• İstanbul 16 °C
  • Ankara 22 °C

Yerlilik salt tarih, sosyoloji ve antropoloji üzerinden anlaşılamaz.

Yerlilik salt tarih, sosyoloji ve antropoloji üzerinden anlaşılamaz.
Murat Erol'un Yerlilik Düşüncesi kitabı yeni çıktı.

Üzerinden henüz bir yıl geçmedi. Çeşitli sosyal medya platformlarında tartışıldığını biliyorum. Ayrıca misafir olduğu bazı mekanlarda Yerlilik Düşüncesini anlatıyor. 1990'lı yıllarda henüz üniversiteden yeni mezun iken yabancılaşmanın tartışıldığını hatırlıyorum. Marks'tan Brecht'e varıncaya kadar bu konu üzerinde düşünenler olmuş. Yine 28 Şubat sonrası konu gündemimize Türk İslamı tarzında gelmiş, Arap İslam'ının Türkleri kendilerine yabancılaştırdığı şeklinde bir kanaat yaygınlaştırılmaya çalışılmıştı. Dücane Cündioğlu'nun Yeni Şafak gazetesindeki yazılarını hatırlıyorum. Yerlilik henüz olgunlaşmış ve tahkim edilmiş bir düşünce değil elbette. Konu üzerinde başka tartışmaların da yapılması gerekiyor. Murat Erol bu yönüyle bir kaç on yıl önce tartışılmaya başlanan bir olguyu Yerlilik Düşüncesi kitabıyla nasıl anlamaya çalışmış? Bu konular çerçevesinde bir söyleşi yapmaya çalıştık. Kitapistanbul ailesi olarak sorularımıza yazılı olarak cevap veren Murat Erol'a teşekkürü bir borç biliriz.

Önce Murat Erol kendini yerli olarak tanımlıyor mu?

Başta şunu söylemek gerekiyor, aidiyet ve kimlik anlamında bu konuda şeksiz ve şüphesiz evet derim, beni bilen ve tanıyanların da buna şahitlik edecektir. Zihniyet ve paradigma meselesinde işler karışıyor. Bugün Türkiye'de yaşayan insanlar olarak devlet, toplum, kültür ve diğer alanlarda zihniyet ve paradigma olarak kendi doğal mecramızda devam ediyor olsaydık bu soruya kolaylıkla evet diyebilirdik. Modernleşme hareketlenmeleri aslında, çözümü kendi mecramızda değil, başka bir mecrada aramanın da dönemi oldu. Bu bakımdan bir kırılma ve kopma süreci yaşadık. Bu kopmalar büsbütün bir irtibatsızlık olarak yorumlanmamalı. Ancak gelenek kurma, gelenek sürdürme, kendi merkezimizi sabit ve güçlü tutma, farklı olan ile kurduğumuz temasta onu kendimize ait kılabilme beceri ve başarısı gibi hasletleri büyük oranda kaybettik. Bu yüzden bunlarla yeniden bağ kurma çabası, aidiyet veya kimlikleri de içerecek şekilde bir yerlilik olarak görülmelidir. Ontolojik durum kaybolunca, bununla yeniden bağ kurma çabamız epistemolojik bir çaba olarak ortaya çıktı. İşte biz, toplum olarak bu noktadayız. Dolayısıyla kendimi toplumun dışında konumlandırmam zor.

Kayserililer, merkezdekiler kendileri hakkında yirli diye söylerler. Halen de Kayseri'de yirli olmak bir itibar deyimidir. Bir şehirde oturuyorsanız ve oranın yerlisi iseniz genellikle buradan bir övünme payı çıkarırsınız. Hatta Ofluyum ya Resulullah ifadesi de bunun bir göstergesidir. Dışarıda oturuyorsanız da memleketinizden olan insanlarla hemşehri olursunuz. Yerlilik ile yirlilik ve hemşehrilik nasıl bir kapıya çıkar?

Bu tartışma yerel-yerli ayrımı çerçevesinde şekillenmektedir. O bakımdan yerel nedir, ona bakmamız gerekiyor. Yerel, bilgisinden çok kültürüne ve davranış kodlarını taşıdığımız durumdur. Yerel varoluştan gelen özellikleri taşır. Yerlilik ile bir şekilde elbette bağlarını kurabiliriz. Küçük, minimal yerlilikler demekte sanırım sakınca olmayacaktır. Ancak yerlilik daha çok büyük gelenek, büyük tarih ve büyük mekan-coğrafyaya ait/dair bilinç durumuyla ve zihniyet ile ilgilidir. Hemşehrilik yerel bir durumdur, ama dışarı çıkınca o da hareketlenir. Millet olmak ve bunun parçası olmak yerli bir durumdur. Küçük gelenek ve lokal kültürün kendisini özelleştirmesi, kendine bir özgünlük temini başkası ile olan farkları üzerinden doğar. Farklı şehirlerimizin kendi orjinalliklerini belirginleştirme adına yaptıkları veya eyledikleri bir yere kadar mazur görülebilir, hatta önemsenebilir ve desteklenebilir. Ancak bu durum büyük gelenek, büyük kültür ve zihniyet ile veya başka bir alt yerellikle çatışacak durumuna gelirse farklı sorunlar doğacaktır. Bu sorunların başında millet olma vasfının kaybı, minimal bir siyasal kimlik inşası olacaktır. Modern dönemlerde Ortadoğu'da kabile ve aşiretlerin uluslaşma hikayesi mercek tutulmuş yerelliklerden geçiyor.

Yerlilik ile muhafazakârlık veya devrimcilik arasında bir ilişkiden söz edebilir miyiz?

Yerlilik ile muhafazakarlık arasında biraz zorlama ile bir ilişki kurmak mümkün. Nitekim her ikisi de gelenek ve süreklilik, tarih ve millet gibi kavramları bir yerde kendini tahkim için öne sürmektedir. Zira kavramsallaştırmalar da bir yanıyla yenidir. Kendilik durumunu koruma, kendi merkezini ve zihniyetini inşa etme eylem itibariyle yeni değildir. Yine muhafaza edilecek olanların muhafazası yeni değildir. Muhafazakarlığın siyasal anlamda, Osmanlı'nın son dönemlerine kadar götürülebilecek bir kökü var. Siyasal alanda muhafazakarlık, Batılılaşmanın karşısında kontrollü bir değişimi savundu, hatta kontrollü bir Batılılaşmayı. O yüzden bu yavaş Batılılaşma halk nezdinde çok da farkedilir bir durum olmadı. Bu nedenle siyasal alanda muhafazakarların etkisi her zaman fazla oldu. Zira tersinden bir değer savunusu zahirde itibar görmüştür, Batılı anlamda bir gelişme çabası ise yine zahirde olanla irtibatlandırıldı. Değişim konusunda da muhafazakarlar karşıt kutuptakilerden daha etkili, daha hızlı ve hatta daha istekli oldular. Bunu iyi bir meziyet olarak söylemiyorum, genel bir tespit olarak ortaya koymak için ifade ettim. Yerliliğin muhafazakarlıktan farkına geldiğimizde, yerliliğin bir zihniyet durumu olduğunu söyleyebiliriz. Muhafazakarlık da buna benzer bir serencam ortaya koyuyor. Ancak yerlilik genel bir birikim üzerinden yürümeyi veya o birikime doğru bir hareketi savunurken, muhafazakarlık genel bir zihniyet refleksidir sadece. Korunması gerekenler üzerinden yol almaktadır. Yerlilik ise, bugün sadece muhafazakarlık değil, aynı zamanda değişimcililerinde yaslanabilecekleri bir durum. O yüzden yerlilik ile muhafazakarlık arasındaki en genel ayrım yerliliğin zaman ve mekan'ın akışla gelen birikimi üzerinden bir tavır geliştirmesinde olduğunu söyleyebiliriz.

Muhafazakarlık daha çok gündelik ve pratik durumlarla ilgili bir tavır geliştirmek şeklinde tezahür ediyor. Tarih, kültür, vatan konusu muhafazakarlığın gündelik inşa sürecinin araçsallaştırmaları oldu son dönemlere kadar. Doğrudan bir araçsallaştırma eğilimi dikkatten kaçmıyor, yerlilik ise bu kavramlarla daha çok epistemolojik bir bağ kurmaktadır.

Yerliliğin devrimcilik ile bağının kurulamayacağı açık. Zira devrimcilik bir erteleme sanatı ve felsefesidir. Devrimde bir milat fikri yatar. Milat ise bir yanıyla İsevilikten kök bulur kendine. Devrim şimdiki zamanın ıskalanmasıdır. Yerlilik ise şimdiki zaman merkezlidir; geçmişin şimdiki zamana doğru gelmesi yanında, geleceğin de şimdiki zamana çekilmesidir. O halde geleceği beklemek yok, gelecekte olacak olan veya olması muhtemel olan durum ve olayları şimdiki zamanda, an içinde cem etmek ve şimdiki zamanı işlemek devrim düşüncesini silip atmaktadır.

Biraz kendimizi unutup, yabancı olmak neden kötü olsun ki?

Kendimizi unutmak demeyelim de, zaman zaman yabancı gözüyle kendimize ve çevremize bakabilir miyiz?

Bertold Brecht'in sahne sanatları çerçevesinde, tiyatro özelinde kullandığı bir kavram var, y efekti. Yani yabancılaştırma efekti. Defamiliarization (Yabancılaştırma) sözcüğü alışkanlığı kırma diye de çevirebiliyor. Brecht, Y-efektini Galile'nin yaşadığı bir olaydan esinlenerek kurmuştur. Anlatıldığına göre, Galile, günlerden bir gün Pisa'daki katedralde salınım durumuna geçen bir avizeyi gözlemlemiştir. Galile'nin böyle bir şeyi beklememiş, aklı almamış gibi avizenin salınımlarını izleyen ünlü bakışını, Brecht, yabancılaşmanın kökeni olarak görür.

Brecht'e göre Yabancılaştırma efektleri (Y-efektleri) yaratabilmek için oyuncu oynadığı kişiyle seyircinin özdeşleşmesini önlemek ve bu amaçla şimdiye dek öğrendiklerinin tümünden el çekmek zorundadır. Yabancılaştıran oyunlaştırma ile oyunlaştırılan nesnenin tanınmasına olanak vermekle birlikte, aynı zamanda onu yabancı gösterir. Özdeşleşme konusunda verdiği örnek, yabancılaştırmanın kendine özgü bir olay durumu meydana getirmesini sergiler. Özdeşleşme başkalarına benzeyen kendine özgü olayı gündelik bir olay durumuna sokarsa, yabancılaştırma da gündelik olayı kendine özgü bir olaya dönüştürür. En sıradan olaylar, başkalarına hiç benzemeyen olaylar gibi sergilenerek sıkıcı niteliklerinden soyulup alınır. Y-efektinin özeti olarak şunları söyleyebiliriz: Özdeşleşmeyi önlemek, şimdiye dek öğrendiklerini bir kenara bırakmak, cezbe durumuna geçmek gibi bir amaç güdülmemesi, bir oyun sahnelenirken rolün gereği abartılmamalı, farklı denemeler ile olağan olduğu için farkedilmeyen ayrıntılar öne çıkarılabilir, izleyiciyi/okuru metnin tarihsel alanına bir seyre değil aksine bu tarihsel zamanın yaşanılan zamanı etkisine alacak dereceye yükseltilmesi.

O halde böyle bir bakışı ortaya koymamız için algı uyanıklığı gereklidir. Bu uyanıklığı sağlayacak yeterince uyaranın etkisindeyiz gündelik hayatta, gün gün kendimize, toplumumuza, zamanımıza, mekanımıza yabancılaşıyoruz. Üstelik bir farkındalık veya bilinçle de olmuyor bütün bunlar. Yabancılaşma değilse de kendimizi unutmadan kısa süreli y-efektleri geliştirebiliriz.

Bunların dışında ise kendi dünyamızın belli usulleri var, bu usuller bize dışarıdan bir bakış getirecek imkanlara sahip. Ölüm rabıtası gibi, deyip bu konuya nokta koyayım.

Yabancılaşmak sosyoloji ve antropolojinin de üzerinde durduğu bir husus. Yerlileşmek yabancılaşmanın alternatifi midir?

Yerlilik ile yabancılık birbirinin zıddı mıdır, diye de sorulabilir. Değildir, demek durumundayım. Yabancılık, yaban kökünden türetilmiş bizim dilimizde, bir yerde olup de orada ayrılık gayrılık koyan, oraya uyum sağlayamayan yabandır. Ancak buradan okumanın eksik bir okuma olacağını düşünüyorum. Bu eksik okumanın on aşama sonrası şimdi ilk elde söyleyeceğimize varacaktır.

Yerlilik ile yabancılık zıtlık kurmak bir anda ortaya koyacağımız düşünceler ile kolay görülebilir. Ancak üzerinde düşündüğümüzde bunun zorlama bir düşünme olacağını göreceğiz. Yerliliğin baştan beri, kitabımızda da, paradigma, değerler silsilesi ve dizgesi, zihniyet olduğunu söylüyoruz. O halde bunun karşısına koyacağımız fikri veya durumun bununla zıtlığını sağlamak için çok çaba göstermek gerekecektir. Yerliliğin kendi olma, kendi bağlamında düşünme, ilk elde zaman-mekan bağlamına yaslanmasını gerekiyor. Bunların olmadığı bir durum yabancılaşma mıdır? İkinci bir durum yerlilik hassasiyetinin, kendi kalma endişesinin modern bir durum olması paradoksu var. Yani biz modernleşmeye başladığımızda, ip ve zincir koptuğunda, sudan çıktığımızda artık suyu, yerliliği tartışmaya başladığımızda bir zıtlıktan değil başkası olma çabası, kendi olmaktan vazgeçme iradesi karşımıza çıkmaktadır. Zıtlıklar üzerinden çoğu zaman bir şeyler kurmak kolay, ama her zaman çözüm ve isabet getirmeyebilir.

Sosyoloji ve antropolojinin yerliliğe dikkat kesilmesi aslında sosyolojinin yeni bir bilim dalı olarak kendi kalıbı çerçevesinde bir bakış sunduğunu görmezden gelmemizi engellemiyor. Aynı durum antropoloji için de geçerli. Bu bilim dallarının dönem dönem yükselmesi toplumun bunlar üzerinden olaylara, siyasete veya tarihe bakmak istemesinden kaynaklanıyor. Kurtuluş Kayalı Hoca, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde antropolojinin, sonraki dönemlerde yani 1950'li yıllardan itibaren sosyolojik bakışın geliştiğini söyler. 1980'lerden sonra ise tarihçi bakış gelişmiş, günümüzde ise bu bakış zirve yapmıştır. Yani bu bilim dallarının yerlilik ile kuracakları bir bağdan ve bunların meseleye bütüncül yaklaşmalarından çok dönemsel hareketlenmelerde bu bilimlerin merkeze yakınlaşıp uzaklaşmasından söz edebiliriz. Diğer bir husus ise yerliliğin salt sosyoloji, tarih veya antropoloji çerçevesinden anlaşılabileceğini düşünmüyorum. Tarih, felsefe, siyaset bilimi, iktisat ve nazarî tasavvuf bağlamlarından da hareket eden bir bakış gerekiyor.

Sorularımıza verdiğiniz cevaplardan dolayı teşekkür ediyoruz.

Ben de konuya olan ilginizden ve şahsıma teveccühünüzden dolayı teşekkür ediyorum. Yayın çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

* http://www.kitapistanbul.com

Bu haber toplam 2388 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim