• İstanbul 19 °C
  • Ankara 24 °C

Zehra Yücel: Bunlar çocukluklarında ne yaşıyor?

Zehra Yücel: Bunlar çocukluklarında ne yaşıyor?

İki hâsiyyet eder bâtıl u hakk’ı temyiz

Biri tedkîk- ı haberdir, biri ta’mîk-ı nazar!

Lâedrî

 

Bir şehri, şehirde yaşayan insanları tanıyabilmek için toplu taşıma araçlarından daha iyisini bulmak zor gibi.

İnsanların, yeme içme alışkanlığından mesleğine, gelenek görenek, edep erkân terbiyesinden dünya görüşüne, siyasî eğilimine, hayata dair bilgi ve birikimine, meselelere ilgisine varıncaya kadar hemen her konuda fikir sahibi olursunuz.

Toplu taşıma araçlarını çok fazla kullanmadığım için ben de elime geçen her fırsatı değerlendirmeye çalışır, konuşmalara kulak kesilirim.

Konuşmalar hemen çoğu vakit siyaset, sağlık, din ve çocuk terbiyesi etrafında demlenir.

Birkaç gün evvel bindiğim otobüsün açış konuşmasının konusu da geçen hafta hayatını kaybeden gazeteci üzerine oldu.

Konuşmalardan, imam olduğunu öğrendiğim bir beyefendinin “Ne güzel bir insandı. Genç yaşta vefat etti. Allah rahmet eylesin.” sözleri konuşmaların fitilini ateşledi.

Elinde tespih, dudakları kıpır kıpır altmış yaşlarında bir teyze, “Sesini de pek beğenirdim. Çok hisli adamdı.” dedi kederli bir üslupla.

Tek kulağında küpe, bileğinde kocaman “E” harfi döğmeli, yirmili yaşlarında bir delikanlı kirli sakalını sıvazlayarak, “Yok artık, utanmasanız melek gibi adamdı diyeceksiniz! O, Müslüman düşmanı, tarihimizi bulduğu her fırsatta kötüleyen, hatta hakaretler eden herifin biriydi.” dedikten sonra imam efendiye dönüp, “Hocam, bir de din görevlisi olacaksınız, böyle birisi övülür mü?” diyerek imam efendiyi kendince payladı.

Arka koltuklardan bir ses, “Bizde âdettendir öleni yüceltmeyi pek severiz.” dedi.

Elinde tespih, dilinde zikir olan altmış yaşlarındaki teyze dayanamayıp, “Oğlum ben ne bileyim? İyi biri gibiydi. Ben duymadım kötü bir lafını; lâkin niye fenalık edermiş ki o gazeteci, düşman mıymış?”

Yüzündeki derin izlerden zor bir yaşam sürdüğünü düşündüğüm orta yaşlı beyefendi, başındaki kasketi hafifçe oynatıp lafa karıştı: “Teyzem, -sözüm onun gibi onlarcasına- gâvurluk etmek için elin oğlu olmaya gerek yok. Adam bizim memleketimizde doğmuş, büyümüş, okul okumuş, evlenmiş, iş güç, çoluk çocuk, sahibi olmuş, dallanmış, budaklanmış. Hatta soyuna sopuna şöyle bakınca bizim insanımız gibi, gelgelelim düşmanla iş birliği etmiş. Düşmanın ekmeğine yağ bal sürecek laflar ediyor. Gel de şimdi bu adama gönül rahatlığı ile “Er kişiyi iyi bilirdik.” de!”

Bütün konuşmaları pür-dikkat dinleyen ve bakışlarından kafasının karıştığı anlaşılan çocuk, annesine, “Anne, düşmanımız olmayan biri düşmanlık eder mi bize?” diye soruyor. Genç anne, çocuğuna doğru hafifçe eğilip, “Şiiii sen karışma kızım, bu işler bizi ilgilendirmez.” diye susturuyor çocuğu.

İmam efendi duramıyor oturduğu koltukta, alışkanlık olsa gerek hemen ayağa kalkıyor. O ayağa kalkınca otobüsün muavini tedirgin olup yolcuları göz ucuyla yokluyor ve “Hocam otursaydın ineceğin durağa mı yaklaştık, niye ayağa kalktın?” diyor. Hoca efendi hiç istifini bozmadan delikanlıya dönüyor; “ Delikanlı, ben nereden bileyim adamın ettiği kötülükleri. Dediğin gibi millî ve mânevî değerlerimizin kıymetini bilemediyse bu onun ayıbıdır.” demeden oturmuyor koltuğuna.

Delikanlının kanı deli akıyor belli ki, cevap vermeden duramıyor; “İsâbet buyurdun hocam. Bilemediğimizi, sorup soruşturup öğreneceğiz. Dost kim,  düşman kim ayırt edebileceğiz. Müslümana yakışan da budur zaten.” deyiveriyor.

“Bir bana bir de gözünü akıllı telefonundan ayırmayan yolculara kimse bir söz demiyor.” diyeceğim sırada, yanımdaki yolcu dudak kenarından hafif bir gülümseme ile "Siz ne düşünüyorsunuz bu olup bitenler hakkında? Otobüste olacak iş mi hiç? Bu konuşmaların yeri mi burası?” diye serzenişte bulunuyor. Belli ki hem şişi hem de kebabı düşünen bir zât.

Ben de gülümseyerek cevap veriyorum: “Konuşmalara konu olan şahsı tanımam; ne var ki varsa doğup büyüdüğü cemiyeti küçümseyen, halkının kutsalına saldıran, koruyup kollayacak, yaşayacak ve yaşatacak bir idrâke sahip olamayan insanların çocukluk dönemlerini hep merak etmişimdir. Bu tutumu, bir çocuğun sevgili anne ve babasına zarar vermek isteyen kötü niyetli insanlarla iş birliği yapması gibi görüyorum.”

Son tahlilde hak ile batılı iki şeyle birbirinden ayırabiliriz; biri konuyu kaynağından öğrenerek, ikincisi elde ettiğimiz delilleri çeşm-i îmân süzgecinden geçirerek, fi’l-hakîka muhâkeme eden, kıyas yapan bir bakış ile bakarak. Öte yandan böylelerinin hali, ârâfta kalmaktır. Ârâfta kalmak da gayyâ kuyusunun en dibine dünya âleminde düşmektir vesselâm.

Bu haber toplam 811 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim