bu hususun altının çizilmesi elzemdir. Milliyetçiliğin baştan beri İslâmı bir kimlik meselesi olmaktan ziyade kültür unsurlarından yalnızca biri ve diğerleriyle aynı kefede görmesi bugün de sırıtıyor. Milliyetçiler İslâmdan soyutlanmış bir “Türklük” kavramının tek başına yeterli olmadığını artık görmeliler. Tarihî gerçeklerimizle de bağdaşan “Müslüman-Türk” terkibini teklif edip işlemedikçe bu tartışmada gerçek bir taraf ve kitlelerinin duygularına tercüman olamayacaklar. Bu terkibin içini doldururken de soy sop saplantılarına bulaşmadan İslâmın, bütün müminleri bir potada toplayarak önce “kardeş” sonra da “millet” kılan ilahî ve ebedî mesajını iyi okumalıdırlar: EY  MÜMİNLER, ALLAH'IN  İPİNE  SIMSIKI  SARILIN  VE  HİÇ  AYRILMAYIN...(Al-i İmran suresi: 103. ayet)

Bu tartışmalarda göz ardı edilen bir husus da globalleşmenin getirdiği sorunlar. Dünyaya açılmanın sınır tanımadığı, lüksün ve refahın tek belirleyici olduğu, boşanmaların evlilikleri geçtiği, akrabalık ve komşuluk gibi değerlerin yozlaştığı bir hayat düzeninde toplumun, dolayısıyla “millet”in, üzerine oturduğu zeminin ne kadar kayganlaştığını herkes iyice anlamalı artık. Kimsenin kendini bir diğerine muhtaç hissetmediği ve kendi değerlerine yabancılaşmanın tavana vurduğu bir ortamda hangi sosyal dayanışmadan, hangi millî kimlikten söz edilebilir ki!..

Nihayet, terörün masum bir yüzünün de olduğunu(!) göstermek için kırk takla atan libareller, son otuz yıldaki terörün sırf Kürt kimliğini kabul ettirme kavgası olmadığını, bunun federalizm, Kürtçe eğitim, vb. tavizlerle aşılamayacağını artık idrak etmelidirler. Liberal aveneleri gibi Marksist gelenekten gelen ve temsil iddiasında bulundukları Kürt kökenli vatandaşlarımızın değerlerinden fersah fersah uzak olan Kürtçüler de içinde yaşadıkları  ve her türlü nimetinden faydalandıkları bir toplumun siyasî bütünlüğünü ve toprak birliğini bozarak hedefe ulaşamayacaklarını, Meclis çatısı altında ayrılıkçı siyaset gütmenin adını “barış” koymanın da kimsenin gözünü boyamadığını bilmeliler.

 

Sahi, kim kime küsmüştü de barışıyor?...

 

15.04.2013

Bu yazı toplam 1198 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim