• İstanbul 18 °C
  • Ankara 19 °C

Zehra Yücel: (C)ESARET

Zehra Yücel: (C)ESARET
“Cahilin sonradan göreceğini; akıllı önceden görür.” Mevlânâ

Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması olarak tanımladığı Doğu- Batı, bizce “Menfaat Çarkı” en nihayetinde Müslüman-Hıristiyan çatışmasıdır.

 

Menfaat çatışması demiyorum; çünkü karşılıklı bir menfaatten söz edemiyoruz. Hadise apaçık menfaat çarkıdır. Menfaat elbette Hıristiyan menfaatidir. Haddi zatında meseleyi sadece Hıristiyanlıkla da sınırlamamak lazım. Ya değilse örneğin Doğu Türkistan’da yaşanan zulmü ne ile açıklarız? Doğrusu hedef tahtasına oturtulmuş bir Müslüman coğrafyası ve Mümin kimliğidir.

 

Kan ve barut kokan toprakları canlandıralım gözümüzde. Batı’da meydana gelen kısa süreli birkaç çatışmanın dışında hemen tamamı bizim ciğerimizin yangın yeridir.    

 

Öyle ya tarihte bu topraklar her vakit kargaşanın, çekişmelerin, çatışmaların, savaşların merkezi olmuştur.

 

Neden? Ne var burada da yüzlerce yıl paylaşılamamış. Ya da ne büyük hazineymiş ki bir türlü bitmemiş. Petrol mü? Yav en nihayetinde belli bir rezervi vardır ve kullanım istatistiklerine göre ne zamana kadar dayanacağı bellidir. Elmas mı, yakut mu, bor mu? Nedir? Öyle ya da böyle onun da sonu gelecektir. Kıyamete kadar idare edecek bir kaynaktan söz etmiyoruz. Mesele yukarıda da dile getirdiğimiz gibi sadece para pul değildir. Elbette maddî getirisi de işin taşıyıcı kolonlarıdır. Mesele özünde “sen-ben” meselesidir. 

 

Şimdi düşünelim bir kere bu adamlar kendilerinden olmayanı ‘öteki’ adı altında dışlayıp aşağılamıyor mu? Bunun için de dilin karşı konulmaz gücünden yararlanıp her anlamda kârını elde etmiyor mu? Ediyor… Dünyanın her yerinde kendi dillerini konuşturtup buradan ciddi bir pazar elde eden de gene onlar.

 

Küresel kimlik adı altında girdiği her yeri kimliksizleştiren gene onlar.   

 

Kendilerini çağdaşlığın, ilericiliğin, iyinin, güzelin ve doğrunun; bilimin ileri düzeyde toplum hayatının merkezi olarak görüyorlar. (Öte yandan söz konusu görüş, bilimin ve teknolojinin gerisinde kalmış askerî başarısızlıklarla paralel görülen ekonomik çöküntünün de yaşandığı her devlette ortak kabulleniş olabilir.)

 

Örneğin, Batı’nın kendine duyduğu büyük bir güven vardır. Tabii ki bu güven, onlara gökten zembille inmiyor. Güven bir araçtır. Hedefine ulaşmak için taşıyıcı bir güçtür. Güveni vücuda getiren ise fikrî ve hissî donanımdır. Onlar, söz konusu donanımı sağlayabilmek için emek de vermiştir. Kendi karanlık orta çağlarındaki acı tecrübelerini yeniden yaşamamak için büyük mücadele vermişlerdir; fakat içlerindeki kötü ruhlu birkaç kesim ki bunlar aynı zamanda suyun gözünü de tutuyor kendi orta çağlarındaki kan ve irini Mümin coğrafyasına akıtmanın “z” raporunu dün aldıkları gibi bugün de almaya devam etmektedirler.    

 

 

 

Kendileri gibi giyinmeyen, yemeyen, içmeyen, konuşmayan, yaşamayan, hatta kendileri gibi açık tenli olmayan insanlar sadece hizmet eden sınıf, iş gücünden ya da pazar döngüsünden istifade edilecek canlılar onlar için.

 

Girdikleri yerde üç önemli aracı işler hale getiriyorlar. Eş zamanlı olarak nifak tohumu atıyorlar, kültür – yaşantı özentiliği ile kafaları ve ruhları bulandırıyorlar ve kardeşi kardeşe kırdırtarak hem değerlerin üzerine zift döküp hem de nüfusu ellerine kan bulaşmadan azaltıyorlar. Geriye kalanlar da zaten mankurtlaşmış bir ruh ve beyin ile zararsız halde hizmet görmeye aday olarak dolanıyor ortalıkta.   

 

Netice itibari ile bizim ne farklı inançlardan ne de hayatını idame etmeye, çoluğu çocuğu ile sıradan temiz bir hayat sürmeye çalışan insanlarla bir sorunumuz olamaz. Değil sadece dünya, kâinat hepimizin. Tabiat tüm renkleri ile bir bütün ve ancak o hali ile güzel. “Halkların birbiriyle sorunu yok” diye beylik bir laf vardır hani! Hakikatte de öyledir. Sıradan bir laf değildir.

 

O halde mesele nedir?

 

Mesele Doğusu ve Batısı, Kuzeyi ve Güneyi, dili, dini, ırkı ne olursa olsun kötüler kadar ‘cesur olmak’ birilerinin kendi şahsî menfaatleri uğruna, hastalıklı ruhlarının hain planlarını kendi başlarına çevirecek kadar uyanık ve gözü pek olmak ya da bu kurulan planların, oyunların basit ve zavallı bir figüranı olarak önce esareti sonra da insan onuruna yakışmayan bir ölümü kabul etme meselesidir.  

 

 Sartre’nin de dediği gibi “Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin bir anlamı yok.” Vesselam…

Kaynak: http://www.hursozgazetesi.com/(c)esaret-185-yazar-502-eu.html

Bu haber toplam 1364 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim