• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

C. Yakup Şimşek: Dilde Bayram mı Dram mı?

C. Yakup Şimşek: Dilde Bayram mı Dram mı?

TDK için her 26 Eylül günü bayram...
26 Eylül 1932 târihi, Mustafa Kemal’in iştirâkiyle toplanan ilk Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü...
Kuruluş günü olduğundan TDK için 26 Eylül günü bayram olabilir.
Çünkü varlığını, maddî-mânevî gücünü o güne borçludur.
Ama şunu unutmasın: Resmî internet sitesinde hizmete sunduğu lügatlerde tertip ve imlâ hatâlarından noktalama yanlışlarına, cümle düşüklüğünden açıklama noksanlarına, bilgi hatâlarından yanlış örneklere varıncaya kadar, otuz iki kısım tekmili birden her çeşit Türkçe ayıbı var.
Ben her gün bu yanlışlardan birini yazsam bitirmeye ömrüm yetmez.
Yazım (İmlâ) Kılavuzu”nda bile yanlışlık görmek mümkün…
***
TDK’nın Türkçeye hizmeti de oldu elbette. Tarama Sözlüğü” ile “Derleme Sözlüğü” gibi lügatlerin hazırlanması, Dîvânü Lügaati’t-Türk” ve Kutadgu Bilig” başta olmak üzere birçok kıymetli eserin Latin harfleriyle basılıp yayılması çok faydalı işlerdir.
Ancak acabâ TDK olmasaydı bu eserler hazırlanıp neşrolunmayacak mıydı, ayrı mesele.
Asıl mesele şu:
TDK’nın Türkçeye faydası mı çok oldu, yoksa zararı mı, belli değil.
Çünkü TDK müdâhalesiyle şekillenen Türkçenin acınacak hâli ortada.
Ayrıca, TDK’yı övmek veyâ yermek, Türkiye’de ideolojik ve siyâsî bir yafta yemek demektir.
“Atatürkçü-Atatürk düşmanı, Cumhûriyetçi-Osmanlıcı, laik-antilaik, sağcı-solcu, ilerici-gerici” gibi...
Kendi dili yüzünden böyle kolayca damgalanan insanlar başka hangi ülkede vardır?
***
TDK niçin kuruldu?
TDK, Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle kuruldu.
O istemeseydi bugün TDK diye bir müessese olmayacaktı.
TDK’nın çalıştığı sahada muhtemelen başka müesseseler (üniversite, akademi, dernek vs.) veyâ kişiler olacaktı.
Bu iyi mi kötü mü olurdu, bilinmez.
TDK’nın kuruluş maksadı “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” diye açıklandı.
Böyle hedefler Türkçe konuşup yazan herkesin hoşuna gider, şüphesiz.
Ama bunlar kuru bir lâftan öteye pek geçmemiştir.
***
“Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” diye ifâde edilen parlak ve yuvarlak hedef de kâğıt üstünde kaldı.
Esâsen hareket noktası ve istikamet de yanlıştı. Milletin sevip benimsediği binlerce kelimeyi birdenbire “Osmanlıca artığı, yabancı” diye raporlamak ve ölüme zorlamak, kendi bacağına kurşun sıkmak demekti. Nitekim her biri Türk dili ve edebiyatının zirvesi sayılan ustalar bugün anlaşılmaz hâle geldi: Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Niyâzî Mısrî, Pir Sultan Abdal, Fuzûlî, Bâkî, Kâtip Çelebi, Evliyâ Çelebi, Nedîm, Şeyh Gaalib, A.Cevdet Paşa, Ziya Paşa, Nâmık Kemal, A.Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, H.Rahmi Gürpınar, H.Ziyâ Uşaklıgil, Mehmed Rauf, Tevfik Fikret, Cenap Şahâbeddin, Süleyman Nazif, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim, Yahyâ Kemâl, M.Şevket Esendal, H.Edip Adıvar, R.Nûri Güntekin, A.Şinâsi Hisar, Peyâmî Safâ, Sabahattin Ali...
Eğer bu ustaların Türkçesi doğru ve güzelse TDK yanlış yoldadır.
***
TDK gayretlerinin ilk meyvesi ve kelime listesi sayılabilecek kitap 1935'te çıktı: Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu. Bu kılavuzda 8.752 kelime yer almaktaydı. Bu Kılavuz, vatandaşlara şu mesajı veriyordu:
Ey vatandaş! Osmanlıca-yabancı olan sözleri bırak, yerine bizim istediğimiz öz Türkçe kelimeleri kullan!..”
Günlük hayatta kullanılan bu kelimelere ilâve olarak 1941’de çıkan “Türkçe Terimler Cep Kılavuzu” ve 1942’de hazırlanan Felsefe ve Gramer Terimleri” binlerce kelimelik yeni listeler sunduBunlar çeşitli ilim kollarında kullanılan “ıstılah”ların yerine “öz Türkçe” karşılıklar sıralanıyordu.
Çıkarılan “yeni” kelimeler “eski”lerin yerine kullanılmaya başlandı. Resmî metinlerle tedrîsat dili TDK kelimeleriyle dolduruldu. Türkçenin asırlardır biriktirip hazînesine kattığı binlerce söz bizzat TDK tarafından lügatlerden çıkartıldı. Lügatlerden atılan sözler sonraları resmî metinlerde de (bilhassa ders kitaplarında ve devletin yaptığı imtihanlarda) hiç kullanılmaz oldu. Yeni nesiller bu kelimeleri neredeyse hiçbir yerde göremez, duyamaz, anlayamaz oldu.
“Öz Türkçecilik-Öro Türkçecilik” hareketi Türk dilinin temel eserlerini anlamayan nesiller yetiştirdi.
Avrupalının 500 yaşındaki kitapları hâlâ genç gibi yaşıyor; bizim 50’likler bile ihtiyarladı...
Bugün Türkçe ve edebiyat hocaları arasında Mehmed Âkif’in, Yahya Kemal’in şiirlerini okuyup -lügate bakmadan- anlayacak olanlar yüzde bir bile değildir... Nutuk’u, Safahat’ı -bırakın anlamayı- baştan sona doğru okuyabilecek olanlar bile yüzde biri bulmaz.
***
Yukarıda kullandığım “Öro Türkçecilik” tâbiri bana âittir.
Niçin böyle diyorum?
TDK 1970’lere kadar tek taraflı “öz Türkçecilik” yaptı: “Osmanlıca” dediği kelimelere karşı...
Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu” başta olmak üzere onlarca TDK lügati, Avrupa’dan buyur edilen binlerce kelimeye kucak açtı. Bu sözler “Osmanlıca” kelimelerin “Türkçe” karşılığı olarak kabul edildi. Yunanca-Latince-Fransızca olmalarına rağmen...
“Öro Türkçe” adını hak eden bu kelimeleri tam olarak sayma imkânı bulamadım. Fakat takrîben bine yakındır. Onları ayrı bir liste olarak hazırlamayı düşünüyorum.
***
Trajik Başarı: Türk Dil Reformu” kitabında Geoffrey Lewis, 1920’lerin ve 1930’ların Türkçesinin, yâni Hâlide Edip Adıvar, Sabahattin Ali, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nûri Güntekin gibi romancıların dilini dahi artık kaybettiğimizi söyler ve der ki: “Bu yitiriş şimdi, konuşurken veya yazarken gereken mânâyı tam olarak karşılayan kelimeyi el yordamıyla arayan, fakat bu kelime Etrüsk dili gibi ölü olduğu ve yerine bir karşılık koyulmadığı için bulamayan her Türk'ü etkilemektedir.”
Gerçekten, başka bir dilde 700 yılda görülen değişmeyi Türkçe 70 yılda yaşadı. Nitekim 1930’lardan beri Türkiye’de her neslin kelime hazînesi bir öncekinden farklı...
Söz varlığı sürekli değişen ve devamlılığını kaybeden bu Türkçe, bir “anlama, anlatma, anlaşma vâsıtası” olarak bugün 1930’lardan da gerilerdedir.
Ortalık, 10 - 15 kelime yerine bozuk plak gibi “algı, aşama, boyut, eleştiri, ilginç, süreç...” diye kekeleyen ve yalnızca 100-200 kelimeyle konuşup yazan insanlarla doldu. Üniversite mezunları dâhil...
Bu sebeple ayrıca bir “Dilsizlik Bayramı” ihdas edilse olur.
***
Ne yapılmalı?
Geçmişinden kopartılan dilin bu bağı tekrar kurabilmesi için -yukarıda ismi geçen- ustalarla kucaklaşması, yeni nesillerin eskilerle buluşup tanışması ve barışması şarttır. Bunun da en kestirme yolu, resmî metinlerden geçer. Bilhassa kanunlardan ve tedrîsattan çıkarılan kelimelere en az diğerleri kadar yer verilmelidir.
Türkçe ustalarının büyük eserleri hazmedilmeden sınıf geçilmemeli, devlet personeli olunmamalıdır.
Devletin yaptığı imtihanlarda hiç olmazsa 80 yıl öncesinin Türkçe ustalarına âit metinler her seviyede sorulmalıdır.
Bunlar olmadan Türkçenin bayramı gerçek bayram olmaz.
Dıştan bayram, içten dram olur...
Not: Bu mesele ancak kitaplarla anlatılabilir.

Bu haber toplam 429 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim