• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Uluslaşırken Yozlaşmak

Önder SAATÇİ

 

Millî şerefini ve insanlık haysiyetini çiğnetmemek için İstiklâl Harbi’nde büyük ve ağır bir bedel ödeyen Türk milletine çıkarılan fatura yangın yerine dönen ve fakirleşmiş bir Anadolu’dan ibaret değildi. Türkler Millî Mücadele’den sonra, asırlar içinde elde ettikleri millî kimliklerini de yeniden tanımlamakla karşı karşıya kaldılar. Türkler bu devirde, devlet eliyle yazıdan dile, giyim kuşamdan hukuka, inançtan ve ibadetlerden günlük hayata kadar uzanan bir dizi toplum mühendisliği “harika”larıyla tanıştılar. Devlet eliyle girişilen inkılâp hareketleri (Devrim de denebilir.) Türk milletinin bugünlerini dahi kuşatan geniş ve derin tesirleri de beraberinde getirdi. Zaten, inkılâp hareketlerine kalkışanların da plânı ve hesabı bundan başka bir şey değildi. Bu pencereden bakılırsa “Türk inkılâbı” dört başı mamur bir harekettir!..

“Türk inkılâbı” her şeyden önce öze dönüktür. Hatta Müslüman Tükler cumhuriyetle birlikte artık bir millet değil, ulustur! Bu “ulus”un kökleri Hititlere, Sümerlere kadar dayanır(?) Hatta, Türk tarih teziyle, neredeyse bütün milletlerin kökü bir şekilde Türklüğe çıkarılır(!) 1930’larda okullarda okutulan tarih dersleri bir taraftan İslâmı dışlayan, bir taraftan da bu gibi vehimleri genç dimağlara işleyen telkinlerle doludur. Bugünkü toplumumuzda hâlâ daha Sümerlerin, Kızılderililerin Türklüğünü bir iman derecesinde bellemiş insanlarla karşılaşmak bundandır. Merhum sosyolog Erol Güngör bu resmî tavrın, Batılıların, Türkleri barbar sayıp Anadolu’dan atmaya yönelik ezelî emperyalist politikalarına bir tepki olduğunu ifade eder. Kısacası, Türk milleti bu devirde, Merhum Mümtaz Turhan’ın ifadesiyle, bir “mecburî kültür değişikliği”yle yüz yüzedir.

Toplum üzerinde gerçekleştirilen bu gibi sarsıcı hareketlerin elbette günümüze aks eden millî, ahlakî ve sosyal birtakım sonuçları vardır. Her şeyden önce, uluslaştırma politikaları Türk milletinin, tarihinden getirmiş olduğu sosyolojik yapıya, yani Türk dünyasına yabancılaşmasına yol açmıştır. Bu yabancılaşma bugünkü hürriyetler ortamında dahi tamir edilemeyecek boyuttadır. Cumhuriyetle beraber “Türklük” Anadolu sınırlarına hapsedilmiş, Türklüğün tarihi ise İslâm tarihinden koparılarak yukarıda kısaca temas ettiğimiz belirsiz ve destansı bir maziye bağlanmıştır. Bu, kelimenin tam manasıyla bir yozlaşmadır ve günlük hayattaki yansımaları vahimdir. Türk - İslâm medeniyetinin neş’et ettiği (oluştuğu) Semerkand, Buhara, Urumçi, Tebriz, Gence, Kerkük, vb. ata yurtları bugün, Türk toplumunun küçümsenmeyecek bir kesiminin meçhulleri arasındadır. Horasan ve Bahçesaray ise hafızalarda yalnızca birer ücra Anadolu ilçesi… Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden gelen ve gözü birazcık çekik olan insanlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının birçoğunun sorduğu ilk soru da şudur: Siz Japon musunuz, yoksa Çinli mi?..

Uluslaştırmanın Türk toplumu üzerinde ahlakî sonuçlarını da görmezden gelemeyiz. Cumhuriyet, bir taraftan tebalarını “yurttaş” kılıp “ulus”laştırırken bir taraftan da “millet” kavramının içini boşaltmış; bununla da yetinmeyerek dini toplum hayatından atmaya, o da mümkün olmazsa kuşatılmış bir caminin kalın duvarları arasına sıkıştırmaya azmetmişti. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesi önündeki engellemeler 30’lu ve 40’lı yıllarda devlet terörü denecek seviyededir. Dinde reform gayretkeşliği de cabası. 1927’ye gelindiğindeyse Türk millî eğitim sisteminde artık ne din dersi vardır ne de meslekî din eğitimi. Millî eğitim sistemindeki din aleyhtarı bu tavır, ulusçuluk ve modernizm(çağdaşlık) propagandasıyla da birleşince ortaya “rakı şişesinde balık olma”ya özenen bir insan tipi çıkarmış; neticesinde de vicdanlardan, dini ve Allah korkusuna bağlı bir ahlâk anlayışını silip süpürmüştür. Dinle mukayyed(bağımlı) olmayan lâik devlet eliyle kurulan ve yönetilen Millî Piyango kumarı, Bankalar faizi ve devletçe denetlenen genelevler de zinayı vicdanlarda aklamıştır!..  Bütün bunların mahsulü ise “çağdaş Türk insan”ının giriştiği yolsuzluklar, devlet malının türlü yollarla talan edilmesi, para karşılığında sahte çürük raporları düzenleyen çeteler, çıplaklığın ve içki içmenin ilericilikle bir tutulması, basının bürokrasi ve büyük sermayeyle iş tutması, torpil, adam kayırma, rüşvet ve daha nice ahlâksızlıklar...

Türkler uluslaşırken toplum olma bilincini de kaybetmişlerdir. Bugün için, şanı yüce “Türk ailesi” artık mazideki bir tatlı hatıradır. Türkiye’de uluslaştırma projeleri millî bütünlüğü tesis etmek şöyle dursun, aileyi dahi bir arada tutamamıştır. Günümüz Türkiye’sinde boşanmalar evlenmeleri geçmiş, cinayetlere varan aile içi şiddet had safhaya ulaşmış, aile ocağı sığınılan bir mukaddes yuva olma vasfını kaybetmiştir. Bugünün Türk ailesi yeni nesillerin ilk mektebi asla değildir. Okulsa aile değerlerini alt üst ederek Müslüman Türk toplumunun bugünkü hazin akıbetini hazırlamıştır. Okullar, yakın geçmişte ateizm ve komünizm propagandalarıyla çalkalanırken bugün de gençler için sayısız tuzakla doludur. Kötü alışkanlıklar ve kötü arkadaşlar okullarda edinilmektedir. Kemalist yönlendirmelerle dolu ders müfredatları ve uygulamaları çocuklarda sağlıklı bir ruh ve fikir gelişmesini sağlayamamaktadır. Temelinde manevî zenginliklerimizin olmadığı bir eğitim sistemiyle yeni nesiller her geçen gün yaşadığı toplumun değerlerine biraz daha yabancılaşmakta, ondan bir adım daha uzaklaşmakta, hatta manevî değerlerimize düşman olmaktadırlar.

Velhasıl, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.

Vesselam...


27.05.2013

Bu yazı toplam 1099 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim