• İstanbul 22 °C
  • Ankara 27 °C

Burhanettin Çağırıcı: Nereye İsmail?

Burhanettin Çağırıcı: Nereye İsmail?

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan Bey gazetedeki köşesinde belki çok iyi niyetlerle ama muhteva açısından talihsiz bir yazı kaleme aldı. (Erem Şentürk niçin kâfir oldu? 03. 07. 2021) Birkaç noktadan bu menfî değerlendirmenin benim penceremden görünen sebeplerini arz etmek isterim.

Öncelikle bu yazıda İslâm fıkhı tahkir edilmiş. Seleften tevârüs ettiğimiz ve  kendisiyle ancak iftihar edilebilecek fıkıh müktesebâtımızın pratik hayatın dışında kaldığı ve katı şekilci, kabasaba dindarlar yetiştirdiği îmâ edilmiş. (Not: Böyle bir tavır mezkur yazının kaleme alınmasına sebep teşkil eden sözlü tâciz hadisesinden daha vahim bir aslî hatâdır. Uzun uzadıya ve müstekıllen ele alınmalıdır)

Yazarın, Fıkıh usûlümüzün ve bu usûl üzerine bina kılınmış fıkıh birikimimizin güncel hayatın yeni meselelerine etkili çözümler bulamadığı iddiasını benimsediğini ortaya koyan bu perspektif arızalı bir bakış açısıdır. Fıkıh külliyatımızın modern olanı meşrulaştırıcı mahiyette olmaması bu ithamın asıl ve gizli sebebidir. Kur’an ve sünnet yerine fiili olan yozlaşmayı merkeze alarak düştüğümüz girdaplardan “geleneksel fıkıh çözmüyor” tespitiyle çıktığımızdan beri İslâm ümmetlerinin yaşamakta olduğu değişim ve dönüşümü tarif etmeye hacet yok.

İkinci olarak bu yazıda Efendimizin (S.A.S) müsâmaha meselesindeki örnekliği için siyere mürâcaat edilip nebevî ahlâkın oradan alınması işâret ve hatta tavsiye buyurulmuş. Ama arz edilen örnek, aksi davranış modelleri çıkartılabilecek rivayetler göz ardı edilerek, modern beklentilere uygun bir seçicilikle belirlenmiş. Kavil, fiil, takrir, sâde sükût, tebessümlü sükût, had tatbikine rağmen şefkatli sahipleniş gibi sünnet-i seniyyede muhatabın kemal derecesine işaret eden nice detay bir kenara konmuş, dinini hiçbir vechesiyle yaşamayanların kalbine su serpecek hassas bir misâle yönelinmiştir.

Üçüncü olarak bu yazıda bir uslup hatası bahane edilerek İslâmî/ahlâkî hassasiyetleriyle “neme lâzım” diyememe tavrı gösteren ve hâlâ bu ahlâk üzere olanlara “haddinizi bilin, işinize bakın” denmiş; emr-i bilmâruf mükellefiyeti mücerret ve kurumsal projeler üretmeye havâle edilip ferdî temas kapısı sıkıca kapatılmış. Galiba bu suretle modern bireyin en çok bu tip yakın baskılardan rahatsız olduğu farkedilerek bahse konu duruma böyle parlak(!) bir çözüm getirilmiş.

Yine bu yazıda sistemle uyumlu, silik, sönük Müslüman,  vicdânını nasıl rahatlatmalıdır noktasında ustalıklı bahaneler sunulmuş.

Lâik, demokratik, hukuk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olma durumu her nevî cihat misyonunun panzehiri olarak Müslüman dimağa ustalıklı ve yukarıdan  bir dille tekrâren  zerk edilmiş.

Ve bu kibirli, küstah bakışın tabîî neticesi olarak  teberrî tavrı yazıda vurgulayıcılık ve kendinden eminlik adına yine sergilenmiş.

”O gibi Müslümanlarla aynı cennete gitmek istememe” şeklinde dile getirilen, hatta “bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim” noktasına taşınan tekebbür kaynaklı iddiâ cümleleri  bu nevi yazıların ayrılmaz bir parçası olarak burada da yerini almış.

Tabii ki daha bir çok şey söylenebilir bu yazıyla ilgili ama bu kadarı kifayet eder.

Neticeten Türkiye’de derdi sadece Müslümanlarla kavga etmek ve onlara ayar vermek olan benzeri bir çok okur/yazar takımında gördüğümüz bu tavra karşı neyse ki tecrübeliyiz, alışkınız.

Şimdi bu tabîî -ve artık alıştığımız- seyrin yeni durakları gelecek. Kendi mahallelerine nefretle bakacaklar. Onları iflah olmaz ve eğitilemez câhiller olarak görecekler. Bali içen gençler realitesiyle misvak sünnetinin uygulanılırlığı noktasında yaptıkları hayâtî tespitlerde ne kadar ufuksuz ve dar düşünceli Müslümanlar olduğumuzu yüzümüze vuracak; dinin gerçek hayatta yaşanılabilirliğini bir tek kendilerinin dert edindiğini söyleyecekler. Salt ilimle, yalnız akılla meselelere bakmayan ve kalbi her şeyden evvel iman nuruyla aydınlanmış müslüman irfanı iş  

bu yaldızlı kelimelere, cerbezeli sözlere aldanmayınca daha çok kızıp daha da nefret edecekler. Anlaşılmamaktan, muhataplarının entellektüel seviyelerinin vasatlığından şikayet edecekler. Mahalleden taşınmalar, eski yazıları reddetmeler, ülke değiştirmeler, küpe takmalar, “din de Kur’an da sizin olsun” demeler göreceğiz.

Her realiteyle yüzleşen ve o realiteyi anlamaya çalışan bu tipler bir tek Müslüman realiteyle yüzleşemeyecek. Bir tek Müslümanların haklı infiallerini anlamayacaklar. Sadece onaylanmayı bekleyen narsist benlikleri, tüm bu tepkileri ve eleştirileri “dindarlık mafyası” diye etiketleyip kendi tahammülsüzlükleriyle yüzleşme şansı bulamayacaklar.

Çünkü çok ezilmişlerdi ve kendilerini zor kabul ettirdiler. Aynı macerayı tersten yaşayıp dengeye varmaya ne ufukları ne enerjileri yeter. Bir ömür muhafazakâr kokuşmuşluğu keşifle geçince yaranmak ve yamanmak istedikleri tarafın kokuşmuşluğunu idrâke fırsat bulamazlar da âidiyet krizlerinde hebâ olup giderler.

Müslümanların ferdî ya da ictimâî hayatında onların dînî inanış veya amel edişlerine tealluk eden söz söyleyebilmek için yeterli seviyede usulüd’dîn altyapısına; ihlas ve istikâmet üzere salih amele ve büyük bir mehâfet hissine sahip olmak lâzım.

Zîrâ biliyoruz ki ancak kalbi selim olanın kalemi selamettedir.

Ne diyelim ki size İsmail Bey.”Neler geldi neler geçti felekten. Duyulmadı deve düştü elekten.”

 

Bu haber toplam 650 defa okunmuştur
  • Yorumlar 3
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim