Kendilerinden yapılması istenen yemek, esnaf lokantalarının vazgeçilmezi olan, Türk mutfağının önemli lezzetlerinden islim kebabı...
Yarışmacının bir sorusu var: ''Eti patlıcanların içine mi dolduracağız, yoksa kesip arasına mı saracağız?'
Bu şef adayı Türk mutfağının, bu çok bilinen, kebabını hiç mi görmedi, yemedi?
Patlıcanları çiğ vaziyette etin etrafına saran da var, tencere yemeği olan islim kebabını tavada pişirmeye kalkan da...
Hani şair demiş ya:
Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler
(Cihânı süsleyen, bezeyen (ve onu var eden Yaratıcı,) cihânın içindedir. Herkes onu aramayı bilmez.
Nitekim denizdeki balıklar da denizin ne olduğundan haberdâr değildir.)
Dünyanın en büyük üç mutfağından bir olan Türk mutfağını bilmeyen şef adaylarının durumu da derya içinde olup deryadan bihaber yaşayan balık misali...
Oysa aynı kişiler bir İtalyan mutfağına, bir Fransız mutfağına hayranlıkla bakıyorlar, yabancı mutfakları bilmenin daha havalı olduğuna inanıyorlar.
Aslında bu örnek 'kendini küçük ve hor görmeye ayarlı' batılılaşma maceramıza benziyor.
Kök boya, tezgah dokuması, el emeği göz nuru halısını eskiciye verip yerine makine halısı seren kasabalı gibi, kendimize ait ne varsa müzeye kaldırıp batıyı hayranlıkla izlemek...
Tarihçi İlber Ortaylı bir söyleşimizde demişti; 'Kendi tarihine turist gözüyle bakan bir kimse gerçek aydın olamaz. Bu yüzden Türk aydını öncelikle kendi tarihini bilmek zorundadır.'
Şef Yalçınkaya da bunun mutfakla alakalı tarafını dile getiriyor: Kendi mutfağını bilmeyen, yabancı mutfakları da layıkıyla öğrenemez!
Devamı: https://www.aksam.com.tr/yazarlar/bedir-acar/cildirmanin-esigindeki-sef/haber-1291921
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.