• İstanbul 18 °C
  • Ankara 18 °C

D. Ali Taşçı: Büyük Doğu'dan Mavera'ya uzanan bir yolculuk

D. Ali Taşçı: Büyük Doğu'dan Mavera'ya uzanan bir yolculuk
Taşradaki çocuklardık. Gençliğe yeni adım attığımız 1970’li yılların başlarıydı. Lise öğrencisiydik. Dünyadan habersiz, zihin dünyamız, yaşadığımız ilçe sınırlarını aşamıyordu.

Kitapları severek okusak bile içeriklerini kavramakta zorlanıyorduk. Kısacası açılmamış tomurcuk gibiydik.

Bir gün canım erik istedi. Bir satıcıdan biraz erik satın aldım. Satıcı, erikleri kese kâğıdına koyarak bana verdi. O zamanlar poşetler yoktu, gazetelerden dürülerek yapılan kese kâğıtları vardı. Eve geldim. Ev deyince, üç arkadaş ilçede bir oda tutmuş ve ailelerimizden uzakta kalıyorduk. Arkadaşlarım da okuldan yorgun gelirler, onlarla birlikte erik yeriz düşüncesiyle, cebimdeki son parayla erik almıştım.

Erikleri yerken ben kese kâğıdını da karıştırmaya başladım. Hamura bulanmış bir şiir gördüm. (Kese kâğıdı hamurla yapıştırılıyordu.) Şiire karşı ilgim vardı ve o şiiri meydana çıkarmaya çalıştım. Ne yazık ki birinci dörtlüğünden başka diğer dörtlüklerini ortaya çıkaramadım. Şiirin ilk dörtlüğü şöyle idi:

            “ Bu yağmur, bu yağmur bu kıldan ince,

            Nefesten yumuşak yağan bu yağmur.

            Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince,

            Aynalar yüzümü tanımaz olur.”

 Şairi belli değildi ve ben ilk defa bu kadar güzel bir şiir okuyordum. Kese kâğıdından şiiri kestim ve ertesi gün lisedeki edebiyat öğretmenime şiiri götürdüm ve ona sordum: “Hocam, bu şiir kimin, çok güzel bir şiir?”

       Bana hayatım boyunca unutamadığım bir cevap verdi:

            “Bırak o yobazı, sen başka şairler oku. O şiir Necip Fazıl Kısakürek denilen yobazın şiiridir.”

            Benim hayatım işte o “yobaz” ile değişti.

Uzatmayayım, ben artık Necip Fazıl hayranı olmuştum. Onun kitaplarını bulunduğum ilçede bulmak mümkün değildi, ama İstanbul’da yaşayan dayımdan ısmarlayabilirdim ve öyle de yaptım ve birçok kitaplarına kavuştum. Su gibi, hava gibi içiyor, içime çekiyordum satırlarını.

O yoldan devam ederken Sezai Karakoç’la karşılaştım. Karakoç, Üstad’ın öğrencisi olmakla birlikte farklı bir tat veriyordu zihnime. Diriliş’le diriliyorduk ve geleceğe emin adımlarla yürüyorduk. Ardından Nuri Pakdil ve “Edebiyat” dergisi. Aynı vadinin ürünleri ve fakat farklı tatlarla tatlanıyorduk.

Ve ardından 1976’da Mavera Dergisi. Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Akif İnan ve diğerleri. Büyük Doğu’da, Diriliş’te demlenen ruhlar. Her sayısını içercesine okuduğumuz yıllar. “Yedi Güzel Adam” bu dergide kümelenmişti. İlk yazı denemelerimiz ve titrek kalple yazılarımızı Mavera’ya gönderdiğimiz yıllar. “Okuyucularla” köşesinde Cahit Ağabey’in, okuyucuların yazılarına cevabi yazıları, derginin ilk okunduğu sayfalardı. Tam dört mektup almıştım Cahit Ağabey’den. O ne güzel, ne kadar mutlu, heyecanlı yıllardı! Cahit Ağabey’in mektuplarımıza cevabi yazıları, yazılarımızın Mavera’da yayınlanışı esnasında duyduğumuz duygular!... Dünyayı fethe çıktığımız yıllardı. Yazar, kalemle fetihlere çıkan insandır. Kalbe hitap edenler fatihtir, nefse hitap edenler ise işgalci.

Devamı: https://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/3245414-buyuk-dogudan-maveraya-uzanan-bir-yolculuk

Bu haber toplam 270 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim