Hintliler, zifiri karanlık bir odada bulunan fili halka göstermek isterler. Halk toplanır ve karanlıkta fili gözle görmeye imkân olmadığı için, file dokunarak onu tanımaya çalışır.
Meraklılardan biri filin hortumunu tutar ve “Fil bir oluğa benziyor.” der.
Başka birinin eli filin kulağına dokunur. O da filin yelpazeye benzediğini söyler.
Bir diğerinin eli filin ayağını tutunca, o da, “Filin şekli direk gibidir.” demekten kendini alamaz.
Son bir kişi de elini filin sırtına koyduğu için; “Bu fil taht gibidir.” der.
Aslında fil bunlardan hiçbir değildir; duyu organı olan el, onları aldatmıştır. Ellerine bir mum (ışık) almış olsalardı fili tanırlar, sözlerinde çelişki bulunmazdı. Bu mum, hidayet nurudur; o olmadan hiç kimse eşyanın hakikatini öğrenemediği gibi; kendi hakikatini ve ebedi varoluş hakikatini de öğrenemez.
“Bilim gözlem ve deneye dayanır.” deniliyor. Elbette bunda doğruluk payı vardır. Geçmiş dönemlerde güneşi bir tepsi kadar görenler de gördüklerinin doğruluğuna inanıyorlardı. Bir ilaç, bu hastalık için çok iyi gelir diyenler, başka bir formül bulununca onun daha iyi olduğunu söylemekten çekinmiyorlar. Bu durum, “bilim mutlak doğruyu veremez” sonucuna insanı götürür.
Devamı: https://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/3112494-insan-kiyisi-olmayan-bir-denizdir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.