• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Reform

Önder SAATÇİ
Hükûmetlerin yaptıkları icraatları reform diye tanıtması Türkiye’nin yakın geçmişinde az rastlanır bir durum değil. Her hükûmet, elbette bir daha seçilmek istediğinden, yaptığı işi allayıp pullamayı pek sever. İcraatlar da reform olup gider. Tıpkı eğitimde 4+4+4 sistemi gibi.
Gelmiş geçmiş Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin bir meziyeti(!) de alt yapıyı oluşturmadan büyük icraatlara kalkışmak. Bunu yeni eğitim sisteminde de görmek mümkün. Kayıtlar her yıl haziran ayında gerçekleşirken bu sene ağustosa kadar sarktı. Okulların öğrenci alacakları çevreler uzun zaman belirlenemedi. İlân edildikten sonra da birkaç kere değiştirildi. Çocuğumu okula kaydetmeye gittiğimde okuldaki müdür yardımcısı bir veliye, çocuğunun kayıt dosyasını veriyordu. Yeni adres düzenlemesine göre çocuğun, meğer başka bir okula kaydedilmesi gerekliymiş. Bütün bunların, kayıtların açılmasından sonra olması tamamıyla hak ihlâlidir. Kazanılmış hakların geri alınmaması icap eder. Bu karışıklıkların ucu yine hükûmete dayanıyor. Bütün bu düzenlemelerin en az bir yıl önce tamamlanması gerekliydi.
Yeni sisteme göre “ortaokul” kavramı yeniden hayatımıza giriyor. Ancak Isparta’da(belki daha başka illerde de) hangi okul binalarının ortaokul olarak kullanılacağına çok geç karar verildi. Alınan kararlar değiştirilip durdu. Bütün bunlar velilerin tepkisine sebep oldu. Yıllardır aynı ilköğretim okulunun hem 1. hem 2. kademesine çocuğunu gönderen veliler resmî makamlara başvurunca bazı okul binaları eskisi gibi ilköğretim modelinde eğitime devam edecek. Halbuki 8 yıllık kesintisiz eğitimin en büyük problemi 5 yaşındaki anaokulu çocuğuyla 15 yaşındaki ergenlik çağı çocuklarının aynı ortamda eğitim görmesiydi. Yeni sistem buna kalıcı bir çözüm getirmiş olmadı. Bu sistemin tam manasıyla yerine oturması için okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretimin tamamıyla birbirinden farklı okul binalarında yapılması imkânlarının sağlanmasına ihtiyaç var. Bunların elbette kamu maliyesine bir yükü olacaktır. Ama bunlar gerçekleşmeden de sistemden verim almak mümkün değil.
Hükûmet, 4+4+4 sistemini tanıtırken çocukların erken yaşta örgün eğitime alınmasını, onların zihinlerinin öğrenmeye açık olduğu ön kabulüne bağlıyor. Ancak anne şefkatine ve aile yuvasına doymadan bir çocuğun okul ortamına çekilmesi, toplumdaki sosyal bunalımları körüklemekten başka bir şey değil. Bu gibi adımların sonuçları uzun vadede toplumda gözlenecektir. Tuvalet ihtiyacını kendi başına gideremeyecek durumdaki çocukların anaokuluna ve ilkokula alınması için bu kadar aceleye gerek yok. Kaldı ki yeni sistem öğrencinin öğrenmeye hazır olduğu düşüncesinden hareket etmekle beraber ne hikmetse okuma yazma öğretmeyi elden geldiğince geciktiriyor. Bunla birlikte, yabancı dil dersinin de çok erken yaşlarda başlatılması plânlanıyor. Yani, neredeyse çocuklarımız Türkçeden evvel İngilizce öğrenecek.
Yeni sistem bazı yeni dersleri de okullarımıza getirdi. Kur’ân-ı Kerîm, siyer ve Kürtçe dersleri artık seçmeli olarak okutulacak. Bu derslerden Siyer ve Kur’ân mecburî olmalıydı. Yalnızca gayrımüslim çocukları bundan muaf tutulmalıydı.  Zira bir dersin seçmeli okutulması gerekli sayıda öğretmen ve derslik bulunmasına da bağlıdır. Eğer bu gibi imkânlar yoksa, meselâ siyer ve Kur’ân-ı Kerîm derslerini din bilgisi öğretmenleri verecekse ve bir okuldaki din dersi öğretmeni yetersizse bu dersler verilemeyecektir. Çünkü önce mecburî olan Din Kültürü dersinin yürütülmesi icap eder. Ama buna da şükür. Türkiye’nin, din derslerinin yasaklandığı, camilerin kapatıldığı, Kur’ân okumanın suç sayıldığı 30’lu, 40’lı yıllardan bugünlere gelmesi büyük bir mesafenin alındığını gösteriyor.
Seçmeli Kürtçe dersi için de söyleyeceklerimiz var. Bu ders daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi okul sıralarında değil kurslarda verilmeliydi. Bundan bir süre önce BDP milletvekillerinden biri bu dersin konmasını kendi güttükleri politikaların başarısı olarak basına duyurmuştu. Hükûmetse Kürt kökenli vatandaşlara verilecek bazı temel hak ve hürriyetlerle siyasî meseleleri birbirinden ayrı tuttuğunu, bu gibi hakların(Kürtçe televizyon yayınında olduğu gibi) devlet eliyle verilmesinin terörün elinden bazı gerekçeleri almak olduğunu düşünüyor. Fakat, gelişmeler bunu desteklemiyor. Ne terör bitiyor ne de siyasîlerin istismarları. Bu meselede şu hususun altını çizmek zorundayız. Kürtçe veya başka bir mahallî dil(Lâzca, Boşnakça, Çerkezce,…)in öğrenilmesinin önündeki engellerin kaldırılması elbette medenî hakların kabulüdür. Fakat okullarda herhangi bir mahallî dilin okutulması o dili resmî dil konumuna yükseltmeye bir adım anlamına gelir. Hele Irak’ta Kürtçenin resmî dil ve kuzey bölgesinde eğitim dili olarak kabul edilmesi bu hususun,  her zaman, baş ağırtacak siyasî bir münakaşa konusu olacağının habercisi. Bir de Kürtçe dersi verecek yeterli sayıda öğretmen bulamayıp bu derslerin verilmesi geciktirilirse bunlar da yeni yeni siyasî istismar ve kavga konuları. Herkesin haberi olsun. Hele bir de büyük şehirlerde Kürt kökenli vatandaşların fazlaca bulunduğu bölgelerdeki okullarda da bu dersin açılması istenirse o zaman seyreyleyin şenliği…
Uzun sözün kısası, eğitimin felsefesinde köklü değişikliklere gitmeden, kokonaya dönen Türk eğitim sistemini günün ihtiyaçlarına cevap verir hâle getirmeden sistem üzerindeki değişiklikler makyajdan öteye geçmez.
 17.09.2012 
Bu yazı toplam 1231 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim